Savaş Ş. Barkçin / Cins
Züccaciyeci Kudüs'ü nasıl kurtardı
Geçen Ekim ayında Filistin meselesi üzerine yayınladığım bir videoda ve yazdığım tivitlerde şu cümleyi sarfettim: “Biz kendi memleketimizde adam olmadıkça Kudüs özgürleşemez.” Tabii ki adamlık ön şartı sadece Kudüs ve Filistin ile ilgili değil. İç, dış her sorunda, her mevzuda geçerli.
Takipçilerimden birisi bunun üzerine şöyle yazmış: “İçim kan ağlıyor. Ama ben züccaciye dükkânı işleten birisi olarak Filistinliler için ne yapabilirim?” Bu kişinin sorusu samimi ve cevaplanması gerekiyor. Çünkü her konuda neyi, nasıl yapmak gerektiği önümüze çıkan en büyük sorun. Adam olalım, tamam da nasıl? Kendimizi bulalım, tamam da nasıl? Bilinçli, donanımlı, erdemli olalım, tamam da nasıl? Onun için bu züccaciyeci dostun günlük hayatından başlayarak adım adım Filistin’in, Kudüs’ün kurtuluşuna yol açacak zinciri beraber takip edelim.
Yapabileceklerimiz üçe ayrılıyor: kendi başımıza yapabileceklerimiz, başkaları ile beraber yapabileceklerimiz, devletin yapabilecekleri. Yapabileceklerimizi zaman boyutunda da üçe ayırabiliriz: hemen, ileride ve her zaman.
Önce kendi yapabileceklerimize odaklanmak gerekir. Burada Bediüzzaman hazretlerinin “Asâ-yı Mûsâ” adlı risalesinde bize verdiği ölçüyü hatırlatmam gerekiyor. Bir kitabımda da zikretmiştim. Bir gün talebeleri üstâd hazretlerine (rha) gelirler. “İkinci Dünya Savaşı başlayalı elli günü geçti ama siz savaşla hiç ilgilenmiyorsunuz. Ne haber dinliyorsunuz, ne de bize bir haber soruyorsunuz. Halbuki birçok hoca radyolarının başında an-be-an haberleri takip ediyorlar” derler. Bediüzzaman hazretleri onlara özetle şu cevabı verir: “Ömür sermayesi pek azdır. Ama lüzumlu işler pek çoktur. İnsanın görev alanları iç içe geçmiş halkalar gibidir. En iç halkada kalp ve mide var. Onun dışındaki halkalarda sırasıyla beden ve ev, mahalle ve şehir, vatan ve memleket, yeryüzü ve insanlık, en dışta ise canlılar ve hayat dairesi var. Her dairede insanın görevleri var. Ama en büyük vazife en küçük dairededir. Sonra bir dıştaki, sonra daha dıştaki, vb. bu şekilde gider. Nefis, büyük dairenin çekici olması yüzünden küçük dairedeki görevlerimizi bırakıp lüzumsuz, mâlâyani ve âfâkî işlerle bizi meşgul eder. İnsan ömrünü boş yere harcatır. Hatta bazen bu harp boğuşmalarını takip eden kişiler bir tarafa kalben taraftar olur. Onun zulümlerini hoş görür, zulmüne ortak olur.” Sonra talebelerine imanı kurtarma dâvâsının, insanlara Allah yolunda hizmetin bu harpten de büyük bir hadise olduğunu ifade eder.
Demek ki dinimizde sorumluluk silsilesi kişinin kendinden başlar, ailesine, akrabalarına, komşularına, mahallesine, şehrine, memleketine ve en son dünyaya kadar yayılır. Bunlar iç içe geçmiş halkalardır. Kişinin en büyük sorumluluğu kendi halkası ve ona en yakın olan halkalardır. Bu zekâtta, sadakada, emr-i bi’l mâruf ve nehy-i ani’l münkerde, cihadda, ilim öğrenme ve öğretmede hep böyledir. Mahşerde Mevlâmız bizi başkalarının değil kendi üzerimize vazife olan işlerden hesaba çekecektir. Çünkü bir kişi hangi işi yapıyorsa hesabı ona göre görülür.
Kendimizi düzelttikçe evlatlarımıza, ailemize, akrabalarımıza, komşularımıza, beraber çalıştıklarımıza, müşterilerimize, çevremize güzel örnek olmaya başlarız. Böylece bizden başlayıp dalga dalga çevreye geometrik dizi şeklinde yayılan etki en geç iki nesil içinde toplumun genelinin karakterini değiştirir. Buna sabrım yok diyenler goygoya devam etsinler. Onlar çile çekmek, bedel ödemek, adam olmak istemeyenlerdir.
Her iyi, güzel ve doğru şey sabırla ve istikrarla oluşur. Toplumlar da böyledir. Rasûlullah Efendimiz (sav) en karanlık bir hâlde bulunan müşrik toplumunu 22 sene boyunca irşad etti. Tek başına. Bugün bizim olmazsa olmaz gördüğümüz hiç bir araca sahip olmadan, kullanmadan... Peki, 22 sene sonra veda haccında toplanan en az yüzbin sahabi nereden geldi? Rasûlullah’ta gördükleri insanlık, doğruluk, iyilik, güzelliğe meftun olarak... O Yüce Zât’ın ve O’na tam bağlı olanların çilesi, çabası, azmi, sebatı ile... Güzel bir insanın yirmi yıl içinde Rabbimizin hidayetiyle nasıl yüzbinlerce insanı değiştirip dönüştürebileceğine örnektir bu...
