Bu konferansın ikinci bölümünün metni aşağıdadır:
Geliniz işgal altındaki İslam coğrafyalarında yaşananlara rağmen gerçekleşen Ak Parti politikalarına ve bunlara eklemlenenlerin düştüğü edilgenliğin yol açtığı zaaflara bir bakalım.
Afganistan'daki NATO İşgali ve Katliamları ABD Öncülüğünde ve Türkiye Desteğiyle Sürüyor
Önce Afganistan ve Pakistan üzerinde duralım. Bakın bizatihi Amerikan kuruluşları tarafından yayınlanan raporlarda Afganistan'daki on yıllık işgale rağmen oraya egemen olamadıkları ve halkın kendilerinden ve işbirlikçileri olan yönetimden razı olmadığını itiraf eden tespitlere yer veriliyor. ABD'nin adına hareket eden yönetime stratejik açıdan önemli görülen 121 yerden sadece 29'undan destek geldiği vurgulanıyor. Yani Afganistan'da 121 stratejik açıdan önemli yer görüyorlar, bunun sadece 29'undan işbirlikçisi Karzai hükümeti destek görüyormuş. Bu kendi tespitleri. Raporda Taliban'ın durmaksızın büyüyen etkisini ve Karzai hükümetinin bu toprakların sadece %25'ini kontrol ettiğini ifşa ediyorlar. Başkan W Bush zamanında 2001 yılında, "düşmanlarımızı Afganistan'daki mağaralarda bulursak onları bir bir dışarı çıkaracağız ve hiç kimse Amerika'ya karşı koyamayacak" diye kadiri mutlak bir ilah edasıyla konuşuyordu. Ama tam tersine gelişmelerle, ABD ve onun adına iş yürüten hükümetin gizlendiğini bugün kendileri itiraf ediyorlar ve üslerde kuşatıldığını söylüyorlar.
Taliban'a bağlı İslami direnişçilerin somut olarak Afganistan'ın %80'ine egemen olduğunu Amerikan raporu bizzat kendisi ifşa ediyor. Elhamdülillah diyoruz. Allah kendi yolunda hakka bağlı ve haklı olan kullarının yardımcısıdır. Bu haklı ve zorlu mücadelelerinde kardeşlerimizin Allah yardımcısı olsun. Taliban'ın hedeflerinin ve manifestosunun halkın emellerini doğru olarak yansıttığı ve tam olarak birbirine benzediği ifade ediliyor. Yani Taliban'ın söylemleri, hedefleri Afgan halkının söylem ve beklentileriyle tamamen örtüşüyor tespiti yapılıyor. Afganistan'ı işgal ettiklerinde ve halkın kendi kaderi üzerindeki belirleyiciliğini elinden almaya kalktıklarında ve bağımsızlıktan mahrum bırakılması sonucunda, binlerce masum Afgan'ı Guantanamo, Bagram, Kandahar'da ve diğer yerlerdeki açık ve gizli hapishanelerde demir parmaklıklar arkasına attılar. Açık gizli işkence hanelerle Afganistan'ı CIA'nın bir örümcek ağı şebekesine çevirdiler. İnsanların evlerine geceleri saldırdılar, masumları öldürdüler, düğün ve cenaze törenlerini bombaladılar, ülkedeki kontrollü saldırılara bir son vermedikleri gibi, işkenceleri durdurmadıkları gibi masum Afganları, sivil halkı korsan saldırılarla şehid etmeyi sürdürdüler. Hatta binlercesini diri diri gömmeye kadar varan nice vahşetlerin altına imza attılar. Afganların ülkesini Afganlara bırakmamak için çok boyutlu zulümler yaptılar.
Afgan tutuklular/esirler yargısız infazlarla katlediliyorlar. Yani tutuklanmış, ele geçirilmiş insanlar çatışmada öldürülmüş gibi gösterilerek katliamlarla ortadan kaldırılıyorlar. Yani onları esir olarak bir hapishanede tutmaya bile tahammülleri yok. Zaten OBAMA'nın "esir almayın öldürün" talimatı verdiği de biliniyor. Mesela Amerikan askerlerinden birisi şunları itiraf ediyor: Sizlere ülkem hakkındaki büyük trajediden bahsedeceğim. Başkan Obama başka bir yol deniyor. Aynı Irak'taki gibi Afganistan'da tutuklular da ceza evlerinde infaz ediliyor diyor. Ve devam ediyor bu tutuklular çatışma sahalarında infaz ediliyor. Bu infazlarla ilgili olarak birçok rapor gelmesine rağmen bu konuda hiçbir şey değişmiyor diyor. Şayet tutuklular diyor Taliban olmadıklarını ispatlayamazlarsa kafalarına bir kurşun sıkıyorsunuz işi bitiyor diyor. Düşüne biliyor musunuz Taliban olmadığını ispat edecek bir insan, nasıl etsin? Yakaladığın herkese böylece bir kurşun sıkabileceğin anlamı çıkıyor.
