Sinan Ceran’ın okuduğu basın açıklaması metni:
Mazlum İdlib ve D. Türkistan Halklarının Yanında,
Emperyalist Güçlerin Karşısındayız!
Bismillahirrahmanirrahim
Necm Suresi 3 ayette Rabbimiz “ O, (kesinlikle kend) hevasından (kafasından ve nefsi kuruntularından) konuşmaz onun konuştuğu kendine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir.”
Değerli Basın mensupları ve kardeşlerim;
Rabbimizin belirlediği ölçülerle konuşmuyorsanız hevanızdan konuşuyorsunuz demektir. Hevanızın, nefsinizin ürettiği ölçülerle hareket ediyorsunuz demektir. Ey insan sen kim ölçü koymak kim. Ölçüyü Allah koyar. Bugün bu coğrafya da yaşananlara bakış ve algılayışımızı hangi ölçünün belirlediğini daha net konuşmalıyız. Allah mı yoksa hevalarınız mı?
Suriye'de onuncu yılına girecek savaşın acı bilançosu gün geçtikçe daha da kötüye gidiyor. Rusya'nın, İran'ın ve Esed'in işledikleri cinayetler ülkeyi adeta bir kan gölüne çevirdi. Suriye'de dokuz yıldır yüzbinlerce insanın ölümüne, hapishanelerde işkence ve tecavüze uğrayan bayanlara, açlıktan ölen bebeklerin, yakılan yıkılıp medeniyet dolu İslam kentlerinin elbet bir gün hesabının sorulacağını haykırmak için buradayız.
Sivil ve savunmasız insanların katledilmesine kör, sağır ve dilsiz kalan bölgesel ve küresel güçlerin ahlaksız, vicdansız ve umursamaz tavrı Suriye'deki trajediyi bugün daha da ileriye taşıyor. Bu umursamaz tavırdan cesaret alan Suriye'deki şer güçler ise yeni katliamların peşinde.
Malum olduğu üzere bu süreçte emperyalist güçlerin ikiyüzlü politikalarının bu savaşı derinleştirdiğini ve yaşanan acıların devam etmesine neden olduğunu biliyoruz. Özellikle İran ve Rusya'nın Ortadoğu'da nüfuzunu artırarak bu sürece dâhil olması, ABD’nin sömürgeci ve İsrail güvenliği politikası ile Avrupa Birliği'nin ikircikli tutumları bölgeyi tamamen kaosa sürükledi. Şimdi ise bu kaosu tekrardan fırsata çevirmenin hesaplarını yapıyorlar.
Diğer taraftan bölge devletlerinin sorunu çözme konusundaki kifayetsizliği, Müslümanların güçsüzlüğü ve parçalanmışlığı Suriye'de çözüm adına artık hiçbir umudu beslemiyor.
Şer güçleri Müslümanların içine düştüğü zilleten güç alarak bugün mazlum 4 milyon göçü bünyesinde bulunduran İdlib kentine saldırmaya başladılar. Gerekçe tabii ki her zamanki yalanlar! Dokuz yıldan fazla bir zamandır kimyasal silahlar dahil karadan, havadan tüm katliama direnen muhalif Müslüman grupların “terörist” ilan edilip şehrin bunlardan temizlenmesiymiş! Yani zulme, zalime tecavüze direnmek teröristlikmiş!
Buradan ifade etmek isteriz ki Suriye'de meşru bir şekilde direniş gösterip halkın namusunu koruyan muhalifler terörist değil bizatihi milyonlarca Müslümanı Bosna'da, Filistin'de, Mısır'da, Cezayır’de, Arakan'da Afganistan'da, Irak'ta, Çeçenistan'da katleden sizler asıl teröristlersiniz.
