İran, bölgesinde ve dünyada birçok coğrafyada gösterdiği gizli varlık ile tanınıyor. Ortadoğu'nun güçlü ve tartışılan ülkesinin varık gösterdiği bölgelerden biri de Balkanlar. İran'ın Balkanlar'da gösterdiği varlığı Kiril Avramov ve Ruslan Trad Globe Post için kaleme aldı. Analiz Mepa News tarafından tercüme edildi:
Kaynağımız söze şöyle başladı; “İran mı? Evet, İran’ın Bulgaristan gibi ülkelerde bir varlığı olduğu doğrudur ama bunu öyle kolayca göremezsiniz. Bölgede İran adına çalışanlar sessizce ve insanlara duyurmadan hareket eder.” Bu cümle, Bulgaristan’ın başkenti Sofya’daki tam olarak ne için kullanıldığının anlaşılması imkansız binalardan bir tanesi içinde iki saat önce başlayan konuşmanın en can alıcı kısmıydı. Kendisiyle konuştuğumuz kontağımızın özellikle talep etmesi nedeniyle, bu kişinin kimliğini açıklamıyoruz.
İran’ın bu ülkedeki varlığı ve etkisi hakkında kamuya açık bilgi kaynaklarının “az” olduğu noktasında kaynağımız kesinlikle haklı, işte tam bu yüzden hazır fırsatımız varken kaynağımızdan bu cümleyi biraz daha açmasını rica ettik. Yüzünde gergin bir gülümseme ile bize hızlıca cevap vermeye başladı: “Bulgar siyasetçilerin çoğu şu iki şeyin farkında değil; bir, İranlılar Balkanlar üzerinden de geçen bir ağ kurdu, iki, Bulgaristan gibi birçok ülkeyi lojistik üs olarak kullanmaktalar. Çoğu siyasi ismin bu durum ile alakalı en ufak bir fikri dahi yok, bilenler ise bunu kasten görmezden gelmeyi tercih ediyor.”
Bulgar istihbaratı ile ilişkileri olan isimlerden elde ettiğimiz malumat da kaynağımızın bu dediğini doğrulamaktadır. Tahran yönetiminin bölgedeki hareketliliği ya gözden kaçırılmış ya da tespit edilmesine rağmen bir sorun olarak görülmemiş. Ancak, Hizbullah’a yakın kaynaklar, resmi kurum yetkilileri, asker ve diplomatlar tarafından verilen detaylar çok daha ince bir planın varlığına işaret etmektedir.
Balkanlar eskisi kadar gündemde değil
Bölgede faaliyet gösteren ülkelerin başında gelen Rusya ve Çin gibi görece daha güçlü aktörlerin yanı sıra İran gibi daha az görünürlerde olan devletlere de ciddi bir şekilde dikkat edilmelidir. İranlılar, geleneksel yumuşak güç oluşturma ve ikna taktikleri yerine uzman oldukları bir konu olan kitlesel manipülasyon, yani örnek vermek gerekirse sosyal medyadaki tartışmaları yönlendirme tekniği vs. ile iş görmektedir.
Bu dezenformasyon ( bilginin saptırılması / kirletilmesi ) operasyonlarına ilaveten İran’ın Avrupa kıtasındaki varlığının en göze çarpan tezahürü muhaliflerin ya susturulması ya da fiziksel olarak bertaraf edilmesi ( öldürülmesi ) amacıyla düzenlenen “keskin operasyonlar” uygulamasıdır.
İran’ın küresel dezenformasyon operasyonları ile Fransa, Almanya, Avusturya ve İskandinav ülkelerinde yürüttükleri gizli aktiviteleri birçok kesimin dikkatini çekmesine rağmen ülkenin Balkanlar’daki varlığının aynı seviyede ilgi gördüğü söylenemez. Bunun nedenlerinden bir tanesi, İran’ın bölgedeki anahtar aktörlerden Türkiye ve Rusya seviyesinde bir varlığının olmamasıdır.
İran’ın Balkanlara ilgi duymasının nedeni bu bölgeyi ortamı müsait “sessiz” bir lojistik platform olarak görmesi, küresel istihbarat ve güvenlik örgütlerinin bölgeye öncelik vermemesi, yerel güvenliğin daha gevşek olması, kurumların zayıf olması ve rüşvet ile iş görmenin kolay olmasıdır. Balkanların coğrafi konumu burayı İran için Orta ve Batı Avrupa’ya uzanan bir köprü haline getirmektedir.
