Yusuf Sami Kamadan / Mecra
İran’ın Suriye’deki yumuşak varlığı
2020 yılındaki Suriye seyahati sonrasında kaleme aldığımız “Suriye Raporu: Bizleri bekleyen insanlık” başlıklı yazımızda da ifade ettiğimiz gibi “İran, Suriye’de bulunduğu bölgelerde propagandasına öylesine ağırlık veriyordu ki bu mevzuda yer yer Rusya ile çatışma dahi yaşayabiliyordu.” 1980 sonrası dönemde Suriye’de varlığını hissettiren İran, 2011 sonrasında bunu çok daha belli eder bir hale gelmiş, bölgedeki nüfûzunu çok daha fazla arttırmıştı.
Nevvâr Şa’bân’ın MENA Affairs’te yayınlanan How Iran used and is still using soft power in Syria (İran, Suriye'de yumuşak gücü nasıl kullandı ve kullanmaya nasıl hâlâ devam ediyor ?) başlıklı yazısında da ifade ettiği gibi oğul Esed döneminde İran'ın Suriye’deki kültürel genişlemesi, onun şahsiyetinin ve siyasî duruşunun zayıflığı sebebiyle, babasının dönemine kıyasla on katı büyüklüğünde olmuştu. 2011 sonrası dönemde çok sayıda yabancı unsur, batan Suriye gemisinin mallarını yağmalama maksadıyla buraya hücûm etmişti ama belki de hiç birisi İran kadar temelli müdahale etme teşebbüsünde bulunmamış, böyle bir niyete de sahip olmamıştı. Üstelik Suriye, bu noktada İran’ın ilk tecrübesi olmamış, daha önce çalışma sahası bulduğu ve bir strateji çerçevesinde yürüttüğü Lübnan ve Irak birikimiyle Suriye’de çok daha tecrübeli hareket etmişti.
2011 sonrası oluşan ekonomik durumun iyice kötü bir hale gelmesi, iş imkanlarının yok olması ve buna bağlı olarak işsizliğin artması İran’ın yardım kuruluşları aracılığıyla yumuşak kuvvetini devreye sokması ve akabinde yaptığı faaliyetlerden meyve alabilmesi için verimli bir ortam sunmuştu. Foreign Policy’de yayınlanan Iran Is Trying to Convert Syria to Shiism (İran, Suriye'yi Şiiliğe Döndürmeye Çalışıyor) başlıklı yazısında Anchal Vohra’nın da ifade ettiği gibi:
İran, ihtiyaç sahibi Suriyelilere nakit para, çocuklara İran üniversitelerinde eğitim görmeleri için burslar, ücretsiz sağlık hizmetleri, gıda paketleri ve dönüşümü teşvik etmek için turistik yerlere geziler dağıtıyor.
Bu yapılanlar İran için belki çok maliyetli değildi ama yoksul Suriyelilerin imajında İran algısını değiştirme noktasında hiç şüphesiz çok önemli bir vazife görüyordu.
Bu faaliyetler İran’ın yapmayı planladığı yeni oluşumlar için zemin hazırlamış, 2014 yılında Suriye’nin lise düzeyinde ilk resmî caferi/şii okulu kurulmuştu. Ülkenin bir sahil şehri olan Ceble’de kurulan bu okula kabul şartları ise son derece basit bir hale getirilmişti ki ülkede meydana gelen karmaşada eğitimin kimi yerlerde sona ermek zorunda kaldığı bir ortamda bu ve sonrasında kurulacak nice İran destekli okul, çocuklarının eğitimini devam ettirmek isteyen aileler için belki de bir umut olmuştu.
Bizzat başkanlık kararnamesiyle eğitime başlayan bu okul, aslında daha önce mevcut olan ama resmî hüviyeti olmayan daha nice okulun da resmiyet kazanmasının habercisiydi. Gerçekten de 2015 yılı Esed rejiminin; Halep, Lâzikıyye, Deyrezzûr ve Şam’da bulunan, orta okul seviyesindeki 10 İran destekli okula daha resmiyet kazandırdığı bir yıl olmuştu. Bu olup bitenler rejimle de bağlantılıydı ama daha ziyade rejimin kolunu kaptırdığı İran’ın bölgede artan kuvvetiyle alakalıydı.