"Soğuk savaş" yerine "uzun savaş" stratejisi ikame edildi
Pentagon'un bir kanadının hazırladığı, kamuoyunda ve kongrede tartışılan bir program var: 50 ile 80 yıl arası devam edecek bir uzun savaşı göze aldıklarını söylüyorlar. Yani bu kısa süreli bir şey değil. Ve diyorlar ki, "Afganistan Pakistan ve Irak sadece bu büyük savaşın ortasındaki küçük savaşlardır". Yani dünyanın pek çok yerinde, özellikle de yeni düşman İslam'ın coğrafyasında çıkaracakları uzun süreli savaşlarla kendilerini ayakta tutacak ve buralardaki sömürü imkânlarıyla kendi ülkelerindeki israfa ve lükse dayalı kapitalistçe üretim ve tüketim alışkanlıklarını sürdürebilecek bir imkânı elde edebileceklerini düşünüyorlar. Komünizme karşı on yıllarca sürdürdükleri, büyük harcamaları yapmak için halklarını aldatıp bu sayede ikna etmelerine zemin hazırlayan "soğuk savaş"ın yerine böylesi bir "uzun savaş"ı ikame ettiklerini, bunun hegemonyalarını ve sömürü düzenlerini sürdürmeleri için kaçınılmaz bir gereklilik olduğunu itiraf ediyorlar.
İşte bu "uzun savaş" stratejisini mercek altına almanın onu kongre oturumlarının odak noktasına getirmenin ve medya önünde ciddi olarak gözden geçirmenin zamanıdır diye içeriden itirazlar yükseliyor ama sesleri boğuluyor. Hala Obama çevresinde dolaşan bu cılız seslerin bastırıldığı ve hala Neo-con'ların, şahinlerin bu uzun savaş stratejisini dayatmaya ve o amaçla yönlendirerek hala bu noktadaki projelerini sürdürmeye çalıştıkları görülüyor. Evet, soğuk savaşın sonunda meydana gelen boşluğu doldurmaya amaçlayan uzun savaş ve muhafazakârların ve Pentagondaki bazılarının bu konudaki umutları, beklentileri ve tahrikleri söz konusu.
Pakistan'da açık gizli ABD operasyonları, insansız uçak katliamları sürüyor
Onlar "uzun savaş" doktrini içerisinde Irakta kalıcı üsler kurulması talebinde bulunuyorlar. Bir yandan Irak ve Afganistan'dan çekilme planlarının durdurulmasını, hiç değilse yavaşlatılmasını, Pakistan'daki artık herkesin bildiği gizli operasyonların, insansız uçaklarla yapılan sivil katliamları da kapsayan saldırıların ise devam etmesini istiyorlar. ABD uçakları Kuzey Veziristan'ı bu gün hala vurmaya devam ediyor.
Veziristan ve Afganistan'daki sivil katliamının ki oradaki yerli halkın hepsi sivil bildiğiniz gibi. Eline silah almış olanlar bile nizami bir ordu değil. Sivil halkın kendi namuslarını, canlarını ve topraklarını korumak için silaha sarılmasından ibarettir ki, o silahlar da öyle güçlü silahlar, teknolojisi yüksek silahlar değildir. Yani onların hepsi canlarını, namuslarını ve topraklarını korumak isteyen sivillerdir. Binlerce sivil şuanda Afganistan'da, Pakistan'da ABD, NATO ve işbirlikçilerce katledilmeye devam ediliyor. 2001'den beri de yaklaşık 400.000 civarında insan katledilmiştir. Bu büyük bir vahşettir.