Tahran’ın bölgedeki “görünmez” varlığını sessiz ancak emin adımlarla son 30 yıldır arttırdığı açıktır.
İran’ın Bosna ile istikrarlı dostluğu
Yakın geçmişe baktığımızda, 1992-1995 yılları arasında yaşanan Bosna Savaşı sırasında Tahran’ın fırsattan istifade Avrupa’da geniş çaplı bir “üs” kurduğunu görürüz. Araştırmacı Kyle Orton çalışmalarında Bosna’nın ilk cumhurbaşkanı ile İran arasındaki iyi bağları olduğunu söyler. 92-96 döneminde Bosna’nın cumhurbaşkanı olarak görev yapan Aliya İzzetbegoviç 80’li yıllardan görevi bırakana kadar Fars devletinden destek görmüştür.
Aliya İzzetbegoviç
İran’ın ayetullahları, istihbaratın ve özellikle de paramiliter Devrim Muhafızları (Pasdaran) gruplarının eliyle Bosna ordusu içindeki bazı kliklerin aldığı eğitimde önemli söz sahibi oldu. İran aynı zamanda lojistik desteğin yanı sıra bölgeye silah ve mühimmat da gönderdi.
İranlılar tarafından eğitildiği bilinen ve Nedzad Ugljen’in liderliğini yaptığı Şeve (Boşnakça “Toygarlar” anlamına gelmektedir) isimli ünlü özel operasyon birliği vakasından da anlaşılabileceği üzere İranlı istihbarat ve güvenlik ajanları Bosna’daki savaş sonrası dönemde yaşanan iç siyasal çekişmelerde gayet açık bir iz bırakmıştır.
Açıkçası İran’ın savaştan sonra da Bosna’da kalmaya devam etmiştir. Tahran yönetimi sürekli olarak bölgedeki yatırımlarına devam etti ve yerel siyasi isimlerle son derece sıkı bağlarını muhafaza etti. Hatta ve hatta İranlılar bölgedeki etki ve varlıklarını korumak amacıyla savaş döneminde oluşturdukları ağları zaman içinde şartlara uyum sağlayacak şekilde değiştrdi ve genişletti.
Bosna’daki Müslümanların neredeyse tamamının Sünni olması Şii İran için kesinlikle bir problem değildir. Tahran yönetimi, Orta ve Batı Avrupa’ya açılan stratejik bir üs olarak Bosna’yı kullanmaya devam edeceğinin açık sinyallerini vermektedir.
Güvenlik açıkları
İleri uçta bir üs olmasının yanı sıra güvenlik zaafiyetleri, zayıf devlet kurumları ve rüşvetin yaygın oluşu Balkanları tam da İran’ın iş görme yöntemlerine uygun bir bölge haline getirmektedir.
İran’ın yerel elçilik personelinin yanı sıra sayıları her geçen gün artan Hizbullah ajanları bu ortamı kullanarak İran’ın bölgedeki etkisini artıracak operasyonları icra etmektedir.
Sözünü ettiğimiz güvenlik zaafiyetlerinin nasıl kullanıldığına dair en göze çarpan örneklerinden birisi Bulgaristan’ın Burgas bölgesinde 2012 yılında yaşanan saldırıdır. Hizbullah ajanları tarafından gerçekleştirilen saldırıda İsrailli turistleri taşıyan otobüs hedef alınmış, 5 İsrailli ile Bulgar şoför ölürken 32 İsrailli de yaralanmıştı.
Hizbullah ajanları yerel yetkililerin şüphesini üzerlerine çekmemek için ya İran devletinin resmi çalışan kimliği ile ya da Batı ülkelerinin pasaportları ile bölgede seyahat etmektedir. Bulgaristan saldırısında da bu şekilde çalıştılar zira faillerin üstünden Avustralya ve Kanada kimlikleri çıktı.
Hizbullah’ın yerel varlığının değişmeye başladığını açıkça ortaya koyması açısından Bulgaristan önemlidir. Beş yıl öncesine kadar sessizce hareket eden ve Bulgaristan’ı direkt olarak hedef almaktan itina ile kaçınan Hizbullah 2012 yılında bu stratejisini terk etti.