Ve tekrar burada özellikle ifade etmek istiyoruz ki, Esed zalimi ve onun kollayıcısı Rusya ve İran şimdiye kadar yapılan toplantı, müzakere ve anlaşma prensiplerine hiçbir zaman sadık kalmadı ve çatışmasızlık bölgelerinde dahi sivil katliamlara devam etti. Bu süreci takip eden bizler şuna şahit olduk ki; gerek Cenevre'de, gerek Astana'da, gerekse de Soçi'de yapılan görüşmelerden şimdiye kadar mazlum Suriye halkı lehine bir karar çıkmadı ve bundan sonraki görüşmelerden de mazlumlar adına bir sonuç çıkmayacaktır.
İdlib neden çatışmasızlık mutabakatına rağmen ateş topu gibi yanıp kavruluyor? İdlib’i yakıp yıkan Astana ve Soçi Zirveleri’nin asli ortağı, Esed rejimin garantörü Rusya değil mi? Evet, Rusya ve Esed rejimi Türkiye’nin 12 askeri gözlem noktası bulunan İdlib’te fırın, hastane, okul, mescid, mülteci kampı gibi sivil yerleşim yerlerinde çoluk çocuk demeden önüne geleni katlediyor. Fakat bu kör, amaçsız ve askeri stratejiden bağımsız bir barbarlık değil elbette. Orada muhalif Müslümanların yok olması, bölgede büyük bir üs noktası oluşturması, sıcak denizler politikası, Esad gibi zalimi çıkarları için ülkenin başında tutma çabası net bir şekilde görünmektedir. Ayrıca Libya’yla Doğu Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölge üzerine zapt edilen muhtıranın bu barbarlığı hızlandıran, daha bir korkunçlaştıran faktörlerden biri olduğunu vurgulamamız gerekiyor. Rusya hem Türkiye’nin Avrupa ve Amerika’yla yaşadığı çelişkiden yararlanıyor hem de Suriye’den milyonluk göç dalgasını tetiklemek üzere İdlib’e vahşice saldırıyor. Türkiye’ye yönelik emperyalist kuşatma Amerika’dan Avrupa’dan önce İran ve Rusya’dan geliyor.
Bununla birlikte savaşın başından beri Suriye'deki mazlumlara sahip çıkan Türkiye'nin düne kadar izlemiş olduğu olumlu politikalar ehli vicdan sahibi olan herkes tarafından görüldü ve desteklendi. Türkiye'nin bu tavrı devam ettiği müddetçe bizler tarafından da desteklenmeye devam edecektir. Umarız Türkiye mazlum kardeşlerine sırtını dönmez ve onları sahipsiz bırakmaz ve uluslararası arenada gücünü ortaya koyarak bu katliamlara engel olur. Çünkü bu Türkiye için insani bir sorumluluktur ve bu sorumluluktan kaçmamalıdır. İfade ettiğimiz bu sorumluluk gereği Türkiye derhal Birleşmiş Milletler nezdinde harekete geçmeli ve bu katliamların son bulması için bütün gücünü ortaya koymalıdır.
Türkiye açısından tablonun bir hayli zorlayıcı, hatta kritik olduğu açıktır. Karşılaşılan zorluk ve sıkıntı en temelde Ortadoğu'da statükocu bir yaklaşımla çıkar hesabı yapmak yerine mazlum halkların taleplerinden, mücadelelerinden yana tavır almanın bedelidir. Bu yüzden Türkiye sürekli sıkıştırılmakta, Mamafih bu zorlu, sıkıntılı süreçten çıkış, dayatmaya boyun eğmekle değil, yine ancak ilkeli, adaletten, haktan yana tavırlarda ısrarla sağlanabilir. Bu yüzden dışarda daha cesur ve bağımsız bir politika, içerde bürokratik oligarşi, seküler, mülteci düşmanı ve Doğu Perinçekvari emperyalist yanlısı zihniyeti dinlemeksizin yola devam etmesi gerekmektedir.
Önümüzdeki sürecin zorlu geçeceğini biliyoruz. Bu süreci en güzel biçimde değerlendirmek için çabalarımızı artırmalıyız. Emperyalistlerin propagandalarına; sahte ilahların yüreklere salmaya çalıştıkları korkulara; 'ülke menfaati, reel politik, küresel gerçekler, uzlaşma zorunluluğu' vb. zihni ve kalbi kirletme potansiyeli büyük putlara prim vererek izzetten uzaklaştıracak tavırlara düşmekten kaçınmalıyız.
