IŞİD İslam'a ve Cihada Zarar Veriyor

Eğer kalbinizde iyi niyete dair bir şeyler kaldıysa hala, lütfen yaptıklarınızdan vazgeçiniz. Fakat hiç bir zaman "İslam'ın yeryüzüne hakim kılınması davamıza" hizmet gibi bir kaygınız olmadıysa, İlay-ı Kelimetullah için yeryüzünün değişik coğrafyalarında

HAKSÖZ-HABER

Murat Özer, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) ile Suriye İslami Cephe arasında yaşanan "iç çatışma"yı yorumluyor ve IŞİD'e sesleniyor:

***

IŞİD İslam'a ve Cihada Zarar Veriyor

19. asrın sonlarından 1970'lere kadar geçen zamanlar, ümmetin dağınıklığını fırsat bilen emperyal güçlerin saldırılarına karşı ümmetin karşı koyuşlarıyla geçti. Ümmetimizi yıkmaya and içmiş sömürgeciler, kendilerine karşı yükselen direniş dalgasını kontrol edemeyince muhtevasını değiştirmeye gayret ettiler. İşgalcilere karşı direnişimizin rengini değiştirerek "milli-ulusalcı" bir karaktere dönüştürdüler. İşte 1900'lü yılların başından 1979'da Afganistan'ın Sovyetler tarafından işgal edilmesine kadar geçen sürede ümmetimizin direnişi,  hem sömürgeciler eliyle, hem de onların uzantısı sözüm ona vatanperver yerli tağutların yönlendirmesiyle gerçek manada bir sonuca ulaşmadı, ulaşamadı. Çünkü ödenen bedeller ne kadar büyük olursa olsun, gerçekçi bir hedefi, doğru bir metodu, sahih bir akideyi tam olarak bünyesinde barındırmadığı için mevzi kazanımlarımız da Ortadoğulu diktatörlüklere dönüşüverdi.

Afganistan cihadı, ümmetimizin Filistin davası etrafında ördüğü ilkesel ve teorik birlikteliğini, pratik hayata geçirmesine vesile olan güzel bir arazi oldu. Asya'dan Avrupa'ya, Hind Alt kıtasından, Afrika'ya, Ortadoğu'dan Kafkasya'ya kadar ümmetin her türlü etnik kimliğe, farklı dil ve kültüre sahip gençleri tek bir amaç uğrunda yeniden birleşiyordu. Üstelik  bu savaşa katılanlar, Çanakkale Savaşı'nda olduğu gibi bir İslam devletinin vatandaşlarının zorunlu -tabiri caiz ise cebren bir birliktelik- katılması gereken bir savaş olmadığı için tam anlamıyla bir "gönüllüler" ordusunun mensuplarıydı.

Ümmetin siyasi birlikteliği dağılmış, askeri disiplini yok olmuş, cihad kavramı rafa kalkmıştı. Gençler, tüm bunları Afgan sahasında el yordamıyla yeniden keşfedecek ve buradan yeniden ümmet olma bilincini dirilteceklerdi. Şüphesiz bu gayretlerinde en büyük destekçileri Allah'tı. 1960'ların dünyasına şehadetiyle mührünü vuran Seyyid Kutub'un kutlu mirasını savaş meydanlarında pratize etmek Abdullah Azzam gibi öncü şahsiyetlerin eliyle mümkün oluyordu. Yeniden ümmet olma, sahih bir İslam inancına dönme, Kur'an'ı hayatın her alanında hüküm koyucu olarak görme davasını Afgan cihadına katılan gençler, mücahid alimlerin yol göstericiliğinde ifade etmeye ve hayata geçirmeye başladılar. İşte cihadı, sırf bir muharebe olmaktan çıkarıp, İslami bir hayat nizamını ikame etmeye, dünya müslümanlarını "ümmetin saygın bir parçası" olarak görmeye dönüştüren ve dahi bu yönüyle "küreselleştiren" olgu budur! Ümmetimizin bu yüzyıldaki büyük bir kazanımıdır: Küresel cihad. Çünkü, küresel cihad, "ulusalcılık" gibi "misak-ı milli sınırları" gibi ümmetin arasına görünen ve görünmeyen sınırlar çizen her türlü bölücülüğe ve ifsada karşı bir başkaldırının adıdır.

İki kutuplu dünyanın çöktüğü ve çökerken tüm curufatını ümmetimizin üzerine boşalttığı bir dönemde kurtuluş ümidimizdir. 52 ülkeden gelen işgalci sürülerini tarumar eden Afganistan kasırgasıdır. Amerikan kibrini, İngiliz siyasetini Felluce'nin Ramadi'nin çöllerine gömmenin adıdır. Ürdünlü Hattap'ın Çeçen dağlarında, Çeçen genç Rüstem'in ömrünün baharında Suriye topraklarında kanıyla dünyaya haykırdığı sedasıdır.

Bugün, yeryüzünün gördüğü en vahşi rejimlerden birisi olan Esed Diktatörlüğüne, Hizbullah isimli terör şebekesine, Safevi yayılmacılığına karşı mücadele eden görkemli Suriye cihadı büyük bir imtihanla karşı karşıya. Kendilerine "Devlet" diyen bir hareket Suriye cihadına, Suriye'nin mustazaf halkına ve her şeyden öte kendi beslendiği kaynak olan "küresel cihad"a zarar veriyor. IŞİD, yaptığı eylemlerle Esed rejimine ve arkasındaki Safevi-Rus çetesine değil, "İslam Devleti, Hilafet, Kur'an nizamı, Ümmet Bilinci" gibi Müslüman halkların yaklaşık yüz yıldır eksikliğini damarlarındaki kan, aldığı nefes kadar zaruri olarak hissettiği taleplerimize zarar veriyor. Bu talep ki, mücahid ulemamızın bedelini darağaçlarıyla ödediği, Müslüman halkların tırnaklarıyla kazıyarak bugünlere getirdiği  kurtuluş ümidimiz, özgürlük çağrımızdır!

En az yüz yıldır sahih bir akideden kopartılmış, siyasi ve askeri birliğinden mahrum bırakılmış biçare ümmetimizden geriye, tağutların elinde esir düşmüş çeşitli coğrafyalara savrulmuş Müslüman halklarımız kaldı. Bu durumdaki halklarımızı ıslah edip elinden tutacağına öteleyen, Suriye halkının Esed rejimi karşısında büyük güçlüklerle kurduğu direniş örgütlerini, bu örgütlerin mensuplarını çok küçük bahanelerle tekfir edip, kendinden ve kendisinin "temsil" ettiğini iddia ettiği cihad mektebinden uzaklaştıran bir hareketi nasıl takdir edelim? Suriye ve Irak'ta mustazafların imdadına koştuğunu söyleyen bir İslami hareketten beklenen şey saflarımızı sıklaştırmaya gayret etmesi, muslihun olması, arkada kalanlarımızı yüreklendirip öne sevk etmesi, düşenleri toplayıp omuz vermesi, öncülük etmesi değil midir? (...)

YAZININ DEVAMI >>>

 

Yorum Analiz Haberleri

"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango
Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye