İbrahim Karataş, Yeni Akit gazetesindeki yazısında karanlık çevreler tarafından köpürtülmeye çalışılan ve artık bir sorun haline ırkçılığı yorumluyor:
Türkiye’nin ciddi bir ırkçılık sorunu var ve söz konusu habis psikolojik vaka Suriyeli ve diğer göçmenlerin gelişinden önce de mevcuttu. O dönemler (ve şimdilerde pasif vaziyette) çağdaşlığı ve Türklüğü kendinden menkul bir kesim, toplumun kalan kısmını -ki içinde muhafazakârlardan tutun Kürtlere kadar birçok grup vardı- dışlıyordu.
Memleketin kaymağını yiyen mezkûr kesim diğer kesimin eğitim, dil, fikir özgürlüğü vs. birçok temel hakkını gasp etmişti. Sonra göçmenler geldi ve içeridekilere olan nefret dışarıdan gelenlere yönelmiş oldu.
Irkçılık, milliyetçilik ve vatanseverlik gibi kavramlarla çok karıştırılıyor. İnsanın kendi milletini sevmesi güzel bir haslettir.
Ancak ırkçı, millet içinde kendine başka bir millet daha oluşturarak diğerlerini ötekileştirir. Diğerlerini güç elindeyse dışlar, değilse onlardan uzaklaşıp koloni halinde yaşamaya çalışır. İzmir’in bağımsız olmasını isteyenleri hatırlayın. Öte yandan ırkçılar vatansever de değildir. Turistleri sırf Arap diye dışlayarak ülkeye gelme şevkini kırıp memleket ekonomisine zarar verenler vatansever olamaz.
Kaldı ki turist sürekli kalmak için gelmez. Geldiğinde de ülkeye para bırakıp öyle gider.
Irkçıların ahlaki sorunları da vardır.
Bir insan, kendisine zararı olmayan başka birilerine hakaret ediyor, yaralıyor, öldürüyor veyahut dışlıyorsa o kişinin Türklüğünden önce insanlığı sorgulanır. Yabancıları memleketinde istememek ayrı şey, onlara zarar vermek ayrı şeydir. Hem zarar vermek için grup olarak hareket etmek ve zayıf olana saldırmak korkaklıktır ve suçtur.
Irkçılar çoğunlukla kendilerini ikinci sınıf olarak hisseden insanların arasından çıkar.
Eğitim düzeyi düşük veya maddi açıdan zayıf insanların bir kısmı içinde bulundukları toplumda kendilerini ezik hissettikleri zaman ucuz yoldan sınıf atlamanın bir yolunu ararlar ve ırkçılığa sarılırlar. Irkçılık yaptığı zaman kendisinden daha kötü bir toplumsal sınıfta olan yerli insanları veya göçmenleri ezerek tatmin olmaya çalışır.
Çünkü göçmenler onlar için üçüncü sınıftır. Kendileri ikinci sınıf olarak, birinci sınıfın ağırlığını üçüncü sınıfın üzerine basarak hafifletmeye çalışırlar. Dolayısıyla daha alt bir sınıfın oluşması onlar için bir fırsattır. Bu arada birinci sınıfın da ırkçı olduğunu ve fakat bunu farklı şekilde hem ikinci hem de üçüncü sınıfa yansıttığını not etmek lazım.
Ayrıca ırkçıların ırkçılıklarını meşrulaştırmak için öne sürdükleri sebeplerin çoğunun temeli yoktur. Örneğin göçmenlerin işsizliğe sebep olduğu iddiası doğru değildir.
Göçmenler bu ülkeye son 10 yılda geldiler ve geldikleri dönemdeki işsizlik oranı bir önceki 10 yıla göre bir puan aşağıdadır. Çünkü gelenlerin çoğu ya Türklerin yapmak istemedikleri işleri yapıyorlar ya da kendi kurdukları işyerlerinde çalışıyorlar. Kültürel bir istila da söz konusu değildir. Bir kere daha ileri bir medeniyet daha gerideki bir medeniyeti taklit etmez. Geriden gelenler hep ileridekileri taklit ederler. Türkiye’de de bu olacaktır.
Irkçılığın handikaplarından biri de göçmenleri ne ile suçluyorlarsa aynısını kendilerinin yapmasıdır. Hem ülkesine kaçak göçmen girmesinden şikâyet ederler, hem de kaçak yollardan Avrupa’ya kaçarlar. Veyahut vize süresi dolmasına rağmen orada kalırlar.
Ve orada göçmen olmaktan gocunmazlar. Acaba göçmenler ülkelerine geri dönerlerse kendileri de dönerler mi?
Irkçıların değil de göçmen karşıtı olarak ayrıştırabileceğimiz bir kesimin bazı haklı şikâyetleri bir nebze kabul edilebilir. Hiçbir toplum yoğun ve kısa sürede vuku bulan bir göç dalgasını nerden geldiğine bakılmaksınız kaldıramıyor. Halkta böyle bir travma oluştuğunu kabul etmek gerek. Halkın da bu konuda hükümetin göçmen politikalarını eleştirirken elinin kolunun vicdanla ve savaş şartlarıyla bağlı olduğunu anlaması gerekiyor.