Yasin Aktay / Yeni Şafak
Irkçılığın mazereti kabahatinden büyük
Bir süre önce katıldığım bir sohbet meclisinde “Irkçılık bir hastalıktır” diyerek başladığım konuşmamın hemen başında katılımcılardan birisi hemen itiraz ederek sözümü kesti. İtiraz gerekçesine ise aslında tamamen katılıyordum: Hastalık diyerek onu masumlaştırma ihtimali var ırkçılığı. Oysa ırkçılık herşeyden önce bazı insanların bile isteye tercih ettikleri bir kötülüktür. Evet, salt kötülük, ama aynı zamanda bir suçtur. İnsanlığa karşı bir suç, bugünün dünyasında genel geçer kanunlara ve normlara göre de bir fikir veya görüş olarak kalmıyorsa yani başkalarına karşı bir ayırımcılık gerekçesine dönüşüyorsa bir suç. Irkçılık kötüdür ve suçtur ve ırkçılar da kötü ve suçludur, net.
IRKÇILIK ÖNCE KENDİNİ BİLMEZLİKTİR
Ancak genel geçer normlarla kötülük olarak kabul edilen ırkçılık yaftasını veya suçlamasını doğal olarak ırkçılar üstlerine hiç alınmamanın yollarını da pişkince bulmaktan geri durmuyorlar. Irkçılığın tanımını muğlaklaştırmak ve kendi yaptıklarının ırkçılıkla alakalı olmadığı konusunda demagojiye başvurmak bir yol. En değme, katışıksız ırkçılar bile yaptıklarının ırkçılık olmadığını iddia ediyor. Neden ki? Irkçılık, tanımı o kadar muğlak bir şey midir?
Başka bir yol da ırkçı tutumun mümkün en fazla sayıda insanla paylaşılması. Çok sayıda insan bu tutumları desteklediğinde ırkçılık, ırkçılık olmaktan çıkar mı? Çıkmaz tabi, sadece çok daha tehlikeli hale gelir, faşizan bir saldırganlığa, toplumu ifsat eden zararlı bir tahrike dönüşür. Ne yazık ki, ucuz ve kolaycı siyasetin önündeki en iştah açıcı seçenek her zaman ırkçı popülizmdir. Yaşanan bütün ekonomik veya başka türlü sıkıntıların sebebi konusunda ilk anda gösterilebilecek en kolay hedef yabancılar veya mültecilerdir.
Bu arada belli bir kavmi topyekûn suçlayıcı, aşağılayıcı bir ifadede bulunmak ırkçılıktır. Irkçılık sadece kendi ırkınızı yüceltmekle ilgili veya onunla sınırlı değildir. Hatta kendi ırkını yüceltme aşamasında kaldığı sürece bir sakıncası da yoktur, ancak bu yüceltme başka kavimlere topyekûn nefret söylemine dönüşürse ırkçılıktan kaçışı yoktur.
“BİZİ” ARKADAN KİM VURDU?
“Araplar bizi arkadan vurdu” cümlesi, neresinden bakarsanız ırkçı bir ifadedir. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’ya karşı İngilizlerin safında yer alanların bir ihanet içinde oldukları aşikâr. Gerçi olayın detaylarına inildiğinde bu ihanetin bir başka kısmında İttihatçı Cemal Paşa’nın Şam topraklarında uyguladığı ağır tahrik kapsamına giren siyasetler de gözardı edilemez. Yine de Osmanlı’ya karşı İngilizlerle işbirliği yapan ve çoğu İstanbul’da İttihad ve Terakki cemiyetinde siyaset öğrenmiş bir Arap elitine karşılık, Çanakkale, Kutu’l-Amare, Trablusgarp, Hicaz ve daha bir çok cephede bu milletin bir parçası olarak, bu vatanı vatan bilerek, bu vatanı Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Hintli kardeşleriyle canla başla savunup şehit düşmüş yüzbinlerce Arap kardeşimizin manevi şahsiyetine büyük bir ihanettir.
