Ali Osman Aydın / Yeni Akit
Nefret makinesi
Türkiye’de, sistemli bir şekilde “Arap” düşmanlığı körükleniyor farkındaysanız. Cumhuriyet döneminden kalan fay hatları bilinçli bir şekilde tetikleniyor, ırkçı nefret kasten kışkırtılıyor ve insanlar Araplara karşı sürekli provoke ediliyor. Bu çok ciddi bir sorun.
Bu toplum mühendisliğinin altında, Türkiye’nin yakın gelecekte bölgemizde yaşanabilecek bir savaşa (Arap- İsrail savaşı) hazırlanması gibi bir niyet yatıyor olabilir.
Faşist Türk seküleri, Arap düşmanlığına genetik olarak yatkın olduğu için “öncü rolünü” şimdilik iyi oynuyor gibi görünüyor. Çünkü Arap adına bile tahammül gösteremiyor kendisi. Sanki ülkeyi, Fransızlar, İngilizler, İtalyan’lar değil de, Araplar işgal etti!
***
Geçtiğimiz günlerde Anadolu’nun bazı yerlerinde Suriyelilere ait evler ve iş yerleri yağmalandı. Bu beklenmeyen bir durum değildi tabii. Bu konularda antrenmanlı olduğumuz sır değil. (6-7 Eylül olaylarında da gayrimüslimlerin ev ve işyerleri talan edilmişti.) Önümüzdeki günlerde bu yaşananların daha kötüleri yaşanabilir.
Mülteci politikasını beğenmemeniz insanların evlerini yakma, onları öldürme hakkı vermez size. Politikaları ister beğenin, ister beğenmeyin; kimsenin evini yakamaz, canını alamazsınız.
Bu basit gerçeği ırkçı Türk sekülerine anlatmanın zor olduğunu düşünüyorum. Irkçı Türk seküleri çok uzun olmayan tarihi boyunca, bugün Arapları düşmanlaştırdığı argümanların aynısıyla bu ülkedeki birçok topluluğu hedef gösterdi, düşmanlaştırdı. Mesela 90’lardaki hedef dindarlardı!
1937- 38 yazını düşünün… Dersim’de yaşananları! Tam bu mevsimde Dersim’de, isyanla ilişkisi olmayan, teslim olmuş kadın-çocuk siviller bile hunharca katledildiler. Hem de binlercesi… Abdullah Alpdoğan Paşanın koruması Ali Öz’ün işledikleri cinayetleri anlattığı mektubunu, içiniz elverirse okumanızı tavsiye ederim.
Mazeret o zaman da aynıydı. Medenileşememişlerin, medenileştirilmeleri; medenileştirilemezlerse, yok edilmeleri gerekiyordu. Nihayetinde “Dersimli okşanmakla kazanılmazdı.”(Dersim Raporu’ndan) Modernleşme silindiriyle, kültürel çeşninin üzerinden geçilmesi, herkesin tek renk ve biçimde birleştirilmesi gerekiyordu.
Irkçı Türk seküleri bir nefret makinesi olduğu için; Kürtleri de, dindarları da, Rumları da, Ermenileri de yıllarca aynı argümanlarla düşmanlaştırdı. Onları ikinci sınıf bir topluluk, alt edilmesi gereken bir “şeytan” olarak gördü. Aşağıladı, inkâr etti, yok saydı. Tehdit olarak gördü. İmkân bulduğunda evini, işini, tarlasını, servetini gasp etti. Fırsatını bulduğunda öldürdü! Bu menfur işlerin hepsini “Türklük” adına, “Türklüğün selameti” adına yaptı. CHP Genel Sekreteri Recep Peker’in söylediği gibi “ulusçuluk bir imandı.”
****
Irkçı Türk seküleri -kendi tasavvuruna göre- zannediyor ki tek “medenileşmemiş” olan Araplar. Halbuki Türkiye sınırını geçip Avrupa’ya doğru bir gitse, o Araplara nasıl yukarıdan bakıyorsa Avrupalı ırkçıların da ona öyle baktıklarını görecek. Avrupalı ırkçı da diyor ki, “nereden çıktı bu Türkler!? Onlar gelmeden önce her şey ne kadar güzeldi. Onlar geldiler ve her şey mahvoldu. Acilen defolup gitsinler!”