Pakistan'ın Afganistan sınırına yakın bölgelerinde hem Pakistan işbirlikçi ordusunun hem de emperyalist ABD'nin alçakça ve savaş hukuku kurallarını tanımayan, savaş suçu niteliği taşıyan azgın saldırılarıyla gerçekten büyük katliamlar gerçekleşiyor. Yüzlercesi katledilirken, binlercesi yaralanırken, yüz binleri aşan masum halk kesimleri göçe zorlanıyor, kendi ülkelerinde mülteci konumuna düşürülüyor. Son birkaç aylık süre içerisinde bile 200'ün üzerinde sivil köylerinde, evlerinde Amerikan insansız uçaklarının attığı füzelerle, bombalarla öldürülmüş, katledilmiş bulunuyorlar. Bunun yanında binlerce sivilin yaralanması da söz konusu. Ayrıca Amerika'nın Irak'ı kana bulayan "Black Water" misali terör ve katliam şirketleri CIA ile birlikte şimdi de Pakistan'da terör estiriyorlar. Yerli halka yönelik çok ölümlü katliam provokasyonlarına imza atıyor, canice operasyonları kolayca gerçekleştiriyorlar. Yerli işbirlikçi yönetimin de desteğiyle, halkı birbirine karşı kışkırtan senaryoları uygulamaya koyarak, ülkeyi istikrarsızlaştırarak bölgede ABD egemenliğini pekiştirmeye çalışıyorlar.
Bütün bunlara rağmen, TC Cumhurbaşkanı ve Başbakanı, NATO'da dâhil emperyalist devletlerle ve Afganistan'daki, Pakistan'daki işbirlikçi yönetimlerle "terörizme karşı ortak mücadeleden" bahsediyorlar. Gerek Pakistan'a yapılan ziyaretlerde, gerek işbirlikçi Afgan ve Pakistan liderleri Karzai ve Zerdari ile Türkiye'de bir araya gelerek, gerekse İstanbul NATO toplantılarında emperyalist devletlerle buluşarak, ittifak halinde "teröre karşı mücadeleyi" sürdüreceklerini açıklıyorlar.
Halkının Çoğunluğu Kendisini Müslüman Olarak Tanımlayan Türkiye, İslam Düşmanı NATO'da Müslüman Kanına Elini Bulaştırıyor
Türkiye ise, 60 yıldır NATO'da yer alarak elini mazlum halkların kanına bulaştırmış bulunuyor. Buradan Kore'ye kadar gidip mazlum Kore halkını kendi evinde vurmak cinayetine ortak olmuş ve üstelik bu zulme iştirak eden askerlerini İslami açıdan asla hak etmedikleri şehitlik ve gazilik unvanlarını vererek Allah ile aldatmıştır. Halkı Müslüman olan tek NATO üyesi olan Türkiye'nin hâlâ üyeliğini sürdürmesi, artık İslam'ın düşman edildiği bu yeni süreçte İslam'a ve Müslümanlara karşı sürdürülen emperyal savaşta askeriyle yer alması, devleti yönetenler adına utanç vericidir.
NATO içindeki TC askerleri, Batı işbirlikçisi Kemalist resmi ideolojiyi oraya taşımaya, Afgan askerlerine 'Ne mutlu Afgan'ım diyene' sloganları ile eğitim vererek, İslami kimlik ve ümmet bilincini yok etmeye, yerine ise Türkiye'de büyük acılara yol açmış bulunan seküler ulusalcılığı yerleştirmeye çalışmaktadırlar. AKP hükümeti de, devlete ve egemenlere itaatkâr, uzlaşmacı "din adamları" yetiştirmek amacıyla kurulmuş İmam Hatip Liseleri modelini Pakistan ve Afganistan'a ihraç etmeye çalışmaktadır. Türkiye gibi Kemalist baskı ve kuşatma altındaki bir ülkede, hiç değilse sınırlı da olsa bir nefes alma imkânı sağlayan İHL, Afganistan ve Pakistan için İslami eğitimde geriye gidişe, ulusalcı ve laik bir program içinde sınırlı, yönlendirilmiş ve ketmedilip saptırılmış bir din eğitimine geçişe sebep olacaktır. Anlaşılmaktadır ki, Türkiye Afganistan ve Pakistan'a, ulusalcı askeri eğitim, devlet denetiminde laiklikle kuşatılmış din eğitimi ve dini devlet kontrol, denetim ve yönlendirmesine bırakan Diyanet misali yapılanma önererek, kendi modelini bölge ülkelerine ihraç etmeye ve böylece bölgeyi Türkiye modelliğinde dönüştürmek isteyen emperyal projeye hizmetini sunmaya başlamış bulunmaktadır.
