İşbirlikçi hainler ve ulusal çıkarları karşısında Filistin direnişi

Mehmet Garip Tanyıldızı, Kudüs ve Gazze'nin kaybedilme sürecinde Arap milliyetçilerinin rolünü inceliyor.

Mehmet Garip Tanyıldızı / Akşam

Kudüs ve Gazze'yi nasıl kaybettik?

İslam coğrafyasının en merkezi bölgesinde İsrail gibi bir yapının varlığını sürdürebiliyor olması yakın tarihteki bazı kırılma noktalarına yaslanıyor. İngiliz kolonyalizminin gölgesinde kuruluşunu ilan eden İsrail, aynı tarihte bölge ülkeleriyle karşı karşıya geldiği savaşta, de facto elde ettiği devlet statüsünü imzaladığı ateşkes anlaşmalarıyla uluslararası sistem nezdinde de jure hale getirdi.

Ancak, Kudüs'ün işgalci İsrail egemenliğinde, Gazze'nin de abluka altında olduğu günümüzdeki statükonun oluşmasında en belirleyici gelişme 1967'de gerçekleşen "6 Gün Savaşı" oldu. "Ortadoğu'yu sarsan 6 gün" olarak tarihe geçen savaşta İsrail Ürdün'den Kudüs ve Batı Şeria'yı, Mısır'dan Gazze ve Sina'yı, Suriye'den de Golan Tepeleri'ni ilhak etti.

İsrail'in 5 Haziran'da ani bir saldırı başlatarak Mısır'ın savaş uçaklarının neredeyse tamamını "havalanamadan" imha etmesi savaşın galibinin ilk günden belli olması sonucunu doğurmuştu. İsrail'in aktif olarak savaştığı 3 Arap ülkesine karşı birden, ezici bir üstünlükle ve kısa bir süre içinde galip gelmesi bölgede uzun yıllar sürecek bir travma etkisi oluşturdu.

Bölgedeki hava üstünlüğünü ele geçiren, coğrafi olarak genişleyen İsrail avantajlarından hala faydalandığı "yenilmezlik" algısına ve batı ülkelerinin âşık olduğu "zinde güç" imajına bu olayla kavuştu. 1948'de 6 Arap ülkesine, 1967'de 4 Arap ülkesine karşı kazandığı zafer, İsrail'e büyük bir özgüven vermişti.

Görünürde, Müslüman ülkeler bir araya gelseler dahi, İsrail'e karşı mücadele edebilecek bir güç haline gelmek için yeterli olmuyordu.

Peki, bu görüntü gerçeği yansıtıyor mu? Yani, Müslümanların iradesi ile Yahudi gücü karşı karşıya geldi ve Müslümanlar yenildi mi? Yoksa karşı karşıya gelen Pan-Arabizm ve Siyonizm miydi? Adı geçen ülkeler gerçekten "birlik" oluşturdu mu?

Savaş gerginliğinin tırmandığı günlerde, Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır'ın Arapların lideri olmaya dönük politikası, Ürdün Kralı Hüseyin'in ordudaki Nasırcı dalganın önüne geçerek iktidarını koruma stratejisi, Suriye'de uzun yıllar istikrarsızlığa sebep olan darbeler sürecinin ardından Baasçı darbecilerin iktidar kurma çabası ön plana çıkıyordu.

Her biri bir ulus-devlet olan bölge ülkelerinin hedeflerinin Filistin halkını kurtarmaktan ziyade kendi ulusal çıkarlarını korumak olduğu görülüyordu.

Öte yandan, Mısır'ın Sovyetlerden satın aldığı uçaklarla oluşturduğu yeni nesil hava kuvvetlerinin birkaç saat içinde ve yerdeyken imha edilmesi, Ürdün'ün İsrail ve CIA ile gizli görüşmeleri, Suriye'de istikrarlı bir hükümetin olmayışı bu ülkelerin çürümüşlüğünü de gözler önüne seriyordu.

Kudüs ve Gazze'nin İsrail tarafından işgal edilebilmesinin arkasında bu konjonktür yatıyor.

Yorum Analiz Haberleri

Ekran karşısında beyni çürüyen bir nesil...
Filistinli gazetecilerin ölümündeki hızlı artışın sebebi ne olabilir?!
Bunlar tuvalet değil Esed'in zindanları!
Mimaride insani saiklerin yerini; kârlılık ve verimlilik aldı...
Siyonist çeteye karşı direnişle geçen bir yıl...