Irkçılığın patolojik halleri

SİNAN ÖN

Son yıllarda dünya, en önemli önceliği ırkçılığı yaymak ve normalleştirmek olan ve bunun için canla başla çalışan tiplerden geçilmiyor. Öyle ki, tekinsiz fikirlerini sınırlara takılmadan yaymak için sık sık karşıtlarının yardımına bile başvuruyor; siyasetçi, gazeteci, uzman, vatan ve milletsever gibi sıfatların arkasında toplumlarına sürekli kaotik talimatlar yağdırıyorlar. Ve maalesef bu talimatlar gün geçtikçe daha fazla gündemimizi işgal ediyor.

Bir ideoloji, basitçe birtakım savların toplamından ibaret değildir. Bilakis, ideolojiyi ideoloji yapan şey, elle tutulur kanıtlar, “somut gerçeklikler” üzerinde yükselmesidir. Bu bağlamda bir konuda ırkçılarla aynı fikirde olmamız şart değildir. Bununla birlikte, sürekli ırkçıların bize gösterdiği şeyleri görmemiz, onların gündeme getirdiği konular hakkında konuşmamız ve hastalıklı fikirlerini reddederken, ortaya koydukları durumu nesnel bir gerçeklik olarak kabul etmemiz önemli bir sorundur.

Günaşırı ortaya çıkan ırkçı fikirleri saptamak; bu fikirler üzerinde uzun uzun analizler üretip, tartışmak; sokaktaki insanlara, kamuoyuna bunlar hakkında sorular yöneltip onları sürekli haberdar etmek bu fikirlerin yaygınlaşmasına sebebiyet verecektir. Dolayısıyla kitlelerini kışkırtmak isteyen bir ırkçının söylemlerini sürekli mevzubahis ederek yayılmasına katkı sunmuş, gördüklerimizle duyduklarımızı biçimlendirip, söylemi kalıcı bir çerçeveye dönüştürmüş olabiliriz.

Bu yüzden ırkçılar, ırkçı fikirlerin en şiddetli biçimde tartışılmasını arzu ederler. Bu, onlar için oldukça elzemdir. Tartışılan ırkçı fikirler sürekli gündemde kalacak, yaygınlaşıp normalleşecektir. Tartışmada ırkçılar, şok ve çekicilik güçlerini arttırmak için sürekli kınanmak hatta “şeytanlaştırılmak” isterler. Zira ırkçılar, “ayan beyan görünen bir hakikati dillendirdikleri” için hedef gösterildiklerinin propagandasına sarılırlar.

Sözgelimi falanca ırkçı takipçilerine; “Türkiye’de mültecilerin vatandaş yapıldığını” söyler. Bu olağan, normal, herkesin görebildiği bir meseledir. İlk bakışta gereksiz ve anlamsız da görünebilir. Ancak bu söylemin bilinçsizce yapıldığını düşünmek bizi yanıltacaktır. Herkesin çıplak gözle görebildiği aleni şeyleri sürekli dillendirmek; ırkçılık yaparak mazlumları hedef gösterdikleri zamanlarda, mazlum rolüne bürünmek, suçlamaları kendi lehlerine çevirmek içindir. Böylece ötekileştirdikleri mazlumları hedef göstermeleri kolaylaşır. Çünkü gereğince tepki verilmesi zorlaşmıştır. İftirası ortaya çıkan ırkçının suçlamalara, “öz yurdumuzda yabancı olduk!” safsatası ile cevap vermesi örneğinde olduğu gibi…

Buradan hareketle ırkçılar, en büyük sorunun “göç sorunu” olduğu konusunda hemfikirdirler. Bu sorunun tanınmasını ve “tek sorun” olduğunun kabulünü isterler. Sanki hastalıklarının son bulması, salt göç sorununun çözülmesine bağlıdır onlar için.

