İranla Mikro Soğuk Savaş

Akif Emre

Kim ne derse desin Irak'ın işgalinden en kazançlı çıkan ülke İran oldu. İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad'ın Bağdat'a yaptığı gezinin özeti bu olmalı. 1980'den beri diplomatik ilişkileri kopuk olan, yıllarca süren savaş ve milyonla ifade edilen insan kaybının doğurduğu husumetin ardından gelen bir diplomatik başarı bu. Amerika'nın desteği ile İran'a saldıran Irak diktatörü Saddam yine Amerikan işgali ile yıkıldı ama İran hâlâ hedefteki ülke ama lideri Bağdat'ta ağırlanıyor…

Irak işgalinden sonra estirilen havaya bakacak olursak İran'ın çoktan işi bitmiş, en azından Amerika'dan iyi bir dayak yemiş olması gerekirdi. Amerikan propaganda makinesi bölgedeki halkları sindirdiği gibi Saddam'ın akıbeti üzerinden sembolik bir ders vererek bölge liderlerine mesaj yolluyordu. Bu durumda Saddam'ın idamı bizzat mesajın kendisiydi.

Amerika, aslında İran'la küçük çapta bir soğuk savaş denemesi yaptı. Malum soğuk savaşta var olan düşman iki blok aynı zamanda birbirine rakip gücü temsil eder. Bu rekabet ve denge oyunu tarafların birbiriyle ne ölçüde sıcak temasa gireceği, birbirinin sınırına ne kadar mesafede duracağını belirleyen bir denge dönemidir. Görünüşte birbirini yok etmek isteyen iki gücün peykleri üzerinden yürüttükleri bir güç mücadelesidir.

Bu 'mikro soğuk savaş' oyununda İran kendi çapında bir güç mücadelesi verdi Amerika'ya karşı. Ve bu güç mücadelesinde de pek çok alanda belirleyici olmayı da başardı. Sonuçta Bush yönetimi saldırmaktan, işgal etmekten bahsettiği İran yönetimiyle Irak'ta işbirliği yapmak zorunda kaldı.

İran tüm dünyanın tepkilerini üstüne çekme ve uluslararası dengeleri yok sayma pahasına İsrail'in haritadan silinmesi gerektiğinden bahsederken Irak'taki nüfuz alanını genişleterek kendisine yönelik tehditleri kendi sınırının dışında karşılamayı düşündü. Bu stratejide başarısız olduğu söylenemez.

Amerikan işgaline karşı direnmekten çok işbirliği yaparak Irak siyasetine ağırlığını koymayı seçen Şiiler üzerindeki etkisini kullanarak bu ülkenin geleceğinde anahtar rol oynamasını bildi. Aslında İran, Amerika'nın bölgedeki prestijini Irak içinde rehin alarak kendi sınırlarına yönelmesi muhtemel bir müdahaleyi burada durdurma başarısını gösterdi.

İran'a yönelik olarak en üst düzeyde tehditlerin yapıldığı dönemde bile Bush yönetimi Tahran temsilcileriyle Bağdat'ta görüşme masasına oturmak ihtiyacını duydu. Amerikan ordusunun Irak'taki durumu, Amerika'nın prestiji Tahran'la yapacağı işbirliğine bağlı olduğu tespitinde bulunmak abartı sayılmaz.

Amerika'nın ısrarla İran'ın nükleer tehdit olarak göstermesinden, uluslararası alanda izole etme girişimlerine ve uygulanan ambargonun kapsamına kadar pek çok çatışma alanı birlikte değerlendirildiğinde bu 'mikro soğuk savaş'ta tarafların nerede duracaklarını çok iyi bildiklerini gösteriyor. Belli bir çizgiyi aşmadan sürdürülen bilek güreşi…

Amerika bir tarafta Ortadoğu'da oluşan Şii kuşak teorisi ile sözüm ona Sünni, aslında sun'i rejimlerin gözünü korkuturken, Suriye'yi yanına çekerek bölgede İran'ı yalnızlaştırmaya çalışırken aslında İsrail'i rahatlatmış oldu. "Şii hilali" propagandası ile Sünni-Şii çatışmasına dayalı mezhep savaşını tahrik etmek somut olarak İsrail'in üzerindeki baskıların hafiflemesine yaradı. Şii hilalinin kuşatması altında olduklarına inandırılan Arap rejimleri kendi iktidarlarını korumak adına Filistin'i feda etmekten kaçınmadılar.

Muhtemel hesaplaşma yeniden Lübnan üzerinde Hizbullah'a karşı İsrail-ABD ittifakının saldırısı şeklinde tekrarlanabilir. İran, üzerindeki baskıyı Hizbullah cephesinde karşılarken stratejik ortağı Suriye'nin bu sefer de aynı safta durup durmayacağı belli değil.

Bir yanda Kürt yönetimi diğer tarafta Şii Arap nüfusu üzerinde etkinliğin artıran İran'ın Bağdat'ta en üst düzeyde ağırlanması, daha önce de Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerine cumhurbaşkanı düzeyinde ziyaretler yapması sadece sembolik bir gösteri anlamına gelmiyor. 'Mikro Soğuk Savaş'ta tarafların birbirine karşı ne tür kozlar kullanabileceğini gösteriyor. Unutmamak gerekir ki Soğuk Savaş dönemi anlaşmalı bir düşmanlık oyunu idi.

Tahran, Türkiye'ye PKK ve onun İran versiyonuna karşı ortak mücadele önerirken İran'ı Türkiye'den sıkıştırmak isteyen ABD'ye karşı önemli, en azından diplomatik anlamda somut hamle yapmış oluyor. Tüm bunlar olup biterken Türkiye'nin nerede durduğunu soracak olursak en güçlü olduğu pozisyonda Amerika'dan izin alıp almadığı tartışmasıyla ağırlığını tartışılır hale getiriyor. Daha da vahimi kendi etki alanındaki coğrafya ile Amerika üzerinden ilişkiye geçmenin doğurduğu yabancılaşmayla yüzleşmek durumunda.

Yeni Şafak