Taha Kılınç / Yeni Şafak
Kayıp çocuklar
Milattan hemen sonra, Filistin topraklarında hâkimiyet kurmaya çalışan Roma İmparatorluğu, Yahudilerle çetin bir kavgaya tutuşmuştu. 70 yılında ünlü Romalı komutan Titus tarafından Kudüs’ün altı üstüne getirildi, ancak kavga yine yatışmadı. Filistin’de oraya buraya dağılan militan Yahudi gruplar, Romalı efendilere yönelik saldırı ve sabotajlarını sürdürdüler. Söz konusu karmaşa ortamında, sivil Yahudi nüfusun farklı coğrafyalara göç etmekten başka seçeneği yoktu. Asya yaylalarından Arabistan içlerine, büyük bir Yahudi hareketliliği başladı. Bu çerçevede, binlerce Yahudi de Yemen’in yolunu tuttu.
Yemen’i tercih etmelerinin birinci sebebi, hepsinin çok iyi bildiği ünlü Şeba Kraliçesi’nin (İslâmî literatürdeki Sebe Kraliçesi Belkıs) memleketi olmasıydı. Kadîm Sebe ülkesi, Yemen’in kuzeyindeki Ma’rib mıntıkasındaydı. İkinci sebep ise, baharat ticareti rotasında çok kârlı bir durak olan Yemen’deki ekonomik potansiyeldi.
Birkaç yüzyıl sonra, Yemen, yine Bilâdüşşâm bölgesinden iki ayrı dinî grubun daha göçüne sahne oldu: İbâdîler ve Zeydîler. Hz. Ali’yi şehit eden Hâricîlerden ayrılan bir fırka, Abdullah bin İbâd et-Temîmî’nin öğretilerini benimseyerek 745 yılı civarında Yemen’in Hadramevt bölgesinde kendi yönetimini kurmuştu. Hz. Hüseyin’in torunlarından Zeyd bin Ali’ye bağlı olan Zeydîler ise, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in hilâfetini meşru görmeleri sebebiyle, Ehl-i Sünnet’e en yakın ve mutedil Şia fırkasıydı. Merkezdeki kavga ve kaostan kaçarak Yemen’e sığındıklarında, tarihler 800’lü yılların başını gösteriyordu.
Böylece farklı itikadî ve tarihî arka planlara sahip Yahudiler, Zeydîler ve İbâdîler, Yemen ve bugünkü Umman topraklarında yan yana yaşamaya başladılar.
Yemen Yahudileri, 1800’lü yılların başından itibaren, Batılı araştırmacıların ve antropologların dikkatini çoktan çekmişti. Özellikle Alman Yahudi kâşif ve fotoğrafçı Hermann Burchardt’ın –1909’da Yemen içlerindeki bir seyahati sırasında öldürülünceye kadar– yaptığı çalışmalar, Yahudilerin tarihine, kültürüne ve Yemen’deki konumlarına dair çok önemli bilgiler sağladı. Yemen Yahudileri, 1880’lerin başında küçük gruplar halinde Filistin’e göç etmeye başladığından, bilahare Siyonistlerin de radarına girmekte gecikmediler. İsrail kurulduktan sonra ise, merkezinde Yemen Yahudilerinin bulunduğu korkunç bir skandal, gündeme bomba gibi düşecekti…
1949 yazından 1950 sonbaharına kadar, 50 bine yakın Yemen Yahudisi, İngiliz ve Amerikan uçaklarıyla Aden’den İsrail’e nakledildi. 350’den fazla uçuşun gerçekleştirildiği süreçte Cibuti, Somali ve Eritre’den de Yahudiler getirildi. 800 civarında Yahudi yolculuk sırasında ölürken, hem Aden’de hem de İsrail’e geldikten sonra barındırıldıkları kamplarda olağanüstü kötü şartlarda tutuldukları için, binlercesi salgın hastalıklar ve bakımsızlık sebebiyle hayatını kaybetti. Asıl skandal ise, –bazı kaynaklarda sayıları 5 bine kadar çıkarılan– Yemenli Yahudi bebeklerin ortadan kaybolmasıydı. Doğumla birlikte bebekler annelerinden zorla ayrılıyor, daha sonra kendilerine “çocuklarınız öldü” denilip başka herhangi bir bilgi verilmiyordu. Birçok anne, çocuklarının “öldüğünü”, kamplardaki hoparlörlerden yapılan toplu anonslarla öğreniyor, büyük bir şok yaşıyordu. Bilahare, “öldü” denilen çocuklardan bazılarının Holokost’tan kurtulan çocuksuz Yahudi çiftlere evlatlık verildiğinin ortaya çıkması ise, skandalın zirve noktasını oluşturuyordu.
“Yemenli kayıp çocuklar” dosyası, İsrail’de bugün hâlâ ciddi tartışmalara konu olan bir mesele. Farklı zamanlarda kurulan çeşitli komisyonların resmî raporları “Abartıldığı kadar yaygın bir ihmal yoktu, belki ufak-tefek şeyler olmuş olabilir” şeklinde muğlak neticelerle bitti hep. Ama Yemen’den koparılıp işgal edilmiş Filistin topraklarına sürüklenen Yahudi halkın zihnindeki ve kalbindeki soru işaretleri ortadan kalkmadı.
Batı emperyalizminin ileri karakolu olarak, bir işgal kolonisi biçiminde dizayn edilen İsrail projesi, yalnızca Filistin’in yerel Müslüman ve Arap halkına acı çektirmedi; aynı zamanda kendi Yahudi nüfusuna da farklı açılardan çok çeşitli trajediler ve dramlar tattırdı. Bir gün bu kanlı parantez kapandığında, İsrail’in, bütün insanlığa karşı işlenmiş ağır bir suç olduğunun bütün delilleri de tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilecek.