İran’ın tarihî sorumluluğu

Serdar Demirel

Afgan mücahidleri Rus işgaline karşı tarihte eşine az rastlanan bir mukavemet örneği sergilediği günlerde, bugün Suriye mukavemetini karalayan kimi İran muhipleri o günlerde de Afgan mücahidlerinin aleyhine propaganda yapıyor, onları itibarsızlaştırmaya çalışıyorlardı.

İran’la ters düşmek yahut farklı bir çizgiyi tercih etmek aleyhte propaganda yapılmasına yetiyordu. Bunlara göre gerçek antiemperyalist olmanın yolu illâ da İran çizgisinde olmaktan geçiyordu. Hâlâ da öyle inanıyorlar..

Yanılmıyorsam 89 yılındaydı; bir “vahdet gecesi” düzenlenmişti, Fatih’te. Bizler, dünya Müslümanları arası vahdetin nasıl sağlanacağının yol haritasını sunacak kanaat önderlerimizi dinlemek üzere gitmiştik. Katılımcılar vahdet üzerine konuşmalar yaptılar, birlik çağrısında bulundular. Farklı kesimlerden insanın katıldığı gecede programın ruhuna uygun bir seyir akışı vahdete olan inancı pekiştiriyordu. Konuşmacılar arasında bugün “ömrünün tam 52 yılını yazarak, okuyarak geçirmiş bir düşünce ve eylem adamı” da vardı. Bu muhterem sıra kendisine geldiğinde bütün söylenenlerin üzerini çizdi, ortamı söyledikleriyle gerdi.

İçinde, birçok İslâmî cemaati topa tutan, mücahid liderlerin köpek mamasının bile Amerika’dan özel getirildiğini iddia eden bir konuşma yaparak gecenin ruhuna kezzap dökmeyi tercih etti. Aynı “dava adamı” bugün de Suriye mukavemetini acımasızca eleştiriyor.

Afgan cihadı istenilen başarıya ulaşmadı maalesef, doğrudur. Bunun önemli sebepleri var elbette. Emperyalizm orada İslâmî mücadelenin başarıya ulaşmasına müsaade etmedi, etmemek için de orada zaten. Ama hâlâ mukavemet de devam etmektedir.

Taliban hareketi ortaya çıktığında da aynı kişiler bu hareketin Amerika tarafından oluşturulduğunu, emperyalizmin kuklası olduğunu söylediler. Ama bugün Amerika’ya karşı en şiddetli direnişi sergileyen de yine Taliban hareketi. Taliban’ı beğenir ya da beğenmezsiniz, söylemlerini aykırı bulabilir, tenkit de edebilirsiniz, bunlar ayrı, onları emperyalist uzantılar olarak göstermek ise apayrı.

Hangi direniş hareketi İran’ın milli çıkarlarına göre kendisine çekidüzen vermeyi reddettiyse bunların eleştiri okları ona yöneldi.

Direniş hareketleri eleştirilemez gibi bir anlayışa sahip değilim. Direniş hareketlerine uygulanan kıstaslar İran’a da uygulanırsa buna bir sözüm olamaz. Lâkin direniş hareketleri, Hizbi İslâmî Hikmetyar’dan Taliban’a, Çeçenistan direnişinden Irak mukavemetine kadar tek taraflı eleştirilmişse eğer, burada sorun var demektir. Eğer öyle olmasaydı “eleştiri üstadları” bir defa da İran’ı eleştirirdi. Yoksa İran masum da biz mi bilmiyoruz!..

Suriye meselesinde İran hâlâ Esed rejimini korumaktan öte bir formül üzerinde ittifaka yanaşmıyor. Hem bölgenin hem de İran’ın maslahatlarını gözetecek ara formüller elbette vardır. Böyle bir formül teklifi üzerine çalışsaydı İran, hem bu kadar kan akmazdı, hem de Türkiye ve Müslüman dünyayı yanında bulurdu.

İran İslâm Devrimi Sünnî dünyada belki de tarihinde ilk defa bu kadar nefretle karşılanıyor. Doğrusu bu da beni tedirgin ediyor. Küresel hegemonların altyapısını oluşturdukları Sünnî Şiî çatışmasını, İran, ulus devlet anlayışı üzerine kurulu bu tür yanlış politikalarıyla destekleme gafletine düşüyor.

Müslüman dünyayı İran nüfuzunun yoğun olduğu bölgelerden ibaret sanan kişiler bu söylediklerimi ciddiye almayabilirler. Bu bölgenin dışına çıktıklarında bunu rahatlıkla göreceklerdir oysa.

Mezhep çatışması ekseninde Müslümanlara kurulan bu tuzağa devlet olması sebebiyle en fazla İran’ın uyanık olması ve gerekli önlemleri alması gerekir. Kendi çizgisine biata çağırmasında ısrar etmesi sorunu çözmeyeceği gibi, sorunu besleyen en önemli etmendir bugün.

YENİ AKİT