Ancak bugün bu cümleyi bütün Arapları kolayca aşağılamak için pervasızca kullananlar yaptıkları bu saygısızlık ve ihanet bir yana, yine yaptıklarının ırkçılık olmadığını da söyleyebiliyorlar.
Halleri biraz Moliere’in Kibarlık Budalası gibi bir şey diyeceğim ama ondaki saflığa özgü masumluğu düşerek tabii. Hani nesir kavramının anlamını öğrendiğinde şimdiye kadar konuştuğu sıradan konuşmasının da nesir olduğunu öğrendiğinde yaşadığı şaşkınlık var ya. Bu ırkçılarsa ya cahilliklerinden veya pişkinliklerinden yaptıklarının düpedüz ırkçılık olduğu gerçeğini bile görmeye yanaşmıyorlar. Aslında yüklendikleri bütün suçlara karşılık kanundan, hukuktan kaçmanın da en pişkin yolu: yaptığını inkar etmek.
BU KAFADAN HER ŞEY BEKLENİR
Yabancılara karşı düşmanca tutumlarıyla temayüz etmiş olan Bolu Belediye Başkanı belli ki bütün yaratıcı zekasını ve yeteneğini bu yola hasretmiş. Bugün yabancıları rahatsız edecek ne yapabilirim diye yatıp kalkıyor. En son yabancılardan su ücretlerinin dolar kuru üzerinden alınması ve nikah ücretlerinin 100 bin TL olması gelmiş aklına, geldiği gibi de uygulamaya kalkışmış, Belediye meclisinden de CHP ve İYİ Parti’nin oylarıyla da bu akla, vicdana, izana, insanlığa zarar uygulamayı geçirmiş.
Yaptığı şeyi de savunmuş, ondan yana bir sorunu yok zaten. Bolu Belediye Başkanı yaptığı bunca tuhaf uygulamanın arkasında durmakla meşhur aynı zamanda. Ama yaptığı şeyin ırkçılık olduğu gerçeğini inkar ederken sarfettiği sözler o duruşa atfetmeye çalıştığı dobralıktan çok uzak. Yaptığı şeyi Türk milletinin menfaatlerini koruma kapsamına sokuşturmaya çalışmış ve demiş ki:
“Biz ırkçılık yapmıyoruz. Faşist asla değiliz. Ben Türk milletinin menfaatlerini korumaya söz vermiş bir kişiyim. Seçilmiş bir insanım. Yabancı sığınmacı kardeşlerimiz bundan rahatsız oldular mı? Eğer oldularsa Şam’da su daha ucuz. Buyursunlar. Nikah ücretleri de Şam’da ucuz. Şam Belediyesi nikah da kıymıyor. Orada hocalar kıyıyor. Hocanın cebine ne sıkıştırırsan onu alıyor. Dolayısıyla illa Bolu’da evlenmek zorunda değiller. Ben iki sığınmacının Bolu’ya gelip Bolu’ya yerleşmelerini istemiyorum dedim. Sığınmacı arkadaşlarımız Bolu’yu beğenmiyorlarsa buyursunlar ülkelerinde daha ucuza hizmet alıyorlarsa gitsinler, alsınlar.”
Mültecilerle ilgili şimdiye kadar yapılmış bütün tartışmaları bir yana koyun bu sözleri başka bir yana. Ne yalan söyleyeyim bu bakış açısının Türkiye’de üstelik bir ilimizin belediye başkanlığı makamında bulunmasından dehşete kapıldım. Bir makamı bu şekilde kullanabilmeye cüret eden, bunu da bu sözlerle savunabilen bir şahsiyetten her türlü kötülük beklenir.
Savunmasız, ülkeye sığınmış mülteciye bu kötülüğü düşünüp uygulamaya koyabilen, bunu yaparken bir de pişkin pişkin bu ironiyi yapabileni bağlayabilecek, sınırlayabilecek bir kitap, bir ilke veya değer olamaz. Allah insanlığı bu kafa yapısından korusun