Irkçıların söz hakkı nereden geliyor?

Yasin Aktay, Türkiye'deki ırkçı saldırıların arkasındaki düşünme biçiminin sorunlarına dikkat çekiyor.

Yasin Aktay / Yeni Şafak

Benim ülkem, kapanın elinde kalacak bir mülk müdür?

“Benim ülkem” son zamanlarda dillere iyice pelesenk olmuş bir deyim. Siyasete, iktidara, muhalefete, başkasına (trend deyimle öteki’ne) yönelik bütün olumsuz duygularımızı ifade ederken sarıldığımız bir silah. Bizi rahatsız eden, uykumuzu kaçıran, irrite eden her durum karşısında sarıldığımız bir kucak. Beğenmediğimiz her durumda yazıklandığımız, hayıflandığımız veya çemkirdiğimiz bir kelime: benim ülkem. Tabii bu durumda başına bir “ah” eki de geliyordur “ah benim ülkem”. Ne hale gelmiştir kadir kıymet bilmezin elinde. Ülkeyi berbat hale getirmiş beceriksiz yöneticilerin, iktidarların elinde. Veya “ah benim ülkem, şu muhalefet reva mıdır sana?”

Bir laikçi abla KPSS sınavına girmiş başörtülü kadınları gördüğünde büyük bir hüzne garkolur mesela ve şöyle bir tepki gösterir: “Vay benim güzel ülkem… Yazık… Koruyamadık ülkemizi ve devletimizi bu karanlıktan!” Burada ilave bir de ülkenin güzelliği var ama bu güzelliği bozan başkaları, ötekiler vardır: Başörtülüler var, onların istilası hatta onların işgali var. Bu laikçi teyze bütün ülkeyi kendine hangi ara kapatmıştır mesela, bu ülke ne zaman münhasıran “onun” ülkesi olmuştur?

Bir başkası bir tartışmada yine muhtemelen dindarlığı dolayısıyla kafadan “kadın düşmanı” saydığı, kendi gibi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı birine tepkisini şöyle gösteriyor: “Sana haram değil mi buralarda gezinmek? Canlı bomba burası, benim ülkem, senin gibi kadın düşmanlarının yeri Arapların yeridir. Hadi sen git Gazze’yi kurtar dualarınla, hatim falan indir!”

“Benim ülkem” diyen, bu ülkede Gazze duyarlılığına sahip olan, dua eden insanları bu ülkeye yabancı görme cüretkarlığını gösterebiliyor. Gazze’nin aslında 107 yıl önce bu ilkenin resmen bir parçası ve bugün halkının kahramanca yürüttüğü savaşın onu gerçek anlamda bu ülkenin, bu vatanın sahibi kıldığını görmüyor. Gazzelinin sergilediği direnişin bu vatanı gerçekten “bizim ülkemiz” olarak bırakmak üzere yürütülen bir kuvayımilliye hareketi olduğunu da. Belki de görüyordur ve tam da bu savaşın öbür tarafındadır aslında.

Bir de geçtiğimiz haftalarda İstanbul’da elindeki bıçakla restoranda yemek yiyen üst düzey yatırımcı Arap müşterileri tehdit edip naralar atarak “Benim ülkem lan burası, delikanlınız gelsin, ben Türk’üm Türk. Arap marap anlamam” diyen şahsın kafasındaki “benim ülkem” tasavvuru var. Kafasında mülk edinip kapattığı “ülkem” tasavvurunun yoğun dumanları. Ülkesini gerçekten çok seviyor ama bir nefretle, bir düşmanlıkla, bir bencillikle seviyor. Takıntılı aşk bu olsa gerek. Yaptığı hareketle sevdiği ülkesine savaş yıllarında işgalci Yunan’ın, İngiliz’in veremediği zararı veren bir aşk.

Ülkeyi öldüren, tüketen, çoraklaştıran, başkalarına cehennem eden ülke aşkı. Bu ülkenin en azından 5-6 milyonunun zaten Arap olduğunu, şayet Filistin cephesinden çekilmemiş olsak bugün Suriye’nin de Filistin’in de bütün Arap nüfusuyla birlikte bu ülkenin sahibi olacağını zaten bilmiyor. Dedik ya, ülkem başımda duman. Bir aşk bir heyecan, alavere dalavere Türkiye yine bir dolduruşa getirilip kendine yazık edecek noktaya doğru sürükleniyor. Bu hızla ağzına gelen karşısına sosyal medyanın diliyle bağırıyor: Ülkemden defol! Seni ülkemde istemiyorum! Ülkemde Suriyeli istemiyorum! Ülkemde mülteci istemiyorum!