Eğitimle alakalı yapılan faaliyetler bununla da sınırlı kalmamıştı. 1979 yılında Kum’da kurulan Câmiatü’l-Mustafâ el-Âlemiyye ile yine İran’da bulunan Fârâbî Üniversitesi’yle bağlantılı Suriye’de kurulan okullar olmuştu. Hama Üniversitesi’nin başkanı olan Muhammed Ziyâd Sultân, İran’a yaptığı bir ziyaret sonrasında 2018’de yaptığı açıklamada İran’daki üç üniversite ile anlaşma yaptığını ilan etmişti. Bunlar Meşhed’deki Firdevsî Üniversitesi, Tahran’daki Emîr-i Kebîr Teknik Üniversitesi ve yine Tahran’da bulunan, kadınlara özel ez-Zehrâ Üniversitesi olmuştu. Yapılan anlaşma neticesinde Suriye’de ayrıca İslamî Azad Üniversitesi ile İslamî Bilimler Üniversitesi açılmıştı. Şam, Teşrîn ve Fırat üniversitelerinde Farsça eğitim veren bölümler bu tarihten sonra kurulmuş, Devrim Muhafızları tarafından İran propagandası yapmak üzere 2018 yılında bir ilk olarak Deyrezzûr’da İran Kültür Merkezi’nin açılışı gerçekleşmişti.
İdeolojiye yapılan yatırım bilindiği gibi sadece orada kalmıyor, ideolojinin sahibine bulunduğu yerde sağlam bir zemin temin ediyordu ki İran bunu gerçekten de ustalıkla yapıyordu. Sıralarda kazanılanlardan sahalarda istifade ediliyordu. İran Suriye’de yeni eğitimsel, kültürel ve dinî yapılar inşa ederken eski olanları da ihmal etmemişti şüphesiz. Suriye’de şiiliğin temel merkezlerinden biri olan Seyyide Zeyneb ile Seyyide Rukayye türbeleri bu dönemde çok daha büyük bir canlanmaya şahit olmuştu. Kimi şii ritüelleri gerçekleştirmek için kullanılan Hüseyniyyeler İran’ın kontrolü altında bulunan çok sayıda yerde de inşa edilmiş; Deyrezzûr, Humus, Şam ve İdlib çevresi ile kimi kıyı noktalarında bunların sayıları yaklaşık 500’e varmıştı.
Bu yapılanlar arasında ilginç bir biçimde türbe ihdâsı da kendisini göstermişti. Daha önce Mecra’da kaleme aldığımız “İran'ın Nevzuhûr İmamzâdeleri” başlıklı yazımızda mufassal bir şekilde ifade ettiğimiz gibi 1979 devrimine kadar İran’daki imamzâde türbelerinin sayısı bin küsur iken bu sayı 79’dan günümüze gelinceye kadar büyük bir ilerlemeyle 11 binin üzerine çıkmıştı. Pek tabii kimileri tarafından uydurulan yeni türbeler başta ekonomik olmak üzere çok sayıda maksat taşıyor, bunlar arasında şiilik gayreti de başlarda geliyordu. Şiiliği yaymak veya var olan şia mensuplarını konsolide etmek maksadıyla kullanılan mezarlar Suriye’de bu sefer Ayn-u Ali şeklinde karşımıza çıkmıştı. Bunlar Suriye’nin sanki şii geçmişe sahip olduğunu göstermeye yönelik ciddi tezvîr hareketleri olmasından başka önemli politik maksat taşıyan stratejik hamleler olma özelliği taşıyordu. İran’ın, Hizbullah’ın Suriye’deki varlığını meşrulaştırma çabası bilindiği gibi uzunca bir zaman Suriye’de kendileri için kutsal olduğunu söyledikleri mezarlar, kabirler vs. üzerinden olmuş, sıçrama tahtası olarak bunlar kullanılmıştı.
İran’ın Suriye’deki nüfûzunu gün geçtikçe arttırmaya devam ettiğini söyleyen Nevvâr Şa’bân’a göre asıl tehdit İran’ın buradaki yumuşak gücünden geliyor. Zira askerî varlığı ve müessiriyeti çok da uzun soluklu olmayacağı tahmin edilen İran’ın bölgedeki yumuşak gücünün nerelere varacağı belirsiz bir hüviyet alıyor.
İşin ilginç tarafını İran ve Hizbullah’ın ilk olarak kendilerine hedef olarak Alevilerin çoğunlukla yaşadıkları Lâzikıyye’yi seçmeleri ama burada tutunamamaları oluşturuyor. Eski diplomat Bessâm Berabendî’ye göre ise bunun sebebi şudur: “Aleviler konu din ve sosyal normlar olduğunda açık bir toplumdur. Örneğin içkilerini severler. Bundan dolayı İranlılara elveda dediler ve iyi şanslar dilediler. İran, savaştan en çok etkilenen Suriyelileri manipüle etmeyi daha kolay buldu ve bu nedenle de daha önce Deaş tarafından kontrol edilen bölgelerde genişleme kaydetti.” Irak şiileri üzerinden İran’ın bu ülkede takip ettiği siyasetin muhtemelen Suriye’de de tekrarlanacağı anlaşılıyor.
