Irkçıların “kötülük motivasyonu” nereden geliyor?

Dünyayı kendince ikiye bölen bir ideoloji doğal olarak sadece kendisine yaşama hakkı tanıyacaktır!

Abdurrahman Güner / HAKSÖZ HABER

Irkçı ideolojiyle mücadele edilmesi noktasında bunun Müslümanlar ve vicdan sahibi olan insanlar için niçin bir zorunluluk olduğunu ifade etmeye çalışmıştık. Irkçılığın saplantılı bir ideoloji olduğunu ve yalan üzerine kurulu tezlerinin akıl dışılığından hareketle çizmeye çalıştığımız çerçeveyle kimseye haksızlık yapmamalı ve meselenin mahiyetine dair kafa yormaktan çekinmemeliyiz...

Irkçıları harekete geçiren motivasyonun ne olduğu sorusu kafaları bulandırmamalı. Her ideoloji gibi ırkçılık da benzer saiklerle hareket eder. Bir fikrin doğruluğuna karşı duyulan paranoyakça bir saplantı etrafında inşa edilecek mitler ve kültler söz konusudur. Aralarındaki ufak nüansları göz önünde bulundurarak ırkçı-milliyetçi düşünce ise bu mitleri inşa etme konusunda belki de en başarılı ideolojidir.

Herhangi bir din gibi milliyetçilik de sahneye yalnızca iradeyi değil zeka, hayal gücü ve duyguları da çağırmaktadır. Zeka, milliyetçiliğe dair spekülatif bir teoloji ya da mitoloji oluşturur. Hayal gücü, insanların milliyetine sonsuz bir geçmiş ve ezeli bir gelecek etrafında görünmeyen bir dünya inşa eder. Duygular, tamamıyla iyi ve koruyucu bir ulusal tanrıya karşı bir sevinç ve heyecan, bahşettiklerine bir özlem, menfaatleri için şükran, onu gücendirme korkusu ve gücünün ve bilgeliğinin büyüklüğüne bir hayranlık ve saygı hisleri uyandırırlar. Bu duygular kendilerini doğal olarak, hem özel hem de kamusal alanda ibadet şeklinde ifade ederler. Milliyetçilik yine bütün diğer dinler gibi toplumsaldır ve en önemli törenleri bütün bir topluluk adına ve onun kurtuluşu için yapılan kamusal törenlerdir.

Carlton Hayes’ten yaptığımız bu alıntı ırkçı-milliyetçi ideolojinin kendisini dinin yerine konumlandırmada ne kadar mahir olduğunu özetliyor. Din gibi -sosyal bilimlerin kavramlarıyla- organik olan bir yapıya karşı milliyetçiliğin inorganikliği dahi modernliğin inşa edicisi olduğu bir vasatta iş görmektedir.

Irkçıları harekete geçiren motivasyonun ne olduğunu biraz buralarda aramak gerekmektedir. Bir din gibi inandıkları ideolojileri için her türlü saçmalığı yapmaya hazır akıl dışı bir topluluk olan ırkçı çevreler tutarsızlığın en derin sularında yüzüyorlar. Misal olarak Türk milliyetçilerini incelemek gerekirse… Türkiye’yi, kültürlerini ve ırklarını korumak için mültecilerin varlığını bir tehdit olarak gören Türk milliyetçileri kendi tanımladıkları bir ırk ve ülke etrafında kutsallık oluşturmak istiyorlar.

Daha basit ifadesi savaştan kadın ve çocukları Türkiye’den kovarak yerli ve milli değerleri koruduklarını, ırklarının geleceğini kurtardıkları düşüncesindeler. İşin özünde ise bu düşünme biçiminin kendisi “bu topraklara” oldukça yabancı… Modern dönemde etkin olmaya başlayan milliyetçi düşüncelerin Batı menşeili olması milliyetçilerin toprak, vatan, kan vb. vurgularını büyük bir paradoksa sokuyor.

Sömürge aydınlarının yabancılaşma sorunu bu uyumsuz kültürel dönüşümün bir yan ürünüdür. Bu aydınlar aynı anda hem milliyetçi olabilirken hem de yerli olan her şeye muhaliftirler. Gelişen ülkelerdeki milliyetçiler ve milli bilinç özgür bir kültürel mirasın taşıyıcıları değil Batı’dan ödünç alınan fikirlerin mukallitleridir. Ulus adına ve çıkarına hareket ettiğini veya konuştuğunu söyleyen bu “elitler” muhtemelen geleneksel sosyal yapılara en yabancı (Batılı) ve gerçekten en çok düşman olanlardı.

