Irkçıların “referandum” çağrısı hiçbir gerekçe ile izah edilemez!

Kadir Şahin, son günlerde ırkçı çevreler tarafından sık sık dile getirilen “referandum” tartışmalarını liberal milliyetçilik düşüncesi etrafında analiz ederken bu tartışmanın ahlaki ve hukuki bir dayanağı olmadığının altını çiziyor.

Liberal milliyetçilik bağlamında ırkçıların “referandum” çağrısı

Kadir Şahin / HAKSÖZ HABER

Mültecilerin Türkiye'de yapılacak bir referandumla geri gönderilmeleri, ırkçılar tarafından özellikle sosyal medyada gündeme getirilmeye başlandı. Bu iddiaya göre mültecilerin Türkiye'de ikamet edip etmeyeceği halk oylamasına sunulacak, çıkacak sonuca göre mültecilerin sınır dışı edilip edilmeyeceği belli olacak. Kuşkusuz bu isteğin Türkiye'de oluşturulan mülteciler aleyhindeki ırkçı dalgadan destek aldığı malum. Fakat referandum olsa hangi sonucun çıkacağını tartışmadan önce mülteciler gibi ölüm ve zulüm tehdidi yüzünden ülkelerini terk etmiş insanların akıbetinin referandumla belirlenebileceği düşüncesinin ahlaki meşruiyetini sorgulamak gerekir. Bu bakımdan liberal milliyetçilik düşüncesi incelenmeye değerdir.

Liberal Milliyetçilik düşüncesinin en önemli temsilcilerinden birisi olan David Miller, ülkeye ne kadar mülteci kabul edilebileceğini referandumla belirlemenin şartlarını tartışır. Kaldı ki ülkemizdeki mesele tam olarak buna karşılık gelmemektedir. Bizde kabul edilmiş, belirli bir düzen kurmuş insanların apar topar savaş bölgelerine gönderilmeleri istenmektedir. Miller böyle bir durumun ancak gönderilecek mültecilerin gideceği ülkede insan hakları ve onurunun korunacağının garanti edilmesiyle mümkün olacağını söyler. Türkiye’deki ırkçı çevreler ise mültecilerin insan haklarının korunacağı ve onurlu bir yaşam sürecekleri bir yere gitmelerini dahi umursamıyorlar. Yeter ki gitsinler, nereye ne şekilde giderse gitsinler düşüncesindeler… İzmir'de otobüsten atılan çocukların ağlamasına "oh çeken", çıkan yangında vefat eden Suriyeli çocuklar için "bir mülteci daha eksildi" şeklinde yorum yazan vicdansız, ahlak yoksunu insanlardan başka bir tavır beklenmesi mantıksız olacaktır.

Bu çevreler “Suriye'de savaş bitti, artık dönsünler” argümanıyla kendilerine meşruiyet sağlamaya çalışıyorlar. Oysa Suriye’ye dönen az sayıda mülteciden haber dahi alınamadığını çok iyi biliyorlar. Ayrıca Rus uçakları Suriye’yi bombalamaya devam ediyor. Konvansiyonel ve kimyasal silahlarla gerçekleştirilen yüzlerce katliamın sorumlusu Esed rejimi, İran ve Rusya’nın desteğiyle varlığını hala koruyor.  Kaldı ki bu insanlar döndüklerinde onları yıkık binalar, yok olmuş tarlalar, verimsiz topraklar bekliyor. Sağlık imkânları ya da eğitim imkânları yok. Rejim elektrik ve akaryakıt gibi temel ihtiyaçları dahi sağlayamıyor. Dolayısıyla mülteciler geri döndüklerinde “ortadan kaybolmasalar” dahi insan onuruna yaraşır bir yaşam sürmeleri maalesef mümkün değil!

Miller'a göre Bir ülke uluslararası antlaşmalar veya bir uluslararası örgütün organizasyonu sonucunda belirlenmiş olan mülteci kotasını doldurup, bu konudaki evrensel sorumluluğunu hakkıyla yerine getirmişse ve daha fazla mülteci almasının mümkün olmayacağını savunuyorsa, iltica başvurusu yapan insanları, haklarının ve onurlarının korunacağı başka ülkelere gönderebilir. Ancak mülteci kotası belirleyecek ulus üstü bir otoritenin kurulması, kotanın neye göre belirleneceği ayrı ayrı sorunlardır. Burada önemli olan husus meseleyi ele alan sorumluluk sahiplerinin insan hakları ve onuruna yaptıkları vurgudur.