Yumuşak kuvvet aslında bir yerde de kaba kuvvete zemin hazırlıyor. İran eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevâd Zarîf, vazifede bulunduğu dönemde Afganistan’ın Tolo News kanalında yayınlanan bir söyleşide Afgan şiilerden oluşan ve Suriye’de kullanılan Fâtımiyyûn Tugayı’na gönderme yaparak
Afgan Ulusal Ordusu'nun önderliğinde yapılacak terörle mücadelede, bu güçleri yeniden bir araya getirmesine yardım etmeye hazır olduğumuz konusunda Afgan hükümeti tamamen bilgilendirilmiştir.
ifadesini kullanmış, bu da Afganistan makamlarında ciddi bir rahatsızlığa sebep olmuştu. Cevâd Zarîf’in burada terörist olarak tavsîf ettiği hiç şüphesiz Taliban’dan başkası değildi.
İran’ın Suriye’de yaptığı faaliyetler Suriye rejiminin çanak tutmasıyla mümkün olabilmiş ve nüfûz etme noktasında işini çok daha kolaylaştırmıştı. Rejim tarafından 2018 yılında uygulamaya konulan yeni mülkiyet yasası bu bakımdan İran için bulunmaz bir fırsat sunmuş, özellikle ciddi tartışmalara sebep olan 10. madde şiilere Suriye’ye yerleşme noktasında önemli bir olanak vermişti. Savaş sebebiyle göç eden Suriyelilerin evlerini satın alma veya iddia edildiği kadarıyla doğrudan el koyma hakkı veren 10. madde, rejim saflarında çatışan savaşçıların buralara İran, Irak ve Lübnan’dan getirdikleri aileleriyle yerleşmelerine imkan sağlamıştı. Suriye’de İran tarafından yapılan bariz faaliyetler uluslararası kamuoyunda özellikle de İslam dünyasında kimi rahatsızlıklar meydana getirmiş, bunlar arasında hususen yurt dışında yaşayan kimi Suriyeliler tarafından bu rahatsızlık yüksek sesle ifade edilmişti.
Bunlar arasında özellikle Türkiye’de yaşayan ve bu meseleyle alakalı el-İhtilâlü’l-Îrânî li-Sûriyye (İran’ın Suriye İşgali) başlıklı kıymetli bir eser kaleme alan Mutî’ el-Batîn’den bahsetmek gerekecektir. Türkçeye tercüme edilmesi gereken eserinin mukaddimesinde el-Batîn, İran’ın Suriye’deki tehlikeli varlığını şöyle ifade ediyor:
- Suriye uzun tarihi ve yüzyıllarla ifade edilen geçmişi boyunca çok sayıda ve büyük savaşlar geçirmiş, askerî olarak bunların kimilerinde zaferler görmüş, kimilerinde ise mağlubiyetler almıştır. Fakat bunların tamamında kendisini ayakta tutan en önemli unsurları muhafaza etmeyi başarabilmiş; kimliğini, aidiyetini ve kültürünü koruyabilmiştir. Bunlar ki var olduğunda milletleri var eden, yok olduğunda da milletleri yok eden temellerdir. Lakin Suriye’nin bugün içerisinde bulunduğu savaş, tarihinin en tehlikeli savaşıdır. Bu da Suriye’nin tarihine, kimliğine, medeniyetine, dinine, demografisine; okullarında, enstitülerinde, üniversitelerindeki nesillere yönelik binanın temellerini kendisine hedef olarak seçen İran’ın yürüttüğü saldırı sebebiyledir.
Askerî müdahalenin yanı sıra kültürel ve ekonomik cephelerden de saldıran İran’ın Suriye’de tam olarak nasıl bir iz bıraktığının net tespiti şimdilik mümkün olmasa da sular çekildikten sonra yaptığı müdahalenin varlığı kendisini göstereceğe benziyor.
Not: Haber görseli İmâd Haccâc tarafından çizilen karikatürde İran’dan uzanan; bir elinde çekiç olarak kullanılan tank, diğer elinde çivi olarak kullanılan roketin yer aldığı eller Suriye topraklarını parçalıyor. İran’ın İsrail’le mücadelede sığındığı bir bahane olarak Suriye’den geçmek zorunda olduğu ise hemen sağ üstte iki kelimeyle şöyle ifade ediliyor: “el-memerru’l-berrî” (kara geçişi).