Taha Kılınç’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan yazısı (20 Nisan 2022) şöyle:
İMAM HARUN’UN HATIRASINA…
Güney Afrika’da İslâmî mücadelenin öncü isimlerinden İmam Abdullah Harun, çocukluk hatıralarımın ayrılmaz bir parçasıdır. 1990’da piyasaya çıkan “İmamın Öldürülüşü” adlı bant tiyatrosu, –bugün bile anlayamadığım bir hızla– Mersin’in Anamur ilçesinde elime geçtiğinde henüz ilkokul beşinci sınıftaydım. Teyp kasetlerinin çok revaçta olduğu o dönem, “İmamın Öldürülüşü”nü sürekli dinlemeye başlamıştım. Uzak diyarlarda, adını yeni duyduğumuz bir kahramanın öyküsüydü bu:
İslâmî eğitimini Mekke’de tamamlayan Abdullah Harun, 1955’te, henüz 30’lu yaşlarının başındayken Cape Town’daki Câmia Mescid’e imam tayin edilmiş, sonrasında şehrin Müslüman gençlerine siyasî şuur aşılayan bir odağa dönüşmüştü. Bu durum, Güney Afrika’nın ırkçı Apartheid rejiminin elbette dikkatinden kaçmayacaktı. 28 Mayıs 1969 günü polis karakoluna “ifadeye” çağrılan İmam, eziyet ve işkence dolu tam 123 günün ardından, 27 Eylül’de ruhunu teslim etmişti. Cesedi ailesine teslim edilirken “merdivenden düştüğü” söylense de, işkencenin fiziksel izleri bütün çıplaklığıyla görülebiliyordu.
Yaşım ilerledikçe, İmam Abdullah Harun’un mücadelesinin diğer boyutları ve İslâm dünyası çapındaki önemine dair okumalarım da derinleşti. Kendisine hayranlığım ve muhabbetim, gittikçe arttı böylece. Güney Afrika bizden 12 bin kilometre uzakta olsa da, İmam Harun yanı başımızdaydı. Onu bize, bizi de ona bağlayan irtibat, öylesine güçlüydü.
Geçtiğimiz cuma akşamı, Cape Town’ın Crawford semtindeki o sade evin kapısını çalarken, ta çocukluğumdan itibaren aklımdan hiç çıkmayan bu büyük adama dair onlarca hatıra zihnimde uçuşuyordu. Az sonra bize kapıyı açan kişi, İmam Abdullah Harun’un küçük kızı Fâtıma Hanım’dı çünkü. Güney Afrika ziyaretimiz sırasında bu güzel aileyle de tanışmak ve kendilerinden babalarına dair hatıraları bizzat dinlemek istemiştim. Fâtıma Hanım’a randevu talebimi ilettiğimde, “Evimize iftara buyurun lütfen” şeklinde cevap gelmişti. “İşte ramazanın sayısız bereketlerinden biri…” diye düşünmüştüm ben de.
Fâtıma Hanım, bizi girişin hemen yan tarafındaki misafir odasına buyur etti. Birazdan, ağabeyi Muhammed Bey de geldi. İftardan önceki bir saatlik vaktimizde, doyumsuz bir sohbete daldık. İmam Abdullah Harun’un tek oğlu olan Muhammed Bey, babasının katledilmesi sırasında henüz 13’ündeymiş.Cesedin teşhisini de ona yaptırmışlar üstelik. Küçücük yaşında, kocaman yükleri omuzlamak durumunda kalmış. Kendisine “Babanızın biyografisini yazıyordunuz, ne zaman bitecek?” diye sordum. Önce “Çok yoğunum” diye geçiştirmek istedi, ben üsteleyince açıkladı: “Kitabı üç versiyon şeklinde planladım. Birincisi, sıradan halkın rahatlıkla okuyabileceği, sade bir özet. İkincisi, akademik ve ayrıntılı bir çalışma. Üçüncüsü de şahitlerin ve yakın dostlarının dilinden İmam Harun. Ama maalesef çalışmayı devam ettirmek ve bitirmek konusunda biraz isteksizim. Bazıları, beni babasının mirasını yiyen bir evlat gibi algılıyor. Bu türden yorumlar nedeniyle yavaşladım…” Böyle bir durum asla söz konusu olmadığı gibi, İmam’ın hayatını oğlunun anlatımıyla okumak, başlı başına önemliydi. “Lütfen bitirin” dedim. Gülümseyerek başını salladı Muhammed Bey.
Ezan okununca, mutfaktaki uzun masada yerlerimizi aldık. Çorbalarımızı içtikten sonra sofradan kalkıp cemaatle akşam namazını eda ettik. Akabinde “ikinci bölüm” için yeniden sofra başındaydık.
Fâtıma Hanım, mutfak duvarında asılı olan fotoğraf ve çizimlerden hareketle, babasının hatırasının unutulmaması için yaptıkları faaliyetleri anlattı uzun uzun. Düzenledikleri resim yarışmasını, açtıkları sergileri, basın toplantılarını… Babasını son görüşünde sadece 6 yaşındaymış Fâtıma Hanım. O mahzun kız çocuğu, bugün Abdullah Harun’un adının dünyaya duyurulması adına güçlü kampanyalar yürüten yürekli bir aktivist. Konuşma sırasında söz, 2019’da 93 yaşında rahmetli olan anneleri Galiema (Halime) Hanım’a da geldi. Fâtıma Hanım, “Ben annemden hiç ayrılmadım. Beşikten mezara kadar, tamamen onunlaydım” derken şükrü ve hüznü bir arada yaşıyordu. Galiema Harun, sevgili eşinin katlinin tam 50’nci yıldönümünde vefat ettikten sonra, Mowbray Müslüman Mezarlığı’nda onunla aynı kabre defnedilmiş.
İmam Abdullah Harun’a dair hatıralar babında, Fâtıma Hanım’ın şu anlattıkları da çok çarpıcıydı: “Apartheid rejimi, babamın cenazesini mezarından çıkararak, suçluların gömüldüğü bir yere defnetmeyi planlıyordu. Ancak aynı gece Cape Town’da meydana gelen şiddetli deprem sebebiyle bu amaçlarına ulaşamadılar.”
Bitmesini hiç istemediğimiz koyu sohbetin ardından, akşamın ilerleyen vaktinde misafirlikten ayrılırken, hissettiğimiz şey duru bir samimiyet ve sanki yıllardır tanışıyormuşçasına bir aile sıcaklığıydı…