Çeçenistan'da Rus işgali ve işbirlikçi Kadirov'un zulümleri devam ederken, Kadirov Medvedev yedeğinde Ortadoğu'ya taşınarak meşruiyet kazandırılmaya çalışılıyor
Gelin şimdi de Çeçenistan'da yaşananları kısaca gözden geçirelim.
Rusya lideri Türkiye'ye geldi biliyorsunuz, Çeçenistan'la ilgili de ne getirdi yanında, kimi getirdi, evet Kadirov'u getirdi. Kadirov gerçekten alçak bir işbirlikçidir, kendi insanlarına karşı son derece zalim bir katildir. Nitekim Türkiye'deki ve Arap ülkelerindeki kimi Çeçen liderlerini oralarda bile takip ettirip katledilmesini sağlayan bir canidir. Buna rağmen işgalci katil Rusya'nın Başkanı Medvedev bu zalim işbirlikçisine İslam dünyasında meşruiyet kazandırmak için yanına alıp Suriye'ye ve Türkiye'ye getirmiştir. Ve Suriye'de bir takım Çeçenlerle görüşmesi sağlanmıştır. Bu kadar büyük bir vahşetin timsali olan bu alçak ve ahlaksız işbirlikçi, Türkiye'de Ankara valiliği ve bir takım yetkililer tarafından karşılanmıştır. Bütün bunlar ne için yapılmaktadır? Malum doğal gaz, petrol boru hatları ve ticari bir takım gelişmelerin sağlanması, ihracat bakımından Türkiye'ye birtakım menfaatlerin temin edilmesi ve Türkiye'de ilk nükleer santralin Rusya tarafından inşa edilmesi hedeflenmekte ve bütün bu dünyevi çıkarların karşılığında Çeçenistan Müslüman halkının hukuku, hakları değişilmektedir. Çeçenistan'ın bağımsızlık direnişçilerinin mücadelesi arkadan hançerlenmekte, Müslüman şehidlerimizin kanı satılmaktadır.
Bir süre önce, emperyalist işbirlikçisi Kadirov'un meşruiyet için bir cami açılışı yaptığını hatırlayın. Biliyorsunuz ki o cami açılışına Türkiye'nin AKP politikalarına eklenmiş demokratik STK'ların birliği "ortak akılcı" TGTV'nin Başkanı ile Vakit Gazetesinin yazarı Mustafa Özcan, Kanal 7'nin yöneticisi Zekeriya Karaman ve benzeri STK ve yandaş medya yönetici ve yazarları katılmışlardır. Katil işbirlikçi Kadirov'un davetlisi olarak Çeçenistan'a gitmişler, Kadirov ile birlikte cami açılışı yaparak onun meşruiyet arayışına katkıda bulunmuşlardır. Hâlbuki Kadirov'un, ahlaksız bir işbirlikçi, İslam düşmanı ve Müslümanların katili olduğu ispata gerek kalmayacak kadar açık bir biçimde ortadadır. O halde bu neden yapılmıştır, Medvedev neden Türkiye'ye gelmişse ve neden bu işbirlikçiyi yedeğinde Ortadoğu'ya taşımışsa aynı sebeple, yani AKP politikaları böyle gerektirdiği için kimi "Müslüman" STK'lar, aydınlar ve medya bu istikamette yeni pozisyonunu belirlemektedirler. Sonuçta Çeçen halkının hakları ve hukuku kolayca bu alışveriş piyasasında, dünyevileşme anaforunda harcanmakta, çeşitli yollarla Kadirov'un da tıpkı Karzai misali meşruiyet kazanmasına bir şekilde katkıda bulunabilmektedirler.
Medvedev'in ziyareti sırasında üst düzey Türkiye yetkilileriyle "terörizm ve aşırıcılık"la mücadele adı altında Kafkasya direnişçilerine yapılan yardım ve çeçen mülteciler konusu da önemli bir güvenlik konusu olarak gündemde olacak deniyor haberlerde. Yani Kafkasya İslami direnişi ve Çeçen mülteciler ekonomik çıkarlar uğruna kurban edilmekle karşı karşıya bulunuyorlar. Yapılan görüşmelerde ekonomik işbirliği, nükleer santral ve benzeri anlaşmaların yanında terörizm ve aşırıcılıkla mücadele anlaşması da yapılıyor. Kimmiş terörizm ve aşırıcılığı temsil edenler? "Çeçenistan Rusya'nın ayrılmaz bir parçasıdır" diyen işbirlikçi yönetimin başı Kadirov Medvedev ile birlikte konuk olarak ağırlanıyor ve meşru kabul ediliyorsa, bağımsızlık, özgürlük isteyen, kendi ülkelerinde insanca, Müslümanca ve özgürce yaşamaktan başka hiçbir amaçları olmayan Müslümanların payına da emperyalist jargonla "terörist ve aşırıcı" olarak yaftalanmak düşüyor. Rusya'nın tahakkümünden kurtulmak isteyen, kendi ülkelerinde, kendi topraklarında insanca Müslüman'ca yaşamak istemekten başka hiçbir talepleri olmayan insanlar Türkiye'nin de katkılarıyla bu konuma düşürülüyorlar.
