Siyonist işgal rejiminin 1967 yılından 2011 yılına kadar tutukladığı Filistinli kadın sayası 12 bin olarak tarihe geçti. Bunlardan 850'si, 2000-2005 yıllarında devam eden birinci intifadada tutuklandı. Zindanlara atılanlar arasında yaşları 18'in altında çocuk yaştaki esirler olduğu gibi, anne olanlar ve tutuklanırken hamile olup içerde doğum yapanlar da var.
2016 yılı itibariyle halen işgal zindanlarında 62 kadın esir bulunmaktadır.
Oldukça kötü esaret şartları
Siyonist işgal rejimi zindanlarında bulunan Filistinli kadın esirler oldukça zor ve kötü koşullarda kalıyorlar. Yaşadıkları fiziki ve psikolojik işkence ve azap tutuklandıkları ilk anda başlıyor ve esir kaldıkları sürece de devam ediyor. Zindanlarda, yaşam koşulları açısından oldukça zor şartlarda yaşayan esirler, sürekli baskı ve zulüm görüyorlar.
Filistinli kadınlar, özel ihtiyaçları göz önünde bulundurulmadan insan onuruna layık olmayan yerlerde tutuluyorlar. Uluslararası hukukun öngördüğü şartlar göz ardı edilerek Filistinli esir kadınlara insanlık dışı muamele ediliyor. Mahkemelere giderken, ziyaretçileriyle görüşürken, bir hücreden diğerine nakledilirken erkek ve kadın gardiyanların kışkırtıcı aramalarına, küfürlerine ve zaman zaman da saldırılarına maruz kalıyorlar.
Cezaevi idaresi de baskı ve işkence yapmaktadır. Esirlerin hücrelerine göz yaşartıcı bomba atmakta, bazılarını aylarca tecrit odalarına hapsetmekte, yakınlarının ziyaretlerinden mahrum etmekte, takat getiremeyecekleri mali yaptırımlar uygulamaktadır.
Tecrit siyaseti
Cezaevi idaresi halen 6 Filistinli kadın esiri tek kişilik tecrit hücrelerinde tutmaktadır. Bunlar Arin Şuaybat, Saad Hamad, Suad Nezzal, Hale Cebir, Nesrin Ebu Zine ve Suad Nezzal'dir.
Cezaevi idaresi gözüne kestirdiği esirleri cezalandırmak için bahane bulup tek kişilik hücreye atıp zaten kısıtlı olan haklarından mahrut etmektedir.
Zindanda doğum yapan anneler
Filistinli esir kadınlardan en fazla sıkıntı çekenler, bebeklerini zindanda doğuran annelerdir. Zindanda doğum yapan esirlerden Semir Sabih yaşadıklarını şöyle anlattı:
“Ben de herhangi bir anne gibi bebeğimi, yanımda bir akrabamın bulunacağı doğal bir ortamda doğurmak isterdim. Ancak Allah'ın kaderi her şeyin üstündedir. Bebeğim için doğumun sancılarını, sıkıntılarını ve psikolojik ağırlığın taşıdım. Ama buna rağmen bebeğimin hayatından endişe duyuyordum. Çünkü benimle birlikte rutubetli, havasız, haşerelerin cirit attığı bir odada doğup yaşamak zorunda kaldı. Burada bir çocuk için lazım olabilecek her türlü ihtiyaçtan mahrum büyüdü.”
İnsanlık dışı uygulamalar
Bayan esirler sürekli işgalcilerin zulüm ve baskılarına maruz kalıyorlar. Mahkemelere götürülürken ve getirilirken bindirildikleri araçlarda gördükleri sıkıntılar bu zulmün sadece bir halkası. Bu süreç bazen 12 saat sürüyor. Bazen bu sürenin sonunda mahkemelere çıkarılmadan geri getiriliyorlar. Bu durum onların yorulmalarına, moral yönünden çökmelerine, psikolojilerinin bozulmasına neden oluyor. Yine daha önce bildirilmeden sebepsiz yere aileleriyle görüşmeleri engelleniyor. İşgal polisinin sürekli yaptıkları baskın ve aramalar ise başka bir sıkıntı kaynağı. En sonunda esirler cezaevi idaresinden aramalar için kadın polisleri tahsis etmesini talep ettiler. Kış ve yaz mevsimlerinde gereken soğutma ve ısıtma cihazlarından mahrum bırakılıyorlar. Cezaevi idaresi bu tür cihazları vermediği gibi, esirlerin bu cihazları almalarına da müsaade etmiyor.
