Vahdettin İnce / Star
“Hep Otuz Üç Yaşında”
TDV'ye bağlı kısa adı İSAM olan İslam Araştırmaları Merkezini anlatan belgesel filmin adı bu. Merkezin hazırladığı ansiklopedinin otuz üç yılda tamamlanmış olmasına işaret ediyor isim. Bu arada cennete girenlerin hep otuz üç yaşında olacaklarına ilişkin hadise de bir telmih var.
Belgesel henüz gösterime girmedi. Sadece fragmanını izledim. Fragman da olsa ben şahsen etkilendim. Tabi, sanatsal açıdan değerlendirmek bana düşmez. Gösterimden sonra belki yetkin bir sinemacı ele alır, biz de istifade ederiz. Şahsen benim için birinci derecede başvuru kaynağı konumuna gelmiş ansiklopediyi, içerdiği maddeleri değerlendirmek ise erbabının işi. Fakat kendi zaviyemden İSAM kütüphanesini, buradaki bazı hatıralarımı yazma hakkını kendimde buluyorum. Ne de olsa bu sürecin önemli bir kısmının tanığıyım.
Sene 2000. Tercüme ve yazma işlerimi evde yapıyordum. Bir gün bir kelime çıktı karşıma. Kütüphanemdeki sözlüklerde karşılığını bulamadım. Arapça bilen dostlarımı aradım, onlardan da sadra şifa bir cevap gelmedi. Bir ara, kitaplarla arası iyi olan bir komşuma elimdeki sözlüklerin yetersizliğinden dert yandım. İSAM kütüphanesine git, dedi, orada en geniş, en kapsamlı sözlükler var. Öteden beri başka dostlarım da ara ara bu tavsiyede bulundukları için ertesi gün gittim ve kendimi bir kitap hazinesinin tam ortasında buldum. Büyüleyiciydi. O gün bugündür müdavimiyim kütüphanenin. Evde çalışırken tahammül edilemez birine dönüştüğümü (!) söyleyen eşim hem benim İSAM'a gitmemi sağlayan komşumuza, hem de bana bu imkanı veren İSAM camiasına duacıdır hala. Tam yirmi üç yıl olmuş. Bu süre zarfında bazısı yirmi cilt, bazısı on cilt, bazısı dört cilt, bazısı da iki cilt olmak üzere yüze yakın kitap tercüme ettim. Altı tane de telif kaleme aldım. Hala çeviriyor ve yazıyorum. Bu arada en az kitaplar kadar her biri ayrı bir değer onlarca dost biriktirdim.
İSAM kütüphanesine girmek, orada çalışmak, hele hele müdavimi olmak o kadar kolay değil. Kuralları var. En az yüksek lisans yapman gerekiyor. Yani esasında sadece akademik çalışma yapanlara açık diye biliyordum. Nitekim akademik bir çalışma yapmadığım ve belki de sadece hevesli biri olduğumu düşündükleri için birkaç gün kütüphaneye girmeme izin verdiler. Ancak kütüphanenin çekiciliği ve evde bazen sabahın köründen öğlenlere kadar süren elektrik süpürgesinin uğultusunun iticiliği ayrılmama müsaade etmiyordu. Bu sefer derdimi kütüphanenin bir başka müdavimi rahmetli Mehmed Niyazi'ye anlattım. Gel, dedi. Beraber o zamanki başkan Prof. Dr. Şahin Uçar'ın odasına çıktık. Niyazi ağabey meseleyi anlattı. Basılmış kitaplarımın olduğunu söyledi. Başkan, kütüphane sitesinde tarayıp buldu kitapları. Ardından "Ne yani, şimdi İmam Şafiî gelse, doktorası yok diye kütüphaneye almayacak mıyız?" dedi gülerek. Aslında kütüphane akademik çalışma yapanların yanında serbest araştırmacılara da açıktır, diye de ekledi.