Elbette ülkeye yeni gelen insanlarla anılabilecek birçok sorun olduğu doğrudur. Ama bu bir “göçmen sorunu” olduğunu ortaya koyabilmek için yeterli değildir. Zira “göçmen” kavramı birçok Türkiyeliyi de kapsayan heterojen ve belirsiz bir olgudur. Bu belirsizlik ırkçılar için biçilmiş kaftandır. Çünkü ortaya konan “göçmen sorununun” hukuki ya da siyasi yollarla çözülebilmesi neredeyse imkânsızdır. Böylece, hem istenmeyenin tanımlanamaz karakterini güçlendirmiş, hem de istenmeyen hakkında yapabilecek hiçbir şeyimizin olmadığını göstermiş olurlar. Sonuçta, somut soruna somut çözümler üreten yegâne figürlerin, kendileri olduğu vurgulanacaktır.

Irkçılar nesnel bir temelleri olduğu fikrinde ısrar ederler. Toplumda yükselen ırkçılığın; kriz ve işsizliğin bir çıktısı, göçmenlerin de bu çıktının sorumlusu olduğunu ancak bunlar çözüldüğü takdirde ırkçılığın son bulacağını iddia ederler. Böylece, ırkçılığa “bilimsel bir meşruiyet” devşirmek isterler. Oysa işsizlik, kapitalist ekonominin yapısal gerekliliklerinden biridir ve sistem işsizliğin son bulmasına asla müsaade etmez. Dolayısıyla ırkçılığa sebep olan işsizlik ortadan kaldırılamıyorsa yapılacak tek şey, onun en önemli sebeplerinden biri olan göçmenleri ırkçı yasaların “adil” ve “nesnel” çerçeveleri etrafında evlerine göndermektir. Şayet, başka ülkelerde benzer işsizlik oranları olmasına rağmen aynı ırkçı yükselişlerin görülmediğini iddia edecek olursanız, size verilecek cevap oldukça basittir: “onlarda bizdeki kadar göçmen yoktur.”

Irkçılık, ekonomik modernleşmeyle zayıflatılan toplumsal katmanların, kalkınmadan pay alamayan, örneğin “yoksul Türklerin” tepkisi olarak ortaya çıkan bir ideoloji olduğu iddiasındadır. Böylece ırkçılık elit insanların ideolojisi olmaktan çıkarılıp, mazlum ve mağdur insanların ideolojisi yapılmaya çalışılır. Bu sayede, “üstün sınıf” insanların hem “aşağı ırklara” duyduğu hıncı, hem de onlara sürekli öğüt vermeye çalışan “üst sınıf ırkçılık karşıtlarına” duyulan hıncı aynı anda güçlendirmek hedeflenir.

Irkçı siyasetçiler, söylemlerini yasalaştırmak için bir nevi “ırkçılık sertifikasına” ihtiyaç duyarlar. Bu sertifikanın kaynağı ise sağduyulu siyasetçilerin ırkçı söylemlere karşı sürekli ve düzenli olarak karşıt söylem geliştirmeleridir. Bu durum ırkçıların, insanların düşündüğü ama dillendiremediği şeyleri söyleme cesaretine sahip tipler olarak görünmesini sağlar. Irkçılar, insanların utanarak, çekinerek ileri sürdüğü şeyleri göğsünü gere gere çığıran bir kahraman izlenimi verir. “Mazlum” ama mücadeleden asla vazgeçmeyen “kahramanlar!” 

Dolayısıyla ırkçılık karşıtı yasalar ve ırkçıların meclise girmesini engelleyen seçim kanunları gibi birtakım önleyici mekanizmaların devreye girmesi işlerine gelir. Çünkü baskıcı yasalar her zaman başka bağlamlarda, faşizmin lehine kullanılabilir. Bu yüzden nesnesi ne olursa olsun baskıcı yasaları her daim savunurlar. Bu sayede, ırkçılar ulvi bir görevin muhafızları olarak, kendilerine hizmet eden kanunlar yapmaktan başka işi olmayan siyasetçilerin bastırdığı, seslerini kıstığı, fikirlerini yasakladığı birer “hakikat şahidi” olarak kutsallaştırılırlar.

Kısacası, ırkçılığın yayılmasında üç ana unsurun olduğu görülebilir. Kendi dünya görüşünü elinden geldiğince yaygınlaştırmak, kutsallık mertebesiyle bağlantı kurmak ve bizi kirli ırkçılıktan kurtaracak tek şeyin temiz ırkçılık olduğunu göstermek. Bu üçlü görev, hali hazırda oldukça saldırgan bir şekilde gerçekleştiriliyor.