Bessam Tibi’den yapılan bu alıntı Arap milliyetçileri için söylenmiş olsa da tam olarak “bizim milliyetçileri” anlatmak için de oldukça uygun. Bir ırkın diğerinden üstün olduğu tezviratıyla inşa edilen düşüncenin kendisinin ithal olması milliyetçilerin en nefret ettikleri şeyin suni değil doğal süreçlerle kabul görmüş olan fikirler olmasını sağlıyor.

Türkiye’deki milliyetçi-ırkçı çevrelerin Arap nefreti üzerinden İslam ile hesaplaştıklarını unutmamak lazımdır. “Bu topraklar” denildiğinde de milliyetçilerin hikayesi ne kadar kısaysa Müslümanlarınkisi de o kadar uzundur. Tarih boyunca göç yollarının merkezinde yer alan bugünkü isimlendirmesiyle Anadolu  farklı halkların bir arada yaşadığı bir coğrafya oldu. Buna benzer coğrafyalarda ırkların varlığını tartışmak dahi anlamsızdır. Yıllardır devam eden göçler sebebiyle –hamdolsun- tek bir ırktan bahsetmek mümkün değildir. Ulus devlet eliyle ekilen milliyetçi-ırkçı düşüncelere kadar buralarda hakim düşünce ırk üstünlükçü ideolojiler değildi. Bu durum ırkçıları harekete geçiren “kötülük motivasyonunun” Kemalizm’in baskısıyla inşa ettikleri iktidarı kaybetmek korkusuyla yakından alakalı olduğunu gösteriyor.

Yaşadığımız hesaplaşma ırkçıların mültecileri Türkiye’de istememelerinden ibaret değil. Irkçı ideoloji sahipleri mültecileri nefret objesi haline getirirken Kemalizm’in Müslümanlar üzerindeki tahakkümünden güç alıyorlar. Irkçıların kafasında  "bugün mülteciler yarın tüm Müslümanlar" formülasyonundan bahsedilebilir. Referanslarının kurucu tek adam olması boşa değil özetle. Bu da Hayes’in vurguladığı “ulusal tanrıya karşı bir sevinç ve heyecan, bahşettiklerine bir özlem, menfaatleri için şükran, onu gücendirme korkusu ve gücünün ve bilgeliğinin büyüklüğüne bir hayranlık ve saygı hisleri” ile yakından alakalı.

Faşistler her şeyden önce akla ve mantığa karşı durdular. Varlıklarının kaynağının mitlerde yattığına dair güçlü bir inançları vardı. Bu yüzden faşizmin kökenleri aklın mekanik hesabına gelmez. Faşist düşüncenin mantığı teorisi yoktur. Faşizm gerçeği değiştirerek gerçeklik haline dönüştüren ve böylece sürekli olarak yinelenen bir fanteziydi.  … Lider, kutsal olanın bu dünyada vücut bulmuş hali olduğundan, öldüğünde bile diğerlerinin bedeninde yaşamaya devam edecekti. Sözleri hakikat olarak kalacaktı.

Federico Finchelstein, ırkçı düşüncede lider kültünü “yarı ilahi” bir varlık olarak tanımlarken aslında yine milliyetçi-ırkçı düşüncenin kendisini bir din gibi konumlandırdığını ifade etmiş oluyor. Kısacası karşımızda cahiliye dinine mensup bir topluluk olduğu gerçeğini kabul etmemiz gerekiyor. Oldukça iptidai bir kafaya sahip olan bu kimselerin hayatı, gerçek bir dine mensup olmakla uydurma şeylere inanıyor olmanın arasındaki farkların özeti olarak okunabilir.

Misal olarak ırkları söz konusu olduğunda mangalda kül bırakmayan ırkçılar anlaşılıyor ki aynı zamanda “r” yapmak hususunda da oldukça başarılılar:

Bu motivasyonla bu kadar oluyor demek ki! Irkçıların kötülük motivasyonu Ebu Cehil veya Ebu Leheb'inkisinden çok farklı değil. Konumlarını, kazançlarını ve soylarını korumak... Şerefleri iki paralık olanların verdikleri sözden de bir şey beklemek çok anlamlı olmayacaktır. 

İnsanın haysiyeti ve İslam kardeşliğinin izzeti için bizler çağrımızı yineleyelim. Hayatımıza iz bırakacak bir şahitlik için Cumartesi günü Saraçhane'de bir araya gelelim. Ahiret için umduğumuz büyük ecrin yanında tüm dünyaya ırkçılığın değil kardeşliğin kazanacağını haykıralım!

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!