Bir okuyucu için, bir araştırmacı için sırf zengin kaynaklarıyla değil, çay-yemek gibi okuyucuların yararlandığı başka hizmetleriyle de kütüphane kavramının içini dolduran, Türkiye ilim dünyasının yüz akı bir kurumdur İSAM. Sadece çalışma sırasında değil, dinlenme saatlerinde müthiş bir beyin fırtınası döner çay ocağının önündeki çınar ağacının altında. Birden kendini üst düzey bir etimoloji tartışmasının ortasında bulabilirsin. Arapçadan Farsçaya, Türkçeden Grekçeye, İngilizceden Latinceye, hatta (eğer ben varsam) Kürtçeye, diller arasında baş döndürücü bir seyahate çıkarsın. Kelimeler havada uçuşur. Bir anlamda yukarıda kütüphanede okunan, yazılan şeylerin test edildiği, hazmedildiği bir yerdir çınarın altı. Çünkü konu ne olursa olsun mutlaka bir uzmanı vardır orada. Okunanların, yazılanların tashih, tasdik, takrir, tenkit ve hatta takbih edilmesine fırsat veren bir edebiyat ortamıdır anlayacağınız. Kaç kere orada dinlediklerimden sonra çaktırmadan (!) çıkıp yazdıklarımı değiştirmişliğim, düzeltmişliğim var! Bazen öyle olur ki Ebu Hanife'den açılan mevzunun ne ara Aristo'ya geldiğini fark edemezsin bile. Goethe'den İbn Haldun'a ne zaman döndü bu şiir tadındaki muhabbet bilemezsin. Doğu- Batı arasında baş döndürücü bir seyahatin gerçekleştiği bir divanda oturmuşsun gibi. O esnada gökten düşen üç simitten payına düşeni almışsındır. Çay-simidin eşlik ettiği çınar altı sohbeti, kütüphanenin banisi, manevi babası, muharrik gücü Tayyar Altıkulaç hocanın (Arapçada maddi ve manevi anlamda bina yapan, organize eden, yapıcı, kurucu, usta kimseler için kullanılan "Benna" ismini hak ediyor bana göre) anılarıyla final yapar. Bitmesin diye içten içe yalvardığın bir film sona ermiş gibi buruk bir tat kalır ağzında. Keşke devamı çekilse bu filmin diye düşünürsün.
Filmin devamı çekilir mi bilmem ama bu kütüphanenin devamı niteliğinde Türkiye'nin her bölgesinin merkezinde, mesela Van'da, Diyarbekir'de, Trabzon'da, İzmir'de, Ankara'da, Adana'da... birer şubesinin açılmasının ne kadar büyük bir hizmet olacağını düşünürüm her zaman. Bir çınar altı sohbetinde İSAM'ın kütüphane ve dökümantasyon bölümü danışmanı Prof. Dr. İsmail Erünsal hocaya (meğer bu öneriyi İsmail hocaya başkaları da götürmüş. Hoca anılarında buna değiniyormuş, sonradan öğrendim) ve ansiklopedi maddelerini yazımından basımına kadar denetleyen ilim heyeti üyesi ve inceleme kurulu başkan yardımcısı hemşerimiz Prof. Dr. Ahmet Özel hocaya da söylemiştim. Onlar da bu işin zorluklarını, neden mümkün olamayacağını anlatmışlardı. Kütüphane kurmak, bir yere kitap yığmak demek değildir. Bir zihniyet, bir vizyon, bir ufuk lazım diyorlardı. Temennimden vazgeçmedim o başka.
Türkiye'nin iftihar vesilesi İslam Ansiklopedisi hep otuz üç yaşında taptaze olacak. Bakalım benim İSAM'ım kaç yaşına kadar yaşayacak? Ya da bir babayiğit çıkıp söz konusu bölgelerde bu filmin devamını çeker mi?
Neticede vizyon sahibi "Benna"lar bitmez. Hazır bir çığır da açılmışken.