Dr. Seher Bulut / Perspektif.eu
İsrail’in Gazze’ye orantısız saldırısı ve uluslararası kamuoyundaki değişim
7 Ekim’de sonrası alevlenen çatışmalara Katar ara buluculuğundaki bir geçici ateşkesle ara verilmiş Gazze Şeridi’ndeki aktif çatışmalar durmuştu. Başlangıçta 4 gün olarak ilan edilen ateşkes ilerleyen süreç içerisinde birkaç gün daha uzatılmıştı. 24-30 Kasım tarihleri arasında 1 haftalık ateşkes boyunca Hamas, 80 rehineyi İsrail’e teslim ederken, İsrail ise hapishanelerindeki 240 Filistinli mahkûmu tahliye etti. İsrailli olmayan 20’den fazla rehine de Hamas tarafından serbest bırakıldı. Ateşkes sona erer ermez İsrail’in Gazze Şeridi’ni yoğun bir şekilde bombalamaya devam ettiği görüldü. Özellikle Refah ve Han Yunus’taki yüzlerce hedef karadan, havadan ve denizden vuruldu.
İsrail’in Gazze’ye saldırmakta net bir amacı var mı?
Bu süreçten sonra İsrail’in Gazze planlarının ne olduğuna dair belirgin bir politikası olduğunu söylemek güçtür. 7 Ekim sonrası başlatılan operasyonlarda İsrail tarafından Gazze’nin Hamas’tan arındırılmasının hedeflendiği ifade edilirken, gelinen noktada bölgenin hedef ayırmaksızın insansızlaştırılmaya çalışıldığı ve Hamas ile alakası ortaya konulamayan hastane, okul, yerleşim yeri gibi alanların yoğun bir şekilde bombalandığı görüldü.
Bu politikanın en bariz göstergesi İsrail’in Hamas ile ilişkilendirdiği Şifa Hastanesi’ni vurmasıydı. Hastanenin Hamas tarafından bir karargâh olarak kullanıldığı ifade edilmiş fakat ilerleyen süreçte İsrail’in hastanenin altındaki dehlizleri Hamas’ın komuta merkezi olarak kullandığı yolundaki iddiaları kanıtlayacak somut bir delil ortaya konulamamıştır. Mevcut durumda ateşkes sonrası Hamas tarafından fırlatılan füzeyi gerekçe göstererek Gazze’de kara ve hava operasyonlarına devam edilmektedir. Saldırıların başlaması sonrasında Hamas’ın tamamen ortadan kaldırılmasına yemin ettiklerini ifade eden İsrail Başbakanı Netanyahu ve hükûmetinin abluka altındaki bölgede sivilleri nasıl koruyacağı konusunda giderek artan bir baskı ile karşı karşıya kaldığı görülmektedir.
İsrail operasyonlarının normatif değerler ve savaş hukuku ile çelişkisi
Filistin bölgesinde 7 Ekim’de başlayan saldırılar sonrasında İsrail’in savaş hukukunu yerle bir edecek bir şekilde Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılar tüm dünyada eşi benzeri görülmemiş bir tepki sürecinin doğmasına neden oldu. Aslında mesele 1948 yılında İsrail’in kuruluşu ve sonrasında gerek Arap devletleri gerekse Filistinliler arasındaki bir türlü çözülemeyen çeşitli konularla ilişkili olsa da uluslararası kamuoyunda hiçbir zaman bu denli yüksek seviyede ses getirmemişti. Kısa vadede bakıldığı zaman bu tepkiler -İsrail’in Gazze Şeridi’nde gerçekleştirdiği saldırıları engellemek adına doğrudan bir etkisi yok gibi görünüyor olsa da- özellikle Batı kamuoyunda sunulan ve yıllardır uygulanıyormuş gibi gösterilen normların gerçek motivasyon kaynaklarını ortaya koymuş oldu.
İsrail tarafından 7 Ekim sonrasında Gazze Şeridi’ne yönelik başlatılan askerî saldırılar uluslararası sistemin ve bu sistem tarafından ortaya konulan normatif değerlerin ciddi şekilde yara almasına neden oldu. Öyle ki kuruluşu sonrası çok boyutlu küresel iş birliklerine katılım ve bu normların tatbiki konusunda zaten oldukça çekinceli olan İsrail’in bu işbirliği süreçlerine neden bu kadar çekinceli yaklaştığı bir defa daha ortaya çıktı: Ne istiyorsa onu yapabilmek.
Uluslararası kuruluşların normatif yönleri her ne kadar tarihsel süreç içerisinde önemli yaralar alsa da, devletlerin bu normlara uymak konusunda hâlâ farklılaşan oranlarda itaatkâr davrandığı biliniyordu. Fakat bu normların İsrail açısından neredeyse hiçbir şey ifade etmediği yaşanan son olaylar ile tekrardan ortaya çıktı. Gazze Şeridi’nin kuzeyini yoğun bir şekilde bombalayan İsrail’in şeridin güneyinin daha güvenli olduğunu ifade etti. İsrail’in Gazzeliler bu bölgeye intikal ederken gerek hareket hâlindeki insanların ve güneydeki sığınakların üzerine bombalar yağdırması ve buna ek olarak hastaneleri, okulları bombalaması, tüm dünyaya ülke karar alıcılarının bir cinnet hâli yaşadığını gözler önüne serdi. Bu durum aynı zamanda İsrail’in bir devlet olarak uluslararası normlara mümkün mertebe itaat ederek ortaya koyması beklenen stratejik devlet zekasından uzak olduğu şeklinde yorumlandı.
