İran’ın Varlık İçinde Yokluk Çeken Şehri: Ahvaz ve Protestolar

“Muazzam bir etnik çeşitliliğe sahip olmasına rağmen İran’ın kendi vatandaşlarına uyguladığı politikalar, ülkenin siyasi ve toplumsal dengelerini derinden etkiliyor.”

Analiz: Cemalettin Taşken / AA

İç politikadaki gerilimli süreçleri ve dış politikadaki manevralarıyla İran son yıllarda adından en çok bahsedilen ülkelerden biri. Trump’ın 2016 yılında ABD’nin 46. başkanı olarak seçilmesinden sonra Washington ile yeniden tırmanan gerilimin yanı sıra, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani üzerindeki muhafazakâr kanadın baskısı, önümüzdeki yılın başında seçime gidecek olan İran’ı gündemde tutmaya devam edecek.

Dış politikasındaki yoğun gündemle birlikte Tahran, bu günlerde önemli iç meselelerle de karşı karşıya. Bunların en önemlisi, ülkenin 4 milyonu aşkın nüfuslu Huzistan (tarihteki adıyla Arabistan) eyaletinin Ahvaz şehrinde başlayan ve kısa sürede genişleyen protestolar. 2018 yılında meydana gelen protestolar esnasında tutuklanan ve hapisteyken şiddet gördüğü iddia edilen İranlı Arap şair Hasan Haydari, serbest kalmasından kısa bir süre sonra hayatını kaybetti. Olayın ardından İranlı Araplar yeniden sokaklara döküldü. Şehrin bazı yerlerindeki İran bayrakları indirildi. Tahran yönetimi olayların yoğunlaştığı mahalleleri kuşatma altına alarak gösterileri önlemeye çalışıyor. Protestolarda dikkat çeken başka bir husus ise halkın Lübnan ve Irak’taki gösterileri destekleyen sloganlar atması.

İran'ın petrol rezervlerinin yüzde 80’inden fazlasının bulunduğu Huzistan eyaletinde yakın tarihlerde de buna benzer olaylar yaşanmış, güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu bölge halkından hayatını kaybedenler olmuştu. Bölge halkı 7 Mart 2015’te Asya Şampiyonlar Ligi maçında rakip Suudi Arabistan takımı El Hilal’e yoğun ilgi göstermiş, maç esnasında ve sonrasında Tahran yönetimi aleyhine sloganlar atan halka polis müdahale etmişti. Çıkan olaylar neticesinde Yunus Asakire isimli Ahvazlı hayatını kaybetmişti. Olayın ardından bölgede başlayan gösteriler güvenlik güçlerinin sert müdahalesiyle bastırılmıştı. 2017 yılının Şubat ayında bölgede yaşanan içme suyu krizi ve yüksek orandaki hava kirliliği şikâyetlerine yönelik yetkililerin duyarsızlığı nedeniyle, Devrim Muhafızları’na ait bir merkez Ahvaz halkı tarafından basıldı ve çıkan çatışmalarda Hasan Bugbiş adında bir protestocu hayatını kaybetti. Olayın ardından bölgede protestolar genişleyerek devam etse de öncekiler gibi yönetimin sert müdahalesiyle bastırıldı.

Benzin zammı ve protestolar

Bölgeyi dünya gündemine taşıyan başka bir gelişme ise yakın tarihte keşfedildiği öne sürülen yeni petrol rezervi. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani 10 Kasım 2019 tarihinde Yezd şehrinde yaptığı konuşmada, Huzistan eyaletine bağlı Bostan bölgesinden Umidiye şehrine kadar uzanan bölgede 53 milyar varil rezerve sahip yeni bir petrol sahası bulduklarını duyurdu. Yeni alanın 65 milyar varil rezerve sahip Ahvaz’dan sonraki en büyük petrol sahası olması ve her iki şehrin de Huzistan eyaleti sınırları içinde bulunması, yoksullukla mücadele eden bölge halkının protestolarını daha da anlamlı hale getiriyor. 2 bin 400 kilometrekarelik bir alanı kapsayan sahanın, İran’ın kanıtlanmış petrol rezervlerini dörtte bir oranında artıracak olması ise bir başka önemli nokta.

