İşgalcilerin Kudüs ve Mescid-i Aksa’daki İhlallerinin Tarihi

Son zamanlarda işgalci İsrail’in Mescid-i Aksa’ya yönelik ihlalleri yükselişe geçti. Bugünkü yazısında, işgalcilerin Kudüs ve Mescid-i Aksa’da gerçekleştirdiği ihlallerin tarihini ele alan Osman Atalay, bütün Müslümanları harekete geçmeye çağırıyor.

İşgalden Mescid-i Aksa’nın Altında Kabine Toplantısına

Osman Atalay / Yeni Akit

İsrail işgal rejiminin yaklaşık iki hafta önce Mescid-i Aksa’yı ibadete kapatması ve Kudüs’teki Filistinlilere yönelik acımasız şiddet politikası, Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın geleceğine dair kaygıları arttırıyor.

ABD Başkanı Trump’ın Mayıs 2017’deki son ziyareti Binyamin Netanyahu kabinesine cesaret verdi.

Ziyaretten kısa bir süre sonra işgalci hükümetin kabinesinin, Aksa Camii’nin altında kabine toplantısı yapması çok tehlikeli bir sürece işarettir.

1948 yılında Batı bölgeleri işgal edilen Kudüs’ün, Mescid-i Aksa’nın da bulunduğu Doğu kesimi 1967 yılında Siyonist İsrail’in işgaline girmişti.

Bu tarihten itibaren kente yönelik planlarını sistemli biçimde uygulayan işgal rejimi, ilk büyük hamlesini 21 Ağustos 1969 tarihinde Yahudi bir fanatiğin öncülüğünde bir grup Siyonistle, Mescid-i Aksa’ya sabotaj düzenleyerek caminin önemli bir kısmını tahrip etmişti.

Bunun üzerine bütün İslam dünyası halkları ve liderlerinden çok büyük tepkiler gelmişti.

İslam Konferansı Örgütü, 21 Ağustos 1969 tarihinde İsrail’in işgali altında bulunan Kudüs’teki, Al-Aksa Mescidi’nin yakılmasının İslam dünyasında uyandırdığı tepki üzerine, 22–25 Eylül 1969 tarihlerinde Fas’ın başkenti Rabat’ta ilk kez düzenlenen İslam Zirvesi Konferansı’nda alınan bir kararla kuruldu.

Kuruluş gaye ve amacının ana nedeni Kudüs/Mescid-i Aksa olmasına rağmen maalesef bu konu neredeyse teşkilatın en zayıf ve ilgisiz olduğu bir konu haline gelmiştir.

İSRAİL ASLINDA NE YAPMAK İSTİYOR?

Şimdi son yaşanan olaylara gelirsek işgalci İsrail polisi, 14 Temmuz Cuma günü sabah saatlerinde Mescid-i Aksa’da silahlı saldırıda bulunduğunu iddia ettiği 3 Filistinliyi öldürmüştü.

Olayın ardından Mescid-i Aksa’yı ibadete kapatan İsrail güçleri, Harem-i Şerif’in iki kapısını pazar günü açmış ancak kapılara elektronik metal arama dedektörleri yerleştirmişti.

21 Temmuz Cuma gecesi bir kez daha işgalci polisler Mescid-i Aksa’nın kapılarına kurulan elektronik metal arama dedektörü uygulamasını protesto etmek, akşam ve yatsı namazlarını kapıda kılmak isteyen Filistinlilere, plastik mermi, ses bombası ve göz yaşartıcı gazla müdahale etti. Bu müdahale sırasında 2’si ağır 22 Filistinli yaralandı.

İsrail 1948’de önce “işgal” etti, sonra da kutsal topraklarda 60 yıl “inşa” politikalarını sürdürdü. Şimdi son aşamada Müslüman Filistin halkını “imha” politikalarına yönelmiş vaziyette…

İsrail işgal politikası adım adım hedefine doğru ilerliyor. 1948’de işgal, 1969’da Mescid-i Aksa’ya ilk saldırı yapılıyor.

Çok geçmeden 1970-72 yılları arasında Mescid-i Aksa’yı çevreleyen surların hemen altında bu kez arkeolojik çalışma adı altında tünel kazılarına başlanılıyor.

Yeni kazılar, 1974’ten başlayarak 1976’ya kadar sürdü ve aralarında Ubade bin Samit ile Şeddat bin Evs gibi sahabe kabirlerinin de bulunduğu Müslüman mezarlığının yok edilmesi ile devam etti.

Süleyman Mabedi’nin kalıntılarını arama bahanesiyle yürütülen kazılarda 1977 yılından itibaren caminin kadınlar bölümünün tam altına ulaştılar.

Ağlama Duvarı yönünden kazılarını sürdüren Siyonistler, 1979 yılında Mescid-i Aksa’yı zemin altından doğu-batı yönünde ikiye böldüler. Yine aynı yıl yapılan resmi açılışla, tünel içinde küçük bir Yahudi ibadethanesi geçici olarak kullanılmaya başlandı.