Fakat gerçekçi bir perspektifle bakıldığında böyle bir organizasyonu inşa edip işletebilecek uluslararası bir örgütün var olmadığı görülecektir. Netice olarak mülteci konusundaki tasarruf çok büyük oranda devletlerdedir. Bu yüzden Miller, bir devletin belirli bir sayıda mülteci kabul ettiğini daha fazla başvurunun ise ülkenin ekonomik, sosyolojik veya demografik yapısını bozacağını iddia ederek referanduma sunması gerektiğini söyler. Bu aşamada bir değer çatışması olduğunu belirtir. Bir tarafta kaderleri başvurdukları ülkenin ellerinde olan ölüm tehdidi altındaki insanlar diğer tarafta ise mültecilere karşı belirli sorumlulukları yerine getiren ancak daha fazlasına gücünün yetmeyeceğini söyleyen bir devlet. Miller bu noktada söyleyecek bir şey bulamaz ve insan haklarının her zaman ve her yerde korunamadığı gerçeğinin altına çizmekle yetinir.

Türkiye'de 5 milyon civarı mülteci vardır. Eğer bir kota olsaydı 85 milyonda 5 milyon mülteci kabul etmek için muhtemelen uygun bir kota olurdu. Irkçılar için ise bu sayı 50 bin olsa da fark eden bir şey olmayacaktır herhalde. Kota aşılsa dahi mültecileri kabul etmeye gönüllü ve onların haklarını koruyacak bir devlet olmadığından mültecileri transfer etmek de mümkün olmayacaktır. Ayrıca ekonomik olarak mültecilerin Türkiye ekonomisine katkıları birçok çalışmada ortaya konmuştur. Güvenlik açısından mültecilerin suça karışma oranı oldukça düşüktür. Mültecilerden kaynaklı rahatsızlık İslam düşmanlığı ve ırkçılıktan kaynaklandığından ortaya konulan sebepler oldukça haksız ve insanlık dışı saldırgan bir tutumdan güç almaktadır. Dolayısıyla böyle bir konuyu referanduma götürmek hiçbir ahlaki gerekçe ile izah edilemez!

Ancak diyelim ki Miller'ın bahsettiği değerler çatışması meydana geldi. Yani Türkiye mülteciler konusunda elinden geleni yaptığını daha fazla mülteci alamayacağı iddia etse diğer tarafta ise insanca/güven içinde yaşamak için Türkiye’de ikamet eden ve gönderilme tehlikesi olan mülteciler olsa. Böyle bir çatışmada bizim sahip olduğumuz daha temel bir değer devreye girmeli ve bu çatışmayı sona erdirmelidir. Bu değer İslam'dır. Rabbimizin bize yüklediği sorumluluktur. Ensar olmanın gerekli kıldığı yükümlülükleri yerine getirmek için istekli ve samimi olmaktır. Mazlum insanlara değer vermek, onlara insanca ve onurluca yasayacakları bir ortam sunmak, onları zalimlere teslim etmemek bir Müslüman için en büyük faziletlerden birisidir. Ahiret merkezli bir düşünce değer çatışması ortaya çıktığında nasıl davranacağını ölçüp tartmak zorundadır. Bu dünyada mazlum insanlar için çekilen külfetler -ki ciddi bir külfetten bahsedilemez- ahirette bizlerin Rabbimize karşı mazereti olacaktır.

Burada liberal milliyetçi düşünceyi ölçü aldığımız gibi bir yanlış anlaşılma olmasın. Maksat milliyetçi düşünce içerisinden konuya dair kapsamlı bir düşünceyi tartışmak, bu düşünceyi Türkiye'deki kimi milliyetçi iddialarla kıyaslamak ve İslami kimliğimizin bize yüklediği sorumluluk bağlamında meseleyi tahlil etmektir. Umarız maksat hâsıl olmuştur.

Onlardan önce bu yurda yerleşmiş ve gönülden inanmış olanlar, kendilerine göç edip gelenleri severler, onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar; ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin bencilliğinden korunmayı başarırsa işte kurtuluşa erecekler onlardır. (Haşr /9)

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!