Bunların yanında başka haksızlıklara da uğruyorlar:
-Analık duygusundan mahrum bırakılıyorlar. Evlerinden, çocuklarından uzun yıllar boyunca uzakta tutularak sıkıntı çekmesine neden oluyorlar.
-Aile fertlerinin kendilerini ziyaret etmelerine kısıtlama getiriyorlar.
-Esir kadınların 6 yaşından büyük çocuklarıyla doğrudan görüşmelerini, öpüp kucaklamalarını engelliyorlar. Bunlarla ancak büyükler gibi engellerin arkasından görüşebiliyorlar.
-Esir kadınların esir olan kocalarını ziyaret etmelerine ve onlarla bir araya gelmelerine izin verilmiyor. Hâlbuki Dördüncü Cenevre Anlaşmasının 82. maddesi bu hakkı güvence altına almıştır.
-Filistinli esirlere yakın hücre ve bölümlere adi suçlardan yargılanan Yahudi kadınlar yerleştiriliyor. Bu kadınlar zaman zaman Filistinli esir kadınlara saldırıyor.
Açlık eylemleri
Siyonist işgal rejimi zindanlarında yaşamak durumunda kalan Filistinli esir kadınlar, zindanda bulunan esir hareketinin bir parçası olmuş, bu hareketin yaptığı direnişe hep destek vermiş ve fiilen direnişlerine katılmıştır. 1984 yılında başlattıkları açlık grevini 18 gün, 1992 yılında 15 gün, 1996 yılında 18 gün ve 1998 yılında 10 gün devam ettirmişlerdir.
Esir hareketi tarihinde destan yazan Filistinli kadın esirler 1996 yılında bazı kadınların bırakılmasını ön gören Taba Anlaşmasını kabul etmeyerek, tüm kadın esirler salıverilmeden kimsenin çıkmayacağını belirtti ve salıverilmeleri kararı verilenler de içerde kaldı ve 1997 yılında taleplerini kabul ettirerek hepsinin dışarıya çıkmalarını sağladılar.
Yine Oslo İlkeler Anlaşmasında “bütün esir kadın ve erkekler salıverilmeden barış olmaz” sloganıyla eyleme başlayan diğer esirlerin yanında tavır alan kadın esirler, en sonunda erkek esirlerle birlikte hedeflerine ulaştılar.
Kadın esir Kahire'nin şahitliği
27 yaşındaki Filistinli kadın esir Kahire Said Es-Sa'di Cenin Mülteci Kampından olup, evli ve dört çocuk annesidir.
Kahire yaşadığı sıkıntıları şöyle anlattı:
“Tutuklanıp araca bindirildiğim andan itibaren işgal askerlerinin alçakça ve iğrenç sözlerine ve küfürlerine maruz kaldım. Dipçiklerle beni dövdüler. El-Meskubiyye Cezaevinde çıplak arandım. El ve ayaklarımdan sandalyeye bağlı tutuldum. Bu hal saatlerce sürdü. Uzun saatlerin ardından Ebu Yusuf diye isimlendirilen sorgu memuru içeri girip sandalyesini bana yapıştırdı. Bana oldukça yakın duruyordu. Uzak durmasını istedim. Bana işinin bunu gerektirdiğini söyledi ve uzaklaşmadı. Ellerimi ve ayaklarım bağlı olduğu için de bir şey yapamıyordum.”
“Sorgucu şahsın taleplerine olumlu cevap vermeyince beni sürgün dedikleri yere naklettiler. Burası yerin altında bir yerdeydi. Oldukça rutubetli ve ışıksızdı. Ne su vardı ne de hava. Hücre böceklerle doluydu. Sürgün hücreleri oldukça dardır. İhtiyaç için yere küçük bir çukur kazılmış. Her saatte bir bardak su veriyorlardı. Hava sirkülasyonu olmadığı için içerisi berbat kokuyordu. Dokuz gece burada kaldım.”
“Sorguda bana bağırıp çağırıyor, şantaj yapıyor ve tehdit ediyorlardı. Sorgucu defalarca bana saldırma ve kötülük yapma tehdidinde bulundu. Ben de bunun korkusuyla ağlıyordum. Hayatımda duymadığım kötü sözleri onlardan duydum.”
“Üç ay boyunca sorguya tabi tutuldum. Şelomo denilen bir subay bana sert postallarıyla vuruyordu. O kadar vurdu ki en sonunda esirler bunu protesto etmek için açlık grevi başlattılar.”
Kaynak: Filistin Enformasyon Merkezi / Araştırma