Maalesef bu tür saldırılar Balkanlarda sıklıkla yaşanır. 2011 yılında Bosna’daki Amerikan elçiliğine Sırp Mevlit Yasareviç tarafından gerçekleştirilen saldırıya yardım edenler Boşnak “Cihad köyü” diye de bilinen Gornya Maoça’da toplanmışlardı. Bu vaka İran’ın sahadaki ağının çapını ve uzandığı yerleri gösteren aynı zamanda da Bosna ve Avusturya’da yaşayan Boşnak Selefi gruplarla bağlantıları olduğuna işaret eden bir örnektir.
Yaşanan bu olaylara rağmen kamuoyu ve basın İran’ın bölgedeki potansiyelini küçük görmeye devam etmektedir.
Balkanlardaki terörizm hususunda bilgi elde etme çalışmaları genellikle Suudi Arabistan’ın rolü üzerine odaklı olup, İran’ın ve vekillerinin rolünü görmezden gelmektedir. Birçok kişi, İran’ın Sünni halk üzerinde her hangi bir etki oluşturmasının mümkün olmadığını, Balkanların istikrarsızlığı artık istemediğini ve etnik kökenin dini kimlikten daha önemli olduğunu savunmaktadır. Ancak biraz daha dikkatli bakıldığında bu önermelerin bazen yanlış olduğu ve tam tersi istikamette vakalar yaşandığı görülmektedir.
Etkinin Bosna’dan öteye taşınması
İdeolojileri, açgözlülükleri ve şiddet yanlısı olmaları ile ünlü birçok tehlikeli grup Balkanları bir oyun sahası olarak kullanmaya çok uzun yıllar önce başladı. Bu gruplar, ultra-milliyetçilerden neo-nazilere, Selefilerden aşırı solcu anarşistlere kadar geniş bir yelpazeye sahiptir olup hepsi de şiddet ve yıkıma meyillidir.
Medyanın ve akademik çalışmaların odak noktası genellikle aşırı sağcı milliyetçiler ve Selefiler olup İranın vekilleri, bu vekillerin amaçları ve operasyonları pek fazla işlenmemektedir. Gözden uzak olabilirler ancak İranlılar on yıllardır Avrupa topraklarındaki güvenlik açısından “en zayıf halkayı” belirlemek için çalışmalar yürüttü ve ne yazık ki Balkanlar bu tanıma uymaktadır.
Yerel aktörler arasındaki güven kaybı ve uluslararası kamuoyunun ilgisizliği gibi faktörlerin yanı sıra zamanında istihbarat paylaşımı hususundaki sıkıntılar, İran ve Hizbullah’ın Balkanları Avrupa ve Asya arasındaki stratejik bir köprü olarak kullanmasının ve bölgeyi Orta ve Batı Avrupa’daki operasyonları için bir üsse çevirmesinin önünü açtı.
Geçtiğimiz yaz aylarında Fransa’da bulunan İranlı muhalif bir grubun bomba ile hedef alınması, Danimarka’da son anda önlenen başka bir saldırı ile alakalı İsveç’te tutuklamalar olması İran’ın operasyonlarının karmaşık yapısını ve sınırlarını ortaya koymaktadır. Bu gelişmeler İranlıların aynı zamanda birçok Avrupa başkentinde diplomatik personel sıfatıyla ajan çalıştırdığını da ortaya çıkarmıştır. Örnek verecek olursak, başarısız Paris saldırısı ile alakalı olarak, Viiyana’da İran adına diplomat olarak çalışan Esadullah Esadi isimli şahıs gözaltına alındı.
Bu olaylar, İranlıların ya bölgedeki ağını genişlettiğini ya da hali hazırda mevcut bir ağı harekete geçirdiklerini göstermektedir ki her iki olasılık da sadece lojistik amaçlı da olsa bu ağın tüm Balkanlara yayıldığını ispatlamaktadır.
Örnek olarak, kaynaklarımız Bulgar yetkililerin ülkenin en kalabalık üç şehri olan Sofya, Plovdiv ve Varna’daki Hizbullah ağlarının varlığından haberleri olduğunu doğrulamaktadır.
Bulgaristan’daki Lübnanlılar cemiyeti içindeki kaynaklarımıza göre Hizbullah ajanları en çok Sofya ve Varna’da operasyonlar yürütmektedir.Bu ajanlardan bazıları düzenli olarak Sırbistan sınırından ya turist görünümünde ya da resmi devlet yetkilisi olarak karşıya geçmektedir. Bu ajanlar Sırbistan’da altyapı, hükümet binaları ile Yahudi cemiyetleri ve özellikle de İsrail’in Balkanlardaki ekonomik faaliyetlerine dair malumat toplamaktadır.