Suriye'nin diğer bölgelerinde yaşanan katliamların İdlib'te de yaşanmaması için bütün Müslümanlar topyekûn dayanışma sergilemeli, mazlumdan yana net tavır ortaya koymalı ve zalimlere karşı sesini yükseltmelidir. Aksi takdirde mazlum ve muhacir bir halkın ölümüne seyirci kalmanın vebalini hiçbirimiz yüklenemeyiz.
Yüzyıl Savaşları’nda, I. Dünya ve II. Dünya Savaşları’ndaki milyonları Müslümanlar mı katletti? Cezayir ve Libya, Hiroşima ve Nagazaki, Halepçe ve Hama, Gazze ve İdlip katliamlarının sebebi sizin bitmeyen hırsınız, doymayan kibriniz, ilahlığa yeltenen nefsiniz ve İslam’a olan kininiz değil mi?
Ey ehl-i vicdan ve merhamet! Bu mazlumluk ve zalimlik böyle devam etmez. Elbette ‘Zalimler yakında nasıl bir inkılapla devrileceklerini görecekleri’ gibi ‘Mazlumun ahı da aheste aheste çıkacaktır.’ Ama burada bilmemiz ve önemsememiz gereken biz neredeyiz, kiminleyiz ve ne haldeyiz? Bazen ‘Uyanık olan bir kişinin tüm uyuyanları uyandırma’ ihtimali vardır. İşte Doğu Türkistan’daki Komünist Çin zulmünü bulunduğu konum itibariyle tüm dünyaya duyuran Mesut ÖZİL’i burada anmadan geçemeyeceğiz. Onun deşifre ettiği zulmü, onun cümleleriyle biz de bir kez daha deşifre ediyoruz:
“"Ey Doğu Türkistan, Mısır, Suriye, Arakan, Yemen, Gazze ve Pakistan…
Ümmetin kanayan yaraları... Eziyetlere direnen mücahit ve mücahideler topluluğu. Zorla İslam'dan uzaklaştırmaya çalışanlara karşı tek başına mücadele veren şanlı müminler. Kur'anlar yakılıyor, camiler kapatılıyor, medreseler yasaklanıyor, din âlimleri birer birer öldürülüyor. Erkek kardeşler zorla kamplara sokuluyor. Onların yerine Çinli erkekler ailelerine yerleştiriliyor. Bacılar zorla Çinli erkeklerle evlendiriliyor. Filistin’de Müslümanların evleri gaspediliyor, zeytinliklerine el konuyor. Suriye’de insanlık tarumar olmuş, Suriyeli Müslümanlar dört tarafa savrulmuş, Yemenli Müslümanlar ölüm ve açlıkla baş başa bırakılmış, Arakanlı Müslümanlar Budistlerin ateşinde… Mısırlı Müslümanlar zindanlarda birer birer ölüme terk edilmiş… Tüm bunlara rağmen. Ümmeti Muhammed suskun, sesi çıkmıyor. Müslümanlar sahiplenmiyor. Bilmezler mi ki zulme rıza zulümdür. Hz. Ali ne güzel demiş: 'Zulme engel olamıyorsanız, Onu herkese duyurun!'
Batı medyası ve devletlerinde dahi bu olaylar aylardır, haftalardır gündemde iken Müslüman ülkeler ve medyaları nerede? Bilmezler mi ki, zulmün olduğu yerde tarafsızlık, namussuzluktur... Bilmezler mi ki yıllar sonra oradaki kardeşlerimizin bu acı günlere dair hatırlayacakları zalimlerin işkenceleri değil, biz Müslüman kardeşlerin sessizliği olacaktır. Ya Rabbi, Doğu Türkistan'daki kardeşlerimize yardım eyle... Şüphesiz ki Allah; tuzak kuranların en hayırlısıdır."