Medvedev Suriye ve Türkiye'ye geldiğinde Ortadoğu'da yaptığı açıklamalarda; İsrail'in 1967 yılından bu yana işgal altında tutulan Arap topraklarını boşaltması ve İsrail'le birlikte yaşayacak bağımsız Filistin devletinin kurulmasının şart olduğunu söylüyor. Ama kendisi Çeçenistan'daki Müslümanları zorla işgal altında tutmakta direniyor. "Eğer Filistin'deki insanların (1967 den önceki topraklarını da alması lazım ama hani lütfedip de 1967 den sonraki topraklarda hiç olmazsa) bağımsız bir Filistin devletini kurmasını sen haklı buluyorsan, neden Çeçenlerin yıllardır yüz binlerce kardeşlerini feda etmek pahasına verdikleri bağımsızlık mücadelesi gerçeğini ve onların bu en doğal hakkını görmezden gelip orada ısrarla zulüm, sömürü ve tahakkümünü, onların doğal kaynaklarına el koymayı ve emperyalist bir devlet olarak işgal ve baskı altında tutmayı sürdürüyorsun" diye son derece haklı bir soruyu, AKP yöneticileri ve yandaş STK, medya ve aydınlar da dâhil hiç kimse sorma ihtiyacı duymuyor maalesef.
Türkiye'nin lojistik desteğiyle ABD işgali sürecinde Irak'ta 1.600.000 masum insan katledildi
Afganistan, Pakistan ve Çeçenistan'da Türkiye'nin müttefiklerince yapılan tüm bu katliamlar maalesef Irak'ta daha da büyük boyutlarda gerçekleştiriliyor. İşgalin başladığı 2003 yılından bu yana Irak'ta katledilen insanlar bir milyon altı yüz bini aşmış durumda. Bu şu demek günde 626 kişi katledilmiş. Kayıtlara geçmeyenler ve dolaylı etkiyle ölenler de dikkate alınırsa günde 1000 kişi diyebiliriz. Bunun bir kısmı teşvik, tahrik ve provokasyonlarla yönlendirilen Şii-Sünni çatışması diye yutturulsa bile, onların dahi önemli bir kısmının işgalci güçlerin istihbarat ve terör şirketlerince gerçekleştirildiği artık biliniyor. Tabiî ki yönlendirmeye açık ahmak Şii ve Sünniler de zaman zaman bu işleri yapmıştır, ama inanın onlar bile azınlıktadır. Bunları görmemiz gerekiyor. Neden Saddam döneminde veya daha önceki dönemlerde Şiiler Sünniler birbirlerini böyle katletmiyorlardı? Yaşanan bütün acıların, dökülen bütün kanların sebebi ABD işgaldir.
Yapılan tespitlere göre, çağdaş haçlı saldırganlığının cinayetleri yüzünden dul kalan Iraklı kadın sayısı bir milyonu aşmış durumda. Savaş yetimlerinin sayısı beş milyon civarında. Saldırıların bir de yaralı ve sakat bıraktıkları var ki onların sayısı da iki buçuk milyonu bulmuş durumda. Bunların her biri en az bir uzvunu kaybetmiş durumda. İşgal ve saldırılar sebebiyle evlerini terk ederek başka yerlere göç etmek zorunda kalanların sayısı sekiz milyonu bulmuş durumda. Bütün bu acılara, yok oluşlara, sefaletlere, katliamlara yol açan emperyalist ABD saldırı ve işgali olup, AKP en başından beri bu işgalci gücü desteklemiş, Türkiye'de ABD katil ordularını konuşlandırıp komşuya saldırıyı buradan yaptıracak tezkereyi AKP yönetimi ısrarla meclisten geçirmek istemiş ve tamamen Allah'ın lütfu denilebilecek bir hesap hatası ile geçirememiştir. Ama buna rağmen işgal ordularının bütün lojistik desteğini Türkiye hükümeti sağlamış, bütün deniz ve hava limanlarını, başta İncirlik olmak üzere askeri üsleri katil orduların hizmetine tahsis etmiştir. Türkiye hava sahası da saldırıda kullanmak üzere katil emperyalist uçaklara tahsis edilmiş, binlerce Müslüman'ı katleden, şehid eden füzeler Türkiye semalarından ateşlenmiştir.