Hali hazırda Bulgaristan’ı yöneten koalisyon üyesi siyasilerden bazılarının Hizbullah’ın ülkelerindeki varlığından ve İran’ın etki alanı oluşturma çalışmalarından gayet açık bir şekilde haberdar oldukları aşikardır zira bu isimler Hizbullah ve İran’ı açıktan desteklemektedir.
Bulgar aşırı-milliyetçi partisi Ataka lideri Volen Siderov
Volen Siderov bu yıl içinde İran’a bir ziyaret düzenledi. Ülkesine geri döndüğünde ise Bulgaristan’ın AB dönem başkanlığı süresince birlik ile İran arasındaki bağların kuvvetlendirilmesi gerektiği fikrini tekrar tekrar dile getirdi. İran ile Bulgaristan arasında doğrudan uçuşların başlatılması ve Bulgaristan’ın ABD tarafından İran’a uygulanan yaptırımları tanımaması için çağrılarda bulundu. İlaveten, kendisi partisinin gazetesinde yayımlanan yazılarında sık sık İran ile iyi ilişkileri devam ettirmenin ve daha da yakınlaşmanın getireceği avantajlardan bahsetmektedir.
Siderov ve ona destek verenler gibi aşırı milliyetçiler için Hizbullah ağlarının kendi topraklarında çalışmasının yerel güvenliğe karşı oluşturduğu tehlike yok hükmündedir.
Bulgar ve Sırp yetkililer, Hizbullah’ın kendi topraklarında faal olduğunu bilmesine rağmen konunun detayları ile alakalı olarak pek de fazla bilgiye sahip değildir.
Bulgar istihbaratı içindeki kaynaklarımıza göre İran’ın Balkanlardaki vekillerinin Makedonya ve Kosova’da da ajanları mevcuttur ki İran hala resmi olarak Kosova’nın siyasal statüsünü kabul etmemektedir. Hizbullah ajanlarının sahadaki çalışmalarına dair daha belirgin bir resim çizebilmek için Balkanlardaki Arap topluluklarının paylaşacağı veriler hayati öneme sahiptir.
Mesela, şu anda Bulgaristan’da yaşayan ve daha önce örgütsel çalışmalarda yer alan bir Lübnanlının anlattıklarına göre Hizbullah’ın iş operasyonlarından yerel siyasi isimlerden seçilen muhbirlerin ödemelerine kadar geniş yelpazeli konuları tartışmak için kullandığı en az iki adet toplantı noktası vardır.
Hizbullah’ı destekleyen bütün işadamları Balkanlardaki yerel ağın idamesi ve geliştirilmesinde kullanılmak üzere aylık olarak haraç vermektedir.
Örgütün bel bağladığı bu gelir kaynağı şu anda tehlike altındadır zira ABD’nin yaptırımları kendisini hissettirdikçe birçok noktada peydah olan gerginlikler hissedilmektedir. Gerilenler sadece, Tahran ile yakın ekonomik bağlar kuran İranlı işadamlarından ibaret olmayıp, elektrik dağıtımı, otomobil parçaları ve petrol ürünleri sektörlerinde ticaret yaparken bizzat İran içinde veya İranlılar ile birlikte çalışan Bulgar şirketleri de bu geriginlikten payına düşeni yaşamaktadır.
İş ve siyasetin dışında hedef odaklı “yumuşak” yaklaşım
İran’ın “gizli varlığını” analiz ederken siyasi bağların kuvvetlendirilmesi, iş bağlantılarının genişletilmesi ve açık ve saklı ticaret ağlarının büyütülmesi hususlarının ötesine geçmek gereklidir.
Özellikle dikkat edilmesi gereken başlıklardan bir tanesi İran’ın bir yandan mikro düzeyde yerel Müslüman nüfusu hedef alırken bir yandan da dini ve kültürel meselelerde sahip olduğu etkiyi arttırmasıdır. Bu hususta da Bulgaristan’daki faaliyetleri bir kez daha aydınlatıcı bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Türklerin yaklaşımına benzer olarak İranlılar da dışardan etkilere açık ve savunmasız olan belirli yerel cemiyetleri hedef almaktadır. Bulgaristan özelinde ise İran’ın hedefi burada yaşayan Alevilerdir.
