İran'ın Türkiye'deki seçimlerden beklentisi

Taha Kılınç, İran'ın yaklaşan seçimlerde Türkiye'de ne gibi bir değişiklik istediğini analiz ediyor.

 Taha Kılınç / Yeni Şafak

İran'ın hayali

Türkiye, yakın tarihinin en önemli seçimine hazırlanıyor. İç siyasetteki tartışmalar ve gelişmeler bir yana, seçimler dış dünyanın ana gündem maddelerinden biri. Zira neticeleri, sadece Türkiye’yi değil, uluslararası dengeleri de yakından ilgilendiren bir süreç bu. ABD, Avrupa, Rusya, Çin, Ortadoğu, Orta Asya, Basra Körfezi, Balkanlar, Afrika… Mübalağa etmiyorum, 14 Mayıs akşamı sandıklardan çıkacak sonuç, bütün bu bölgelerde derinden hissedilecek. O yüzden, şimdiye kadar görülmemiş sayıda ve yoğun ilgili birtakım kulaklar ve gözler Türkiye’ye çevrilmiş durumda. Dış basında sürekli analizler ve haberler yer alıyor. Hatta bazılarında, bizim burada konuşmaktan çekindiğimiz detaylar bile mevcut.

Ülkemizin çevresindeki güç odakları üzerinden meseleyi okuduğumuzda, seçimleri en yakından izleyen ülkenin İran olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü İran’ın yayılmacı politik ve dinî çizgisinin önündeki en büyük engellerden biri, kendi kararlarını kendi veren, her masada güçlü bir şekilde yer alan, savunma sanayiinde iddialı ve İslâm dünyasına her anlamda örnek olma potansiyeline sahip bir Türkiye… Yedili Masa’nın tüm bu alanlarda bambaşka vaatlerde bulunduğunu ve mevcudu tümüyle değiştirerek, Türkiye’yi bambaşka bir mecraya sokmayı hayal ettiğini elbette İran da görüyor. Dolayısıyla Tahran, muhtemel bir iktidar değişikliğini büyük bir iştiyakla bekliyor.

İran’ın hayali, dilediği şekilde yönlendirebileceği, peşine takıp sürükleyebileceği, sosyal ve dinî yapısına nüfuz edebileceği, güçsüz ve iradesiz bir Türkiye… Resmî ağızlardaki Amerika veya İsrail karşıtı ateşli retoriklere rağmen, İran’ın dış politika algısındaki en büyük rakip -hatta belki bazı durumlar için “hasım” tanımlaması yapmak bile doğru olabilir- Türkiye. İran basınını, siyasetçilerin demeçlerini ve kriz anlarında ortalığa saçılan söylemleri dikkatle takip edin, vurguladığım bu hususa dair çok sayıda somut delile ulaşacaksınız.

Bu çerçeveden bakınca, İran’ın Ankara Büyükelçisi Muhammed Farazmend’in Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’na hitaben, “Seçimlerden sonra beklentimiz, Türkiye’nin Suriye’deki askerî varlığını geri çekmesi” şeklinde bir cümle sarf ettiği iddiası, temelsiz ve desteksiz değil. İran Büyükelçiliği, -mesele iki gün boyunca tartışıldıktan sonra- söz konusu iddiayı yalanlamış olsa da, İranlı karar vericilerin tam olarak böyle düşündüğünü herkes biliyor.

(Saadet Partisi’nin İran’a kayıtsız-şartsız destek verdiği, bunu yaparken de İran’ın yayılmacı ve mezhepçi ajandasına herhangi bir eleştiri getirmediği malum. Öyle ki, ne Suriye’de dökülen kan, ne dünyanın farklı ülkelerinden Suriye’ye taşınan Şiî milislerin işlediği mezalim, ne de İran’ın Azerbaycan’a karşı açıkça Ermenistan’ın yanında saf tutması, Saadet Partisi yönetiminin duruşunu değiştiremedi. Aksine, yalanlanması mümkün olmayan nice vakıa karşısında ucuz komplo teorilerine sarılmayı, gülünç izah çabalarına girişmeyi, hedef şaşırtarak öfkeyi başka ülkelere yönlendirmeye çalışmayı ve kendi tabanlarını illüzyona sürüklemeyi tercih ettiler.)

İran’ın PKK ve uzantılarıyla son derece pragmatik bir ilişkiler ağı içinde olduğunu da görmek gerekiyor. Türkiye’nin PKK ve YPG ile mücadelesinde “ana hami” olarak ABD ve bazı Avrupa ülkeleri ön plandayken, İran “gizli ortak” olarak sürece dâhil. Washington, Tahran devlet dilinde “Büyük Şeytan” sıfatıyla lanetlense de, Suriye’de -ve Irak’ta- ABD ile İran’ın çıkarları atbaşı ilerliyor. Buradan yola çıkarak, İran’ın Suudi Arabistan’la yeniden kurduğu diplomatik münasebetlerin arka planında, kendi bölgesel gündemlerine daha rahat odaklanmak için cephe sayısını azaltma stratejisinin yattığını görürüz.

“İran bizim kardeşimiz, ona neden karşı olalım?” şeklindeki sorunun ise iki cevabı var. Kısa olanı şu: Devletler birbiriyle kardeş olmaz, ancak menfaatleri çerçevesinde ittifaklar veya ortaklıklar kurabilir. Uzun cevap da şöyle:

Bölgesel ve uluslararası hedefleri olan her ülkenin, çevresine sızma ve nüfuz etme stratejisi gütmesi anlaşılabilir bir husus. Ancak İran’ın stratejisindeki temel belirleyici, Şiîlik inancının doğası gereği, Müslümanların çoğunluğunu teşkil eden Sünnîlere karşı dışlamacı ve hatta tekfirci bir yaklaşım içinde olmasıdır. Bu nazik nokta, İran yayılmacılığını İslâm dünyası açısından tehlikeli hale getirmekte ve Müslüman coğrafyayı dışarıdan gelecek saldırılara karşı dayanıksız ve savunmasız bırakmaktadır.

Yorum Analiz Haberleri

Meğer ne büyük sapmaymış!
Kemalizmin şapka zulmünden dolayı bombalanan şehir: Rize
Allah'ın rahmeti olan aklımızı gerektiği gibi kullanalım
Magazinleşen Yenidoğan Çetesi ve unutulan bebekler
Yapay zeka çağında kontrol kimde olacak?