Bu açıklamadan bir hafta sonra, Ruhani yönetimi benzin fiyatlarına en az yüzde 50 oranında zam yapılması ve daha ucuz fiyattan benzin satışına kota konulması kararı aldı. Karar sonrası ülkede başlayan protesto gösterileri ülke çapında yayılarak büyüyor. Protestoların büyüme karakteri göstermesinin en önemli nedeni ekonomik temelli olmaları. İran’ın içinde bulunduğu iktisadi darboğaz, sistemin her yerini saran yolsuzluklar, yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde taraflar arasındaki güç savaşı ve hepsinden önemlisi halkın gündelik yaşamda karşılaştığı hayat pahalılığı, İranlı "işçi sınıfını" sokağa dökmüş vaziyette. Bu ve benzeri gerçekler protestoların yayılma potansiyelini artırıyor. Şu ana kadar 30 şehirde görülen protestoların daha çok Kürt, Arap ve Türklerin yaşadığı şehirlerde yoğunlaştığı söylenebilir.

Eylemlerde "Rıza Şah ruhun şad", "ne Gazze ne Lübnan, can feda sana İran", "Kürt-Türk el ele; karşıdır zulümlere" ve "Diktatör utan artık; memleketi bırak artık" gibi sloganlar öne çıkıyor. Dikkat çekilmesi gereken nokta şu ki daha çok “alt sınıfın” sokağa çıktığı protestoların, demokrasi kaygısı taşıyan "orta sınıftan" destek bulma olasılığı, Tahran yönetimini zor durumda bırakabilir. Ancak bu iki sınıfın sokağa yansıyan ortak paydasının zayıf olması, gösterileri kontrol altına alma hususunda Tahran yönetiminin işini kolaylaştıracaktır. Vurgulanması gereken diğer etken ise protestoların İran’da etnik hassasiyetlerin yükseldiği bir döneme denk gelmiş olması. Bu durum, eylemlerin daha da yayılmasının önünü açan güçlü bir etken olabilir. Ayrıca ülke genelinde görülen eylemler, 2009 yılındaki Yeşil Hareket’ten bu yana artış gösteren kadın ve gençlik hareketlerinin protestolarda daha görünür olmasına yol açabilir.

Tahran’ın yaklaşımı ve İranlı Araplar

Muhafazakâr basının bölgedeki olaylara karşı duyarsız tavrına rağmen muhaliflerin çokça gündeme taşıdığı gösteriler, İran yönetim anlayışının etnik çeşitliliğe karşı yaklaşımını bir kez daha tartışmaya açmış vaziyette. Muazzam bir etnik çeşitliliğe sahip olmasına rağmen İran’ın kendi vatandaşlarına uyguladığı politikalar, ülkenin siyasi ve toplumsal dengelerini derinden etkiliyor. Bu olumsuz etkinin en dikkat çeken sebebi, İran’ın, barındırdığı etnik çeşitliliği, kültürel bir zenginlikten ziyade, dış güçler tarafından manipüle edilerek ülkeyi felakete sürükleyecek bir problem olarak görmesidir.