Aleviler, Osmanlılar zamanından bu yana yaklaşık 400 yıldır şimdiki Bulgaristan topraklarında yaşamaktadırlar. Bu insanların ataları Balkanlara İran, Suriye ve Anadolu’dan göç ederek gelmiştir. Bulgaristan’daki Müslümanların içinde çok az bir orana sahiptirler. 1989 yılında Komunist sistemin çöküşüne kadar geçen zaman içinde Aleviler dini ritüellerini ve geleneklerini çok sıkı bir biçimde koruyup cemaat içinde daha sıkı ilişkiler geliştirdi.
1979’daki devrimden sonra ise Tahran yönetimi bölgede jeostratejik öneme sahip oldukları için Balkanlardaki Müslümanlarla olan bağlantılarını yeniden canlandırmak amacıyla derhal harekete geçti. İran geçtiğimiz son 20 yılda, Sofya’daki elçiliği ve elçiliğe bağlı olarak açılan İran Kültür Merkezi üzerinden Bulgar Alevileri ile daha önce sahip olduğu bağlantıları tekrar canlandırmak ve bunlara yenilerini eklemek için yoğun çabalar harcadı.
Söz konusu bağlantılar gayet sağlam olup hala sadık kişilerdir. Bu kişiler doğrudan bir şekilde Bulgaristan’daki Alevi ve Şii cemaatlerle birliktedirler. Aynı zamanda, Bulgar devleti İran’ı ana bir tehdit kaynağı olarak algılamadığı için tamamen serbest bir şekilde herhangi bir engele takılmadan hareket etmektedirler.
İran sponsorluğunda düzenlenen programlara katılmış beş öğrenci ile yaptığımız röportajlar İran’ın Bulgar Alevilerine nasıl yanaştığı hususunda birçok bilinmeyeni açığa çıkarttı.
Sadece geçtiğimiz yıl içinde İranlı yetkililer Alevi çoğunluğun olduğu birçok küçük yerleşim birimini bizzat ziyaret etti. Bu iş için İran istihbaratı ile doğrudan bağlantılı olan Bulgaristan’daki İran Kültür Merkezi ile yakın işbirliği içinde olan elçilik personelinden de yardım alındı.
Ülkenin kuzeydoğusundaki Sevar ve Madrevo köylerinde bugün hala devam eden ilişkiler kuruldu. Bu iki köyde toplamda yaklaşık olarak 3.000 kişi yaşamaktadır. Bu sayı ilk bakışta çok büyük gibi görünmese de özellikle bu bölgedeki köylerin çoğunun 200 nüfuslu olduğu göz önüne alınırsa yerel seviyede yeterli miktarda olduğu açıktır. İran Kültür Merkezi bu köydeki Alevi öğrencilere atalarının konuştuğu dilleri öğreten kurs ve müfredatına Bulgar yetkililerin karışmadığı dini eğitim programları gibi çalışmaları ücretsiz olarak ulaştırmaktadır.
Zarar potansiyeli
Özetleyecek olursak, farklı Balkan ülkelerindeki İran varlığı şimdlik “düşük çaplı” ve “görünmez” olarak tanımlanabilir. Ancak yine de bu varlık beraberinde ciddi bir zarar potansiyeli de taşımaktadır. Bu varlık, Tahran’daki planlayıcılar için stratejik önemi olan bir coğrafyada İran’ın sessiz ancak sürekli bir biçimde İran’ın siyasi ve güvenlik çıkarlarını koruma gayesi üzerine inşa edilmiştir.
Bahsettiğimiz ısrarla “görünmez” olma çabalarının kendine has özellikleri olup beraberinde anahtar avantajlar getirmektedirler. Sofya’da yağmurlu bir günde buluşmamızın sonlarına doğru kaynağımız şu ifadeyi kullandı; “Şüphesiz, İranlılar Türkiye ve Rusya’nın Balkanlardaki en önemli aktörler olduğunun farkında ancak Tahran biliyor ki en büyük avantajı olan tarihsel olarak bölgedeki yerel cemaatler nezdinde herhangi bir kötü imajı bulunmaması durumunu kullanarak buraya yerleşebilir.”
“İran ile çalışırken burada eski bir düşman veya işgalci olarak algılanmayan birisiyle çalışıyor olursunuz. Orta Doğunun aksine Avrupa’da ve özellikle de Balkanlarda İran çok uzaklardaki dumanlı bir suretten ibarettir.”