Saldırıların iki ayı geçmesi ve oldukça yoğun şekilde devam etmesine rağmen İsrail Savunma Kuvvetlerinin istedikleri neticeyi alamadıklarını ifade ederek savaş hukukunu hiçe sayan operasyonlarına devam etmesi bu cinnet hâlinin en temel göstergesi oldu. Sadece Gazze Şeridi ile yetinmeyen İsrail aynı zamanda Batı Şeria’da da “terör” iltisaklı olduğunu iddia ettiği kişi ve gruplara karşı baskınlar düzenleyerek Gazze ve Batı Şeria’da 4 bine yakın kişiyi tutukladı. Dolayısıyla süreç içerisinde gerçekleştirilen rehine takasına rağmen Filistinli rehineler bir taraftan İsrail hapishanelerinden salıverilirken bu rakamlardan çok daha fazlası İsrail hapishanelerine alındı. Dolayısıyla rehine takas anlaşmasının taraflar arasında daha büyük kapsamlı bir uzlaşı süreci başlatılmadan istenilen sonuçlara tam olarak ulaşamayacağı görüldü.
Savaş kanunları ve orantılılık ilkesi
Yıllardır devam eden İsrail saldırılarının kapsam ve ölçeği ile alakalı yeni bir döneme girildiğini ve bu noktada dünya kamuoyunu ayağa kaldıran konunun bu olduğuna burada dikkat çekmek gerekiyor. Katliamların kapsamı ve ölçeğini İsrail’in en büyük destekçisi olan ABD’li üst düzey diplomatların tepkileri üzerinden okumak mümkündür. Birçok kişinin İsrail’in uyguladığı orantısız saldırılara karşı itirazı olsa da bu noktada birkaç ismin açıklamalarına bakmak önem arz ediyor.
ABD Dışişleri Bakanlığının müttefikler ve ortaklara silah tedariki biriminde genel müdür olarak çalıştığı görevinden 7 Ekim sonrasında yaşanan gelişmeler nedeniyle istifa eden Josh Paul, ABD’nin silah sevkiyatı sonrasında gönderilen silahların savaş kanunları ve orantılılık ilkesi ile uyumlu olması gerektiği hâlde İsrail konusunda böyle bir tartışmanın karar alma mekanizması içerisinde hiçbir zaman işletilmediği ve İsrail’e gönderilen 4 binden fazla Dumb bombası, binden fazla güdüm kiti ve 45 bin top mermisinin bu tartışmalarda ele alınmadığına işaret etti. Buna ek olarak, yine üst düzey yöneticilerden ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, aralık ayında yaptığı açıklamada Gazze’de sivillere yönelik saldırıların devam etmesi hâlinde sahada kazanma ihtimali olan İsrail’in daha geniş kapsamlı bir stratejik yenilgiye uğrama riski ile karşı karşıya olduğuna işaret etti.
Gelinen noktada İsrail’in Gazze’nin güneyine olan saldırıları tüm hızıyla devam ederken uluslararası örgütler ve bölgede görev yapan gazeteciler de dâhil olmak üzere yüzlerce insanın hayatını kaybettiğine dair haberler geliyor. Batılı liderlerin İsrail operasyonlarında her şeye rağmen yine de İsrail’in yanında olduklarının altını çizmesi İsrail’in eylemlerine pervasızca devam etmesine neden oluyor. Buna rağmen, tüm dünyada İsrail’in eylemlerine karşı tepkilerin bu zamana kadar gerçekleşmemiş bir boyutta küresel intifada eylemleri ile yeni bir döneme girmesi, ABD’nin İsrail’e olan koşulsuz şartsız desteğinin eskisi kadar güçlü olmamasına yol açıyor.
Nitekim ABD Başkanı Biden son yaptığı açıklamada İsrail’in Gazze konusunda dünya kamuoyunun desteğini kaybetmeye başladığını ifade etti. Avrupa başkentlerinde gösterilerin devam ettiği görülürken Avrupalı liderlerin de her ne kadar İsrail’e destekleri devam etse de İsrail’den kendisini uluslararası hukuka uygun şekilde, sivil halkı koruyarak savunmasını istediklerini ifade ettikleri görüldü. Bu yaklaşımın -bahsi geçen ülkelerin Filistinlilere karşı bakış açılarını değiştirmesinden ziyade- yukarıda bahsi geçen normatif yönlerinin zayıfladığına dair eleştirilerin sonucu olarak ifade edildiğini söylemek mümkün. Küresel düzeydeki tepkiler devam ettiği müddetçe İsrail her ne kadar sahada muharebeyi kazansa da daha stratejik manada etkisi uzun sürecek büyük bir yenilgi ile karşı karşıya kalacaktır. İsrail tarafından Filistinliler lehine yapılan her açıklama antisemitizmle ilişkilendirilse de 7 Ekim sonrası ortaya koyduğu eylemler nedeniyle İsrail bundan sonraki süreçte daha fazla eleştiriyi göğüslemek zorunda olacaktır.