Bilindiği üzere, Kaçar hanedanlığının 1925 yılında yıkılmasının ardından, Pehlevi hanedanlığı ülkeyi idari ve ideolojik olarak kontrol altına almıştı. Söz konusu dönemden günümüze, yönetimin Farslar dışındaki diğer etnik gruplara uyguladığı düşünülen ayrımcı politikalar, geniş halk ayaklanmalarının öncelikli sebeplerinden biri olagelmiştir. 1925-1979 yılları arasında “Farslar ve diğerleri” anlayışıyla ele alınan İran’ın etnik kompozisyonu, 1979 İran Devrim’i sonrasında da şekil değiştirerek devam etmiştir. Pehlevi döneminde devam ettirilen “Farslılık” politikasının bir benzeri, 1979 Devrimi sonrasında da “İslam Cumhuriyeti” yaklaşımıyla “Şiilik” çerçevesinde şekillenmiştir. Şunu da belirtmek gerekir ki 1979 sonrası yönetim anlayışı, Pehlevi hanedanlığının politikalarından tam anlamıyla kopmamış, Şiilik yaklaşımının yanı sıra Farslılık anlayışını da canlı tutmuştur. İran’da merkezi yönetimin bu anlayışıyla çeşitli şekillerde mücadele eden önemli etnik unsurlar var ve Araplar bu unsurlardan sadece biri. Diğer etnik unsurlarda olduğu gibi, Araplar da Tahran yönetiminin Farslılık ya da Şiilik anlayışı karşısında kendi etnik veya mezhepsel kimliklerini koruma eğilimi içindeler.

Arap azınlık içinde Şii mezhebine mensup olanlar genellikle Huzistan eyaletinde yerleşikken, Sünni Araplar Körfez kıyılarında yaşıyorlar. Çoğunluğunu Şiilerin oluşturduğu Arapların nüfusuyla ilgili kesin ve güvenilir bir araştırma olmamakla birlikte, tahmini olarak 2 ila 4 milyon civarında olduğu düşünülüyor. Rıza Şah’la başlayıp 1979 İran Devrimi sonrası yönetim anlayışıyla devam eden yaklaşım, ülkede yaşayan Türkler ve Kürtlerde olduğu gibi, Araplar tarafından da hoş karşılanmıyor. Bu hoşnutsuzluk ve dönem dönem kendini hissettiren protestolar, Tahran’a bir uyarı anlamı taşıyor. Son günlerde Arap nüfusun yoğunlukta olduğu Huzistan eyaletinin Ahvaz bölgesinde başlayan ve yayılma eğilim gösteren etnik hassasiyet temelli protestolar da bu huzursuzluğun yeni bir tezahürü niteliğinde. Gösterilerin başlama nedeni ise kum fırtınasıyla başlayan süreci, elektrik ve su kesintilerinin takip etmesidir. Gösterilerin siyasi ve ekonomik sebeplerine değinmenin yanı sıra, bölgedeki kum fırtınalarına ve yaşanan su kıtlığının öncelikli nedenlerine kısaca bakmakta fayda var.

Başta Ahvaz olmak üzere Susangerd ve Dezful şehirlerini etkisi altına alan son zamanlardaki kum fırtınaları ilk defa yaşanmıyor. Son yıllarda bölgede gerçekleşen küçük çaptaki kum fırtınaları ve bunlara bağlı olarak yaşanan yüksek orandaki hava kirliliği günlük hayatın bir parçası. Bunların bazıları İran sınırlarının ötesinden kaynaklanan iklim değişikliği ve küresel ısınmayla bağlantılı olarak görülse de, bunun en büyük sebebi İran-Irak savaşından sonra bölgede yoğun olarak çıkarılan petrol. Petrol kuyuları için tahrip edilen sulak alanlar yerini kurak topraklara bırakmış vaziyette. Petrol çıkarmak ve yeni rafineriler kurmak adına yapılan çalışmalar neticesinde yaşanan önemli su kaybı, tarıma elverişli araziler ve meyve bahçelerinden çorak çöllere ve aniden çıkıveren bataklığa doğru nasıl bir değişimin yaşandığını açıklıyor. Özellikle 1989 ve 1997 yılları arasında bölgede plansız yapılan kalkınma faaliyetleri, Ahvaz başta olmak üzere diğer illerdeki su havzalarını yok ederek çölleşmeyi artırmış durumda. Topraklarının 1 milyon hektarından fazlası tarımsal nitelikte olan ve soğuk mevsimlerde ülkenin önemli tarımsal ürünlerinin yetiştirildiği bir yer olan bu bölge bugün kum fırtınalarıyla karşı karşıya. Gittikçe azalan suyun da şeker kamışı üretiminden kaynaklanan zirai ilaçlarla kirlenmesi, tehlikenin boyutlarını gözler önüne seriyor.