Böylece işgalin ilk 10 yılında Kudüs’ün sembolü durumundaki Mescid-i Aksa’yı yok etme siyasetini sistemli ve sinsi bir şekilde yürüten işgal rejimi, arkeolojik olduğu iddia edilen kazılar sonucunda, Mescid-i Aksa bünyesinde ve çevresindeki tarihi eserleri (camiler, mezarlıklar, medreseler, surlar, tekkeler ve hanlar) ya tamamen yok etmiş ya da kalıcı hasarlar vermiş oldu.

1982 yılından sonra başlayan ikinci aşama yeni kazı ve yıkım çalışmalarında, çevredeki bazı Arap sakinlerinin evleri kamulaştırıldı ya da doğrudan doğruya Yahudi yerleşimcilere verildi.

1994 yılında Siyonist Kudüs Belediyesi “Kudüs 2020” projesini kabul ederek, Aksa’nın çevresindeki Müslüman nüfusun tahliye sürecini hızlandırdı.

Ocak 1999 tarihinde Mescid-i Aksa’yı Süleyman Mabedi’ne dönüştürme yolunda İsrail kamuoyunda resmi tartışmalar başlatıldı.

Temmuz 2000 tarihinde toplanan İsrail parlamentosu, Kudüs’ün “İsrail’in ebedi başkenti” olduğunu yasa maddesi haline getirdi.

Eylül 2000 tarihinde Ariel Şaron tarafından yapılan provokatif Aksa ziyareti, camiye yönelik en cüretkâr saldırılardan biri olarak tarihe geçerken Aksa intifadasının başlamasına neden oldu.

Bu süreç içinde 5 binden fazla Filistinli hayatını kaybetti. O tarihten itibaren günün belirli saatlerinde Yahudi grupların cami haremine girmelerine güvenlik desteği ile göz yumulmaya başlandı.

2008 yılı sonundan itibaren Aksa Camii’nin çevresindeki mahalleleri boşaltmaya başlayan Siyonist yönetim, Silvan, Şeyh Cerrah ve Butsan mahallelerinde, Müslümanlara ait çok sayıda evi tahliye ettirdi.

2009 yılında Kudüs Belediyesi aldığı karar ile Doğu Kudüs’te ruhsatsız olduğu gerekçesiyle Filistinlilere ait evlerin yüzde 25’inin yıkılacağını açıkladı.

2011 yılındaki Arap Baharı süreci ise işgalcilere çok büyük fırsatlar sundu. Gelinen aşamada adım adım mescidin içine dahi giren işgal askerleri, bütün harem bölgesini kameralarla donatarak ibadethaneyi tam bir hapishaneye dönüştürdü.

İçeriye girerken aranan Müslümanlardan sakıncalı bulunanlar ibadetten alıkonulmakta ve mescit adeta insansızlaştırılmaktadır.

İslam dünyasının içinde bulunduğu manzaranın hali göz önüne alındığında gerçekçi olmak gerekirse İsrail saldırganlığının durdurulması ve Kudüs’ün korunması konusunda İslam ülkelerinin ciddi yaptırım imkânı maalesef yok.

KUDÜS İÇİN NE YAPMALI?

İman, mantık ve akıl çerçevesinde mevcut uluslararası sistem içinde sayıları az da olsa onurlu ve duyarlı siyasetçileri harekete geçirmek, İslam ülkelerinin BM ve UNESCO içinde yeni tartışmalar açması yararlı olacaktır.

Hıristiyan ve Müslümanlara ait kutsal mekânların korunması ve imarı konusunda uluslararası güvencenin sağlanması için Kudüslülerin yürüttüğü çabalara hukukçular tarafından destek olunabilir.

Uluslararası haklar ve düzenlemeler işler hale getirilmeli. Bu çerçevede; 1904 tarihli Lahey konvansiyonunun “kutsal mekânları insanlık tarihindeki yeri dolayısıyla korunması” ve 1907 tarihli Lahey konvansiyonunun “ibadet yerlerinin kuşatılmasının ve bombalanmasının yasaklanması” hükümleri ile işe başlanabilir.

Filistin, Gazze ve Kudüs için verilen mücadeleyi bu kentte yaşayan Müslümanların ve politikacıların omuzlarına yükleyerek bir çözüme ulaşılamayacağını kabul etmemiz gerekiyor.

Bu nedenle sivil inisiyatiflerin ve hukukçuların başını çektiği uzun soluklu popülist söylem ve girişimlerden uzak küresel bir mücadele yürütülmelidir.

Yorum Analiz Haberleri

Suriye'deki gelişmelere "şerhli" yaklaşmak Suriyelilerin sevincini hafife almaktır!
Mahmus Abbas'ın ihanetiyle direniş güçlenecektir!
Gerçek bir lider, ‘övgü, yergi ve tehdit'lerle aslî hedefinden sapmaz!
CHP'nin ideolojik körlüğü Suriye meselesinde ayyuka çıktı!
“Suriyelilerin genelinde zalim bir diktatörü devirmenin onuru var”