Düşürülen savaş uçağını takiben Rusya’nın Türkiye’den duymak istediği ‘yeni şey’ resmen belli oldu. Rusya, Türkiye’den bir daha uçağını düşürmeyeceği garantisi, özür, tazminat ve sorumluların cezalandırılmasını talep etti. Gerilim yükselmesin, iki ülke de ekonomik kayba uğramasın ve birçok komşusundan sonra Rusya’yı da kaybetmesin diye hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hem de Başbakan Davutoğlu’na çağrılar yapıldı.
Rusya’nın askeri gücü, dozu sistematik olarak artan tehditleri sürekli gündemde tutuldu. Hükümeti Suriye’de zirve yapan ‘ekseni kaymış’ dış politikasından bir an önce dönmeye, nedamet getirmeye çağıran konuşmalar yapıldı, yazılar yazıldı, eylemler yapıldı. Bütün bunlar Erdoğan-Davutoğlu siyasal çizgisinin yanlışlığı hatta gayrı meşruluğu üzerine oturtulurken her durumda karşı tarafın tezlerine haklılık kazandırarak yapıldı. Epey öncelerden tanıdığımız AB ve ABD karşısında sergilenen bu pozisyon alış tarzı giderek olgunlaştı ve kendini tutamaz bir hale geldi ve PKK-PYD için de Esed rejimi, İran ve Rusya için de tekrarlanır oldu.
İhlal Olmasa Düşürülür müydü?
Peki, Rusya’nın talebi Türkiye’den nasıl karşılık gördü? Dışişleri Bakanlığı özür ve tazminat talebini net olarak reddettikten sonra "Rusya, Türk hava sahasını bir kez daha ihlal etmeyeceğine garanti versin" açıklamasını yaptı. Yani Türkiye hizaya girmeyi reddetti. Elbette bu tavrın ciddi riskleri ve belki de ağır bir bedeli olabilir. Ya diğer seçenek yani dayatma karşısında geri çekilme, taciz ve tecavüze rıza gösterme tercihi ne getirirdi? Adım adım kuşatılmaya, bütün stratejik dayanaklarının yıkılmasına “trene bakar gibi” bakmanın bedeli her bakımdan çökertilmeye hazır olmak manasına gelirdi.
Suriye ve Irak’ta yaşanan çok boyutlu bir işgalden ötesini göstermektedir. Petrol, doğalgaz, enerji nakil hatları, stratejik bölgelerden çok daha önce Müslüman halkların iradesi, tercihi yağmalanmaktadır esasen. İslam coğrafyası despotizm ve işgal seçenekleri arasında acımasızca sıkıştırılarak terörize edilmektedir. ABD ve müttefiklerinin, Rusya ve İran’ın Irak ve Suriye’deki işgal ve katliamları basit bir biçimde stratejik rekabetin doğal sonucu olarak resmedilmektedir. Bu sebeple Türkiye’nin bu stratejik rekabette güçler dengesinin bir kanadına tabi olması, o blok adına pozisyon alması ve gerekirse lejyoner birliği gibi hareket etmesi öngörülüyor. Mevcut uluslara arası sisteme değil alternatif bir duruş çekince ve itiraz dahi en kestirme biçimiyle IŞİD destekçiliğine, Sünni mezhepçiliğine, neo-Osmanlı maceracılığına hamlediliyor.
Türkiye’nin Musul’daki üssüne askeri takviye yapmaya girişmesine gösterilen tepkilerin muhtelif adreslerine bir bakarsak bölgedeki ittifak-düşmanlık ilişkilerinin ne kadar geçişken ve kırılgan olduğu daha bir netleşir. Suriye ve Irak’ta her ülke işgal ve katliamlarda rol alabilir ve bu hiçbir surette suç olarak addedilmez oldu. İran’dan Rusya’ya, Amerika’dan AB’ye kadar hemen her ülke Irak ve Suriye’yi tanzim etme yarışında. Üstelik bunu yaparken İslami muhalefeti ezip tasfiye etmek, mezhebi ve etnik açıdan azınlık unsurları eliyle Türkiye’yi de kuşatacak seküler bir iktidar inşa etmeye girişmektedirler. Öyle ki sadece ABD ve Rusya arasında değil ABD ve İran arasında da bu alanda güçlü bir ittifak görülmekte. Yine PKK-PYD üzerinden elde edilmek istenen sonuçlar ismi geçen bütün devletler için hemen hemen aynıdır.
Tehdit Varsa Tedbir Haktır
Diyarbakır, Mardin ve Şırnak’ta PKK’nın şehir merkezlerinde tahkim etmeye çalıştığı çatışmanın Kürt sorununun çözümü açısından hiçbir derde derman olamayacağı ortada. Ancak PKK açısından Kürt sorununu çözümsüzlüğe mahkûm etmek, kangrene dönüştürmek ve bitimsiz bir kan davasına terfi ettirmek hedefleniyor zaten. Bu haftadan itibaren PKK’nın şehir merkezlerinde tırmandırdığı savaşa karşı polisle birlikte Asker ve Jandarma Özel Harekât Birliklerinin de devreye sokulması işin renginin epeyce değişeceğine delalet ediyor. Bölgeye kaydırılan askeri birliklerin artması sadece PKK’nın şehirdeki yapısının çok yüksek bir tehdit oluşturmasıyla alakalı olması düşünülemez.
Hem Suriye sınırına hem de Irak sınırına kaydırılan askeri birliklerin sık sık Kuvvet Komutanlıkları’nca denetlenmesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun Genel Kurmay Başkanı Akar ile yaptıkları görüşmelerin artan trafiği, bölgedeki temaslarda MİT Müsteşarı Fidan’ın daha bir öne çıkması, sadece İran ve Rusya’yla değil ABD’yle de ters düşülen konuların artması buna mukabil AB ile açılan yeni fasıllar riskleri minimize etmeye ve tedbirleri maksimum düzeye yükseltme çabalarının tezahürüdür.
PKK ve HDP’nin üstlendiği hendek-barikat-mayın-provokasyon siyasetini hızla, sivil halka hiçbir zarar vermeden ve köklü bir biçimde çözmeden sadece Diyarbakır, Mardin, Şırnak’ta değil Türkiye’de de adalet ve huzur temin edilemez. Suriye ve Irak’a, Filistin ve Mısır’a uzatılacak güçlü bir yardım eli için içerisinin temizlenip tanzim edilmesi önceliklidir.