Yukarıdaki sebeplere ek olarak, savaş sonrasında bölgedeki petrol kuyularında kasıtlı olarak çıkarılan yangınlar bölgedeki su kaynaklarını kirleterek verimli topraklara telafisi güç zararlar vermişti. Türkiye ve Irak’ta kurulan barajların Şattülarap’a akan su miktarını azaltarak İran’daki kuraklığı etkilediği iddiaları da sayılan nedenler arasında.

Siyasi ve iktisadi sebepler

Özellikle 2015 yılından bu yana dönem dönem baş gösteren protestolarda yaşanan elektrik ve su kesintilerinin kısa süreli olduğunu düşünen halk, akşam saatlerine kadar yetkililerden kesintilere dair bir açıklama bekledi. İranlı yetkililerden herhangi bir açıklama gelmeyince, 19 Şubat 2018 tarihinde Ahvaz’da yaşayan halk sokaklara döküldü. Enerji protestosu olarak başlayan eylemler, kısa süre içinde yönetimi protesto eden geniş katılımlı halk gösterileri halini aldı.

Muhalif İranlı analistlere göre, bölge halkının temel eğitim haklarından bile mahrum edilmesinin yanı sıra, halkın kasıtlı bir şekilde eğitimsiz bırakılarak radikal terör örgütlerinin etkisine açık hale getirilmesi, geniş katılımlı protestoların altında yatan etkenlerden. 2017 yılının hemen başında vefat eden tecrübeli siyasetçi Haşimi Rafsancani’nin de makalelerinde vurguladığı ortak eğitim talebinin yerine getirilmesinin gerekliliği, radikal örgütlerin İran halkı arasında karşılık bulma ihtimaline dikkat çekmesi açısından anlamlı. Zira -Rafsancani’yi de rahatsız eden- muhafazakâr yönetimin bölgeye yönelik ikircikli tavrı öyle boyutlara varmıştır ki bölgede yeni doğan bebeklere Arapça isim konulması halinde kimlik verilmeyeceği duyurulmuş, bu yaklaşım, -ister Şii ister Sünni olsun- bölgede çoğunluğu oluşturan Arapların merkeze yönelik tepkisini giderek artırmıştır.

Ahvaz’da yükselen protestolara İran’da yaşayan Türk nüfusunun da destek vermesi, Tahran yönetiminin diğer etnik unsurlara Araplardan farklı davranmadığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Şunun altını çizmek gerekir ki Ahvaz’da büyüyen tepkilerin görünen sebebi kum fırtınası ve yaşanan su kesintileri olabilir; fakat üzerinde durulması gereken esas neden, Huzistan eyaletinde yaşayan Arap nüfusun beklentilerinin Tahran yönetimi tarafından karşılanamamasıdır. İran’ın en güneybatısındaki eyalete bağlı olan Ahvaz bölgesi, yeraltı kaynaklarının yanı sıra stratejik konumu itibariyle de Tahran yönetimi için önem taşıyor. Bu bağlamda, Ahvaz meselesi Suudi Arabistan-İran geriliminin en açık hissedildiği konulardan biri olarak biliniyor ve Riyad’ın Tahran’ın sinir uçlarına temas edebileceği bir alan olarak öne çıkıyor.