29 Mayıs 1993 yılında (tarihe dikkat!) Almanya’nın Solingen kentinde Türk kökenli Genç ailesinin evlerinin kundaklanması olayını hatırlayın. 5 kişi öldürülmüştü. Saldırıyı düzenleyen aşırı sağ mensuplarının argümanları da Türk ırkçılarınınki ile aynıydı.
İç savaş sonrasında Amerika’da kurulan, zencileri ve onlarla işbirliği yapan Güneylileri hedef alan Ku Klux Klan örgütü de farklı bir zihniyete sahip değildi. Onlar da kendilerinin, yani beyazların mutlak üstünlüğüne inanıyorlardı. Zencilerle eşit olmayı asla kabul etmiyor, onların defolup gitmeleri gerektiğini düşünüyorlardı. Bu yüzden zencilere yönelik bir şiddet organizasyonu oluşturdular ve sistemli bir şekilde Afrika kökenli Amerikalıları yok etmeye başladılar.
***
Yeni Zelanda'nın Christchurch kentinde iki camiye düzenlediği terör saldırısıyla 51 Müslümanı katleden, onlarcasını yaralayan Brenton Tarrant’ı hatırlayalım.
Tarrant da ırkçı şerefsizin tekiydi. Özellikle müslüman göçmenlere karşı derin bir nefret duyuyordu. Onları ülkesinde istemiyordu. Beyaz ırkın üstün olduğuna ve diğer ırkların bu üstünlüğü tehdit ettiğine inanıyordu.
Göçmenlerin, Batı toplumlarının sosyal, ekonomik ve kültürel yapısını bozduğunu düşünüyordu. Bu yüzden göçmenlerin ülkelerine geri dönmeleri gerektiğini savunuyordu.
Avrupa’da ırkçı grupların söylemleri de bu görüşlerin kopyası neredeyse.
Göçmenlerin Avrupa kültürüne, toplumuna ve değerlerine entegre olamayacaklarını düşünüyorlar.
Göçün, ülkenin ekonomik, sosyal ve kültürel yapısını olumsuz etkilediğini düşünüyorlar.
Göçmenlerin suça karışma olasılığının daha yüksek olduğunu ve bu durumun ülkenin güvenliğini tehlikeye attığını iddia ediyorlar.
Göçmenlerin iş piyasalarında rekabeti artırdığı ve yerli işçilerin iş bulma olanaklarını azalttığını düşünüyorlar.
Hükümetlerinden, daha sıkı göç politikaları, sınır kontrollerinin artırılması ve yabancılara karşı daha tavizsiz olunmasını istiyorlar.
Avrupa’da Türkler için bunlar düşünülürken, faşist Türk seküleri de aynı şeyleri Araplarla ilgili düşünüyor. “Ülkemde göçmen istemiyorum” diyor. Nüfusunun ezici bir kısmını büyük göç hareketlerine borçlu olan bir ülkede fazla iddialı sözler bunlar.
***
Görebildiğimiz kadarıyla dünyanın hemen her yerinde belli ölçülerde bir göç sorunu var. Almanya’da göçmenlerin nüfusa oranı %27 imiş. Göçmenlerce kurulmuş bir ülke olan Amerika’ya son 50 yılda yerleşen göçmenlerin sayısı 59 milyonmuş. Yani nüfusun %26’sı…
Dünya durdukça ve savaşlar coğrafyaları yaşanmaz hale getirmeye devam ettikçe insanlar da kendilerine güvenli yaşam alanları bulma arayışlarına devam edecekler. Daha yüksek model bir Iphone kullanabilmek için Türkiye’yi karalayanların, çocuklarını iç savaştan kaçıran insanlara söyleyecek çok sözü olmamalı. Kabul etmeyebilirsiniz ama göç bir gerçek. Biz de ta Asya içlerinden Anadolu’ya gelmedik mi? Biz gelelim ama onlar gelmesin mi?
Sorun daha derinlerde de olabilir! Evlenmeyen, çoğalmayan, üretmeyen ve bir geleceği yokmuş izlenimi veren ırkçı Türk sekülerinin asıl kaygısı, sosyolojik olarak silinip gitmek olabilir. O, yaşama iradesinin zayıflığından ve kendisinden daha az imkânlara sahip göçmenlerin hayata dört elle tutunmasından rahatsız sanki. İçsel yoksulluğu, onu canlı- dinamik kitlelere düşmanlaştırıyor. Tıpkı şımarmış, yalnız ve yaşlı Avrupalı ırkçıların beş çocuklu Tunuslu aileye düşmanca bakması gibi…