Ben nice babalar bilirim evlerine ekmek götüren. Sanayide küçük atölyelerde yağ-pas içinde çalışan. Daha gün doğmadan, çocukları uykudayken kalkıp yola çıkan. Geceye yakın evlerine dönen. Hayatı yollarda, otobüs duraklarında geçen. Cebinde yol parası olmadığı için evine saatlerce yürüyerek varan. Her bir çocuğuna ancak sırayla elbise, ayakkabı alan “esmer” babalar. Dertten içtiği sigarasından başka lüksü olmayan adamlar.
Asgari ücretle çalışan işçilerin hayatta kalma mücadelesi daha hızlı yaşlandırıyordur belki de insanı. Bu hayat ağartır saçları. Büker belleri. Eller nasırlaşır, bakışlar donuklaşır. Her zaman yorgundur emekçi. Çalıştığı işyerinden patron azarını hep sineye çeker. Makineler arasına serdiği karton seccadede namazını kılar. Tabldot yemek sırasında şakalaşır. Hızlıca yediği yemekten sonra çay paydoslarında dert yanar arkadaşına.
Emek, alın teri nedir bilmek için uzağa gitmeye gerek yok. Babamızın yüzüne bakalım yeter. Utancından bakamayanlar içinse dışarıya bir göz atmak yeter. Çöpten çıkarttıkları ile evine ekmek götürenleri mi dersiniz, semt pazarlarının bitimine doğru atılanları toplayanları mı? Suskunluklarının, hüzünlerinin bir nedeni varsa o da evlerine helalinden ekmek götürme kaygısıdır.
Grevlerin sosyalistlerde çağrıştırdığı ile emekçi bir baba ve ailesinde çağrışımı çoğu zaman bir olmuyor. Grevler, direnişler, işgaller sosyalist mücadele için harika bir eylem olabilir. Grev demek çoğu emekçi için geçim sıkıntısından kurtulmak için maaşında artıştır. Direniş ise işten çıkarmalara karşı, işsiz kalmamak için verilen ölüm-kalım mücadelesidir.
Grevden evine dönen baba, çocuklarına sosyalist bir devrimin hayalleri ile değil de, maaşına yapılan zamla aldığı hediye ile kapıyı çalar. Fabrikasında direniş sonrasında işten çıkarılmayan işçi, işini kaybetmediği için Rabbine dua eder. Yoksulluğu içinde hisseden emekçi için sadaka vermek, elindeki ile yetinmek, “olmayanı” paylaşmak, şükretmek sıradan şeylerdir. Emekçi babanın namazda kıyamdaki duruşu Sol için softalık ise Baba ve ailesi için direniş ve başkaldırıdır. Manifestodur.
…
Birileri için 1 Mayıs sokaktan devrim devşirmenin bir yolu olabilir. Komünist demenin hakaret kabul edildiği bir ülkede işleri çok da zordur. Ayrıca, emekçilerin hangi oranda sosyalist mücadelenin birer neferi olmaya baş koyduğu önemli bir sorudur. Bugüne kadar Kemalizm ile yüzleşmemiş hatta onun ardına takılmış bir ideolojinin, sermayeden daha çok dindar halk ve onun inançları ile uğraşması, her daim aşağılaması cuntacı, jakoben bir zihniyeti ifşa eder.
İşçileri sermayenin çarkları arasından kurtarmak isteyenlerin öncelikle kendilerinin kapitalist sermayedarlarla birlikteliklerini sorgulamaları gerekmez mi? Başta TUSİAD, Koç, Boyner olmak üzere sermayenin adeta koruyucu kanatları altında, maddi-manevi desteği ile devrim hayalleri kuranlar işçi-emekçileri nasıl özgürleştirebilir? Bizim ülkenin kahramanı halkından ateşi alarak tanrılara vermenin derdine düşmüşse bu işte bir terslik yok mudur? “Kavgamız sermaye ile” diye bağıranlara karşın sermayenin-Kapitalistlerin sosyalist örgütlerle kayda değer bir kavgasının olmaması garip değil midir?
Yoksul halkın umudu olamamış sosyalizm kendini sorgulayacağına halkı ve onun inançlarını sorguluyorsa, sorgulamakla kalmayıp düşmanca saldırıyorsa 1 Mayıs ancak Laik-Batıcı-Seküler orta sınıfın, kendini Fight Club kahramanı sanan beyaz yakalıların, “ötekisinden” korkan liberallerin bayramı olabilir. Hangi halktan ve kimin mücadelesinden bahsedilmekte? Suriye’de diktatöre “boyun eğme” diyen, şebbihalara moral konseri veren, halkını varil bombaları ile katledenlerin saffında savaşan, Mısır’da askeri cuntayı anlayışla karşılayan, Adeviyye Meydanına sırtını dönen bir zihniyet vicdanını yitirmiştir. Vicdanı olmayan ise asla özgür olamaz!