Aynı kayıpların, acıların Pakistan'da, Veziristan'da, Sıvat vadisinde ve Afganistan ile Çeçenistan'da da söz konusu olduğunu ifade etmiştim. İslam coğrafyasında mülteci kampları süreklilik arz etmeye başladı. İnsanlar bu kamplarda doğup, yaşlanıyor ve bu sefalet içinde ömürlerini tamamlayıp ölüyorlar, tıpkı Filistin'de de olduğu gibi.
Ümmet coğrafyasındaki işgal ve katliamlara karşı sorumluluklarımızı unutamayız veya AKP politikalarına uyup erteleyemeyiz
Biz Müslümanlar çok çabuk unutuyoruz, Türkiye'deki gelişmeler, gündemler bizi çok çabuk kuşatıyor ve biz ümmet coğrafyasıyla ve orada yaşanan ıstıraplarla bağlantıları kolayca koparıyoruz. Müslüman kardeşlerimizin işgal altında, bombalar üzerlerine yağarken ve mülteci kamplarında ne büyük ıstıraplar yaşadıklarını, ümmetin diğer parçalarının ne halde olduğunu hemen unutuveriyoruz.
Tabii ki, diğer coğrafyalardaki Müslüman kardeşlerimiz için yapabileceklerimiz gücümüzle sınırlıdır. Nihayet onların hukuklarını, haklarını, haklı davalarını; bağımsızlık, adalet, özgürlük ve tevhid mücadelelerini panel, konferans, yayın, eylem vb etkinliklerle gündemde tutmak, onlar lehine kamuoyu oluşturmak, onlarla maddi imkânlarımızı paylaşmak, yardım ve dayanışma içinde olmak, kendi ülkelerimizdeki yöneticilerin işgalci katil devletlere ve emperyalist organizasyonlara destek vermesini engellemek suretiyle kardeşlerimize yardımcı olmak ve en önemlisi de vahiyle ümmeti inşa ederek Allah'ın yardımını üzerimize celp etmek suretiyle ümmetin bütün olarak kurtuluşunu sağlayacak çabalara katkı sunmaktan ibarettir. Ancak bizler ülke içi halka ve Müslümanlara görece daha yakın duran hükümetler iş başına geldiğinde bu sorumluluklarımızı bilinçsizce de olsa onlara havale etme konumuna sürüklenip edilgenleşiyor ya da onların bir bildiği vardır, onların politikalarını sıkıntıya sokmayalım gibi yanlış yönelişlerle yükümlülüklerimizi terk ediveriyoruz. Sanki Türkiye'deki Ak Parti politikaları çok iyi gidiyor ve sanki bütün ümmetin lideri doğuyor ve bütün ümmet özgürleşiyormuş gibi bir havaya girip oralarda yaşanan katliamlara destek sunan bir hükümetin emperyalizme paralel politikalarına eklemlenip, bunlarla yetinip bütün işgal ve katliamları görmezden gelebiliyor, unutuveriyoruz.
İşte tüm bunların vebalinin çok büyük olduğuna inandığımdan dolayı, kendi nefsimden başlayarak bütün kardeşlerime Allah rızası için bir daha ve bir daha hatırlatmak ihtiyacı duyuyorum. Çünkü hepimiz bunan farkında bile olmadan bir şekilde etkileniyor ve özgün gündem ve ilkelerimizden şu veya bu ölçüde uzak noktalara zaman zaman kayabiliyoruz. Yönlendirilmiş, manipüle edilmiş sistem içi medyatik gündemler bizi kendi asıl gündemimizden bir ölçüde de olsa uzaklaştırabiliyor ve bu hal giderek kanıksanıp kalıcı ve yaygın bir hal alabiliyor. Ümmet bilincine ve İslami kimliğin üzerimize yüklediği sorumluluklara aykırı biçimde yönlendirilebiliyoruz, yakın bölgemizdeki işgal ve katliama muhatap kardeşlerimizin başlarına gelenleri bile çoğu kez sessizce takip konumuna sürüklenebiliyoruz."