Biz bir tek insanın etkisini çok küçümseriz ama iş seçimlere gelince “bir oy bir oydur” diye kuyruklarda bekleriz. “Kelebek etkisi” diye edebiyat yapmayı da biliriz. Madem tek bir kişinin bile bir etkisinin olduğunu kavradın, o zaman hemen işe koyul. Başkalarının harekete geçmesini bekleme. Bu senin kulluk vazifen. Mahşerde kendi hesabını sen vereceksin. Başkasının hesabını senden sormayacaklar. Devleti bekleme, ona şu anda etki edemezsin. Şu anda iş sende. Dünya düzeni deyip durma, dünya da sensin, düzen de... Kısacası iş yapmamak, kendini değiştirmemek için mazeret uydurma. Kendi başına da yapabileceğin çok şey var.
Doğrudur, hemen ve doğrudan etkileyemeyeceğimiz aktörler var. Devletleri, şirketleri, güç odaklarını sadece gösterilerle, sosyal medya paylaşımlarıyla pek etkileyemezsiniz. Ama herkes aynı doğru yolda ilerlerse gücü siz şekillendirebilirsiniz. İnsan kendi kısıtlı gücünü, emeğini, zamanını kendi yapacaklarına ne kadar odaklarsa sistemi etkileme ihtimali o kadar yükselir. Her bir insan kendi işinde mükemmel olmaya gayret ettikçe, kalite yavaş yavaş tepeye ve çevreye doğru yayılır. O zaman züccaciyeci işini doğru yapacak. Yalan söylemeden, ikiyüzlü olmadan, menfaati için dinini satmadan... Öğrenecek, en başta da dinimizi... Haramı-helali... Cahillikten kurtulacak. Öğrenmekle kalmayacak. Bildiğini işine yansıtacak. Her işinde Allah’ın rızasını gözetecek. Düzgün ve ahlâklı bir insan olacak. Bu gibi insanlar çoğaldıkça toplumun ahlâki düzeyi yükselecek. Böylece devlette görev yapan siyasetçiler ve bürokratlar arasında karakterli ve erdemli olanlar çoğalacak. Siyasette, diplomaside, askeriyede işini bilen ve ahlâklı insan sayısı arttıkça İsrail veya başka bir zalim güç ile çıkar ilişkisine girecek insan sayısı azalacak.
Devleti yönetenler milletin arzusuna uygun politikalar takip edecek. Goygoyla mevzuları es geçemeyecek. Halk kendini bir partinin veya siyasetçinin marabası olarak görmekten çıkacak. Sabah-akşam çıkarı için çalışan ikiyüzlü siyasetçileri erdemli kurtarıcılar saymaktan uzak duracak. Dernekler, vakıflar, öğrenciler, işçiler Filistin gibi müminleri ilgilendiren her konuda yönetenlerin kulağını çekecek. Ülkeyi idare edenler ister başkan, ister başbakan, ister bakan, ister bürokrat, diplomat, ister parti bilmemnesi veya ne olursa olsun halktan çekinecek. Çünkü yönetilenler yönetenlerden daha erdemli olmadıkça onların ikiyüzlülüğüne, yalanlarına ve dış güçlerin oyuncağı olmalarına yol verir.
Züccaciyeci, öğretmen, bürokrat, şoför, ev hanımı kendi günlük hayatında daha bilinçli ve erdemli oldukça kendini tüketim sapıklığından, propagandalara kurban olmaktan, reklamla beyni mıncıklanmaktan, üzerine bilgi bombardımanıyla boca edilen ve onu ahlâktan ve itikattan koparan yaklaşımlardan koruyacak. Böylece insanları mallaştıran ve onları bir kaç tepkisel alana hapsedip geri kalan alanlarda istediği gündemlere sevkeden finans sisteminin etkisi giderek kırılacak. Böylece dünyada finansın kontrolünü elinde tutan ve İsrail’i besleyen yahudi lobisinin gücü azalacak.
Züccaciyeci atasözü haline gelmiş “ticaret ve siyaset yalansız olmaz,” “köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyeceksin” gibi iğrenç lafları günlük dilinden silecek. Kendisinden başlayarak ailesinde, akrabalarında, iş arkadaşlarında iyiliği, doğruluğu ve güzelliği yayacak. Bu etki iki nesil içinde topluma yayılacak. Böyle bilinçli, çalışkan ve erdemli bir toplum dünyayı etkileyecek. Ayrıca insanlar kendi mahşer hesaplarına yüzleri ak çıkacak. Bütün bunları yaparken hem niyet, hem gayretleri Allah için olacak. Çünkü ne yaparsak yapalım bizler Allah’ın kuluyuz. Allah için yaptıklarımızın etkisini, bereketini ve feyzini Rabbimiz çoğaltacak. Müminler farklı bir güç olduklarını dünyaya gösterecek. Dostları sevinecek, düşmanları korkacak.
Züccaciyeci Kudüs’ü işte böyle kurtaracak.