Ahmet Varol / Yeni Akit
İşgalcinin UAD kararına cevabı!
Uluslararası Adalet Divanı (UAD), Güney Afrika’nın açmış olduğu, İsrail işgal rejiminin Gazze Şeridi’nde Filistin halkına yönelik soykırım uygulamasıyla ilgili dava çerçevesinde, ek ihtiyati tedbirler alınması talebiyle ilgili kararını 24 Mayıs Cuma günü açıkladı. Kararda işgal rejiminden Refah’a yönelik saldırılarını derhal durdurmasını, soykırıma sebep olan tüm uygulamalarına son vermesini, Gazze’ye insani yardım sokulmasına izin vermesini, BM ekiplerinin soykırım konusunda araştırma yapmasına imkan tanımasını ve yaptığı düzenlemeler hakkında bir ay içinde rapor vermesini istedi.
Tabii bu karar olumlu bir adım olmakla birlikte siyonist işgal rejiminin Gazze’de gerçekleştirdiği soykırım konusunda beklenenin bayağı gerisinde kalıyordu. Çünkü her şeyden önce işgal rejimi sadece Refah bölgesinde değil, Gazze Şeridi’nin her tarafına yönelik saldırılar düzenliyor. Refah’ta katliamlar yaptığı günlerde Gazze Şeridi’nin kuzey kesiminde ve bölgenin nüfusça en kalabalık yerleşim alanı durumundaki Cebaliya Mülteci Kampı’nda da saldırılar düzenliyor ve katliamlar yapıyordu. Bu saldırıların tümü soykırımın bir parçasıdır ve uluslararası alanda yapılması gereken, işgal rejimini bütün bu saldırılarını durdurmaya zorlayacak belirgin adımlar atılmasıdır. İşgal rejimini zorlayacak pratiğe dönük bir adım atılmaması durumunda, sadece işgal rejiminden artık insafa gelmesini talep etmenin sağlayacağı bir şey olmayacaktır. Çünkü siyonist vahşetten insafa gelmesini beklemek boşunadır.
UAD’nin kararını açıklamasından sadece iki gün sonra 26 Mayıs Pazar akşamı siyonist işgalciler Refah’ın Tellu’s-Sultan Mahallesi civarında, bizzat işgal rejimi tarafından “güvenli” ilan edilen ve UNRWA tarafından işleri takip edilen çadır kampa havadan yine dev füzeler ve bombalar atarak korkunç bir katliam gerçekleştirdi. Atılan bombalar ve füzeler yine siyonist işgal rejimine ABD tarafından temin edilen füzeler ve bombalardı. ABD güya işgalci siyonistlere bu tür bombaları artık vermeyeceğini açıklamıştı. Demek ki bu konuyla ilgili bizim daha önce yazdığımız bir yazıda da dile getirdiğimiz üzere bu nitelikteki bombalardan işgalci siyonistlerin işini görecek miktarı önceden zaten vermiş.
Saldırıda yarıdan çoğu kadınlardan ve çocuklardan oluşan 45 kişi hayatını kaybederken 300’den fazla insan da yaralandı. Atılan bombaların ve füzelerin sığınmacı kamplarındaki çadırlarda yangın çıkarması sebebiyle ölenlerin bazıları yanarak ölmüştü. Yaralananların arasında da durumları ağır olan çok sayıda insan var. İşgal rejimi Refah bölgesinde de öncelikli olarak hastaneleri daha önceden vurduğundan bu bölgede de birçok hastane ve klinik kullanılamaz hale gelmiş durumda. Dolayısıyla bu bölgede de yaralılara hizmet verilmesinde büyük zorluklar yaşanıyor. Bölgenin dünyayla irtibatını sağlayan Refah Sınır Kapısı (Salahuddin Kapısı) da işgal güçleri tarafından kontrol edildiğinden yaralıların dışarı çıkarılması ya da onlar için tıbbi malzeme ve ilaç temin edilmesi imkanı da yok. Yani insanlar siyonist vahşetin oluşturduğu bir ateş çemberine alınmış durumdalar. Dünya ise seyrediyor.
Aslında işgal rejiminin o korkunç saldırıyı gerçekleştirmesinin amacı UAD’nin kararına cevap vermekti. Yani işgal rejimi bu tutumuyla tüm dünyaya meydan okuduğu, uluslararası hukukun, UAD’nin, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin, yani kimsenin kendini durduramayacağı mesajı vermek istedi.
Çünkü siyonist vahşetin arkasında böylesine bir katliam karşısında bile “İsrail’in henüz sınırı aşmadığını” iddia edebilecek kadar arsızlaşan bir ABD ve onun başını çektiği küresel emperyalizm var.
İşgalci siyonist bu saldırıyı ve katliamı kasıtlı ve planlı yaptığı halde olayın başlangıcında, Hamas’ın iki önemli komutanını hedef aldığını ileri sürerek, sonrasında da “üzücü kaza olduğu” iddiasını kullanarak kendini savunmaya çalıştı. Oysa hedef alınan yer UNRWA’nın gözetimindeki bir çadır kamp, hedef alınan insanlar buradaki sığınmacılar, öldürülenlerin tümü de savunmasız insanlardı.