Zengin petrol yatakları, bölgeyi İran yönetimi için daha da anlamlı kılıyor. Zira İran’ın petrol ve doğalgaz rezervlerinin yüzde 80’inden fazlası bu bölgede bulunuyor. Zengin doğal kaynaklarına ve tarım potansiyeline rağmen Ahvaz bölgesinin ülkenin işsizlik oranlarının en yüksek olduğu bölgelerinden biri olması, protestoları besleyen sosyal gerçekliği resmediyor. Bölgede birçok enerji üretim tesisi olmasına rağmen, çoğunluğu Araplardan oluşan halkın bu iş imkânlarından mahrum edildiğine, bölgeye Fars kökenlilerin yerleştirildiğine dair yaygın bir kanaat var. Bölgenin doğal yapısının tahrip olmasına yönelik yetkililerin duyarsızlığı, bölge halkının rahatsızlığını daha da artırıyor. Tarım arazilerini kaybetmenin yanı sıra yeni iş imkânlarından da yeteri kadar yararlanamayan bölge halkı, bulduğu her fırsatta Tahran’a sesini duyurmaya çalışıyor.

Başta Ahvaz Üniversitesi mensupları olmak üzere konuya duyarlı kesimler de sonuç alamayınca ülkeden ayrılıp yurt dışında yaşamaya başlamıştır. Bu konuyu gündemine alıp Tahran’ın kapısını çalan kimi akademisyenler ise emekli edilerek konudan uzaklaştırılmıştır. Ülkedeki protestolar siyasi, iktisadi ve kültürel açıdan birçok tartışmanın ana konusu olabilir, olmalıdır da. Fakat bölge halkını bekleyen esas tehlike, bilinçsizce yapılan girişimlerin doğayı mahvetmesi ve kirliliğin Huzistan’ın su varlıklarına nüfuz ederek bölgeyi daha da yaşanmaz hale getirmesidir.

Huzistan'da yaşanan sorunlar Tahran'dan görülmüyor

Etnik kimlikler ve kültürel farklılıklar dikkate alındığında, İran muazzam bir kavşak noktası olarak öne çıkıyor. Tarihin eski dönemlerinden beri aynı coğrafyada var olan bu çeşitlilik, Pehlevi hanedanlığına kadar kendilerini ifade etme ve ülkenin zenginliklerinden eşit derece yararlanma hususunda önemli bir sorun yaşamamıştı. Pehlevi yönetimiyle birlikte bütün İran halkına uygulanan Farslılaştırma politikası, bu politikaya maruz kalanlar tarafından tepkiyle karşılanmıştı. Bu topluluklar yönetime karşı itirazlarını çeşitli şekillerde dile getirdiler ve getirmeye de devam ediyorlar. Şunun altını çizmekte fayda var ki bugün kimliklerini korumak için etkin bir mücadele veren Türkler, Kürtler ve Araplar, İran’ın toprak bütünlüğüne saygı gösterip sahip çıkmakla birlikte, öncelikle kendilerini ifade edecekleri bir alan ve daha kucaklayıcı bir yönetim talep etmekteler. Nitekim İran halkı, bugüne kadar kazandığı tecrübeyle, protesto bilincine sahip halklarından birisi haline gelmiştir. Son olaylarda da görüldüğü üzere, İranlılar genel olarak güncel meselelerin dahi yetersiz ve ayırımcı yönetim anlayışından kaynaklandığını düşünüyor ve kısa bir süre içinde sokakları doldurabiliyor.

En nihayetinde Batı'nın ve Körfez ülkelerinin İran’a yönelik haksız ve baskıcı politikalarına karşı çıkılmalıdır. Fakat diğer taraftan, İran’ın kendi bünyesinde yaşayan farklı etnik ve dini topluluklara daha adilane davranması gerektiğinin de altı çizilmelidir. Zira bugüne kadar Arap nüfusun yaşadığı ekonomik ve sosyal sorunlar Tahran yönetimleri tarafından görmezden gelinmiştir. Gelecek dönemde, ülkedeki etnik unsurlara karşı benimsenen politikalarda herhangi bir değişim veya dönüşüm yaşanmazsa, önümüzdeki süreçte hem İran hem de bölge daha büyük ve karmaşık problemlerle karşı karşıya kalacaktır.

*

[Doktora çalışmalarını Fars dili ve edebiyatı alanında sürdüren Cemalettin Taşken İran’ın iç ve dış politikasına ilişkin analizler kaleme almaktadır]

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!