Kimsin sen? 85 milyonun yaşadığı ve ecdat tarafından felsefesiyle, inancıyla, gelenekleriyle emanet bırakılmış koca ülke adına bir özne olarak konuşma hakkını kim veriyor sana? Ya muhatabın bu ülke adına konuşma adına daha fazla hak iddia edebiliyorsa?

En komiği de yüz yıl önce bu ülkeye sığınmacı olarak gelmiş olanların, hele bu ülkeye ve insanlarına zarardan, düşmanlıktan başka bir şey sergilememiş olanların bile bu ülkeye i’lâ-yi kelimetullah yolunda 1400 sene önce fütuhatla gelmiş olanlara karşı “benim ülkem” kartı göstermeleri değil mi?

Benim ülkem, başkasının değil, benimdir. Kimseye ait değildir, bana aittir ve benden başka herkesin haddini bilmesi, ayağını denk alması gereken bir yerdir. Bazen bu “ben” daha geniş bir muhayyel insan tipi de olabilir. Bir ırk, bir topluluk biçimi, bir sosyal çevre, bir ideolojik grup.

Aslında başkalarını defetmek, başkalarına buğzetmek üzere “benim ülkem” diye söze başlayan ne dediğini, “ben” derken kimden bahsettiğini biliyor mudur? Kendinin farkında mıdır “ben” diyen, hele “benim” diyen? Bu dünyada gerçekten “benim” diyebileceğimiz neyimiz var? Her şeyin bize emanet edilmiş, Allah tarafından bir rızık, bir emanet ve bir imtihan olarak verilmiş olduğunun farkında olmayan, kendi nefesinin bile kendine ait olmadığını bilmeyen, aldığı nefesi verebileceğinden, verdiği nefesi alabileceğinden emin olmayanların büyük bir iddiayla böyle bir manevi varlığı mülk edinerek “benim” demeleri, hele bunu başkalarından sakınmak üzere üzerine kapanmaya çalışmaları neyin işaretidir?

Bu ülkeye “benim” diyen, bu ülkenin nasıl vatan kılınmış olduğunun ne kadar farkındadır mesela? Bu ülkeyi bir arazi parçasından ibaret gören bir anlayış bu ülkeye nasıl bir bedel ödemiş de bu ülkeye sahip olmuştur? Sırf bu topraklarda doğmuş olmak bu ülkeye bu kadar dışlayıcı ve temellük edici bir biçimde “benim” deme hakkını veriyor mudur?

Biz bir ülkeye ait miyiz, bir ülkeye sahip miyiz? Bir ülkeye sahipsek bunun için nasıl bir bedel ödemişizdir? Mehmet Akif İstiklal Marşı’nda “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı / Düşün, altındaki binlerce kefensiz yatanı / Sen şehit oğlusun; incitme, yazıktır atanı / Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı” derken ülke yerine “vatan” kavramını kullanır. Aslında vatandan ülkeye geçiş biraz da kavramın manevi anlamının yitimine yol açan bir geçişi de ifade eder. Bir insan için şu veya buranın ülke olmasının bir önemi yoktur ama vatan önemlidir.

Bu ülke kimsenin babasının malı değildir. Bu ülke bizim için başka ülkelerle yer değiştirebilir bir şey değildir. Vatandır, yurttur, daru’l-İslâm’dır. Temeli minarelerinde şehadetleriyle inleyen ezanlarıdır. O ezanların içerdiği bütün mana, emanet, emniyet ve mesuliyettir. Bu ülkeye her zaman borçluluk duyulur. Bugün etrafta “benim ülkem” diyerek terör estirenler en ufak bir sorun çıktığında “Bu ülkede yaşanmaz artık, bu ülke beni kaybetti, Avrupa kazandı” diyerek kendini nimetten sayabiliyor. Hiçbir sorumluluk, hiçbir borç hissetmeden, hiçbir emek sarfetmeden, sadece haklarını, kazanacağını, alacağını düşünerek “benim ülkem” diyenlerin ülkeden anladıkları sadece asalak olarak sömürdükleri bir toprak parçasıdır. Oysa bu ülke bir toprak parçası olmaktan önce ve ötede, şehit kanlarıyla sulanmış, tarih boyunca mazluma melce olmuş, i’lâ-yi kelimetullah mücadelesinde, kula kulluğa karşı mücadelede makar olmuş bir vatandır.

Yorum Analiz Haberleri

Filistinli siyasetçi Netanyahu'ya: Esed'den sonra tek diktatör sen kaldın!
İran'ın enerji krizi, sanayilerin kapatılmaya zorlanmasıyla korkunç bir noktaya ulaştı
Suriye'nin Türkiye'den ve Arap ülkelerinden ne beklentisi var?
Adem Özköse: Suriye’de kendimi artık büyük bir hikayenin başlangıcındaymışız gibi hissediyordum
60 yıllık Baas sultasının izlerini silmek kolay olmayacak!