Taha Kılınç’ın konuyla ilgili bugünkü Yeni Şafak’ta (26 Temmuz 2017) yayınlanan “Tiyatroyu Görmek” başlıklı yazısı şöyle:
Geçtiğimiz cumartesi günü, Mısır’ın kuzeybatısındaki Mersâ Matrûh kenti yakınlarında “Ortadoğu’nun en büyük askeri üssü” resmen kullanıma açıldı.
23 Temmuz 1952 askeri darbesinin önde gelen figürlerinden General Muhammed Necib’in ismini taşıyan üs, 1115 bina ve tesisten oluşuyor. İçinde ve çevresindeki yolların uzunluğu 72 kilometreyi bulan üste geniş tatbikat alanlarının yanı sıra, her türlü konforla spor ve eğlence merkezleri de mevcut.
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, üssün açılışında bölgedeki müttefikleriyle birlikte basının karşısındaydı. Geçit resminde bir yanına Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Veliaht Prensi Muhammed bin Zâyed’i alan Sisi’nin diğer yanında Bahreyn Veliaht Prensi Selman bin Hamed vardı. Libya’nın tamamında egemenlik kurmaya çalışan General Halife Hafter, Muhammed bin Zâyed’in yanı başında dururken, törende Suudi Arabistan’ı Mekke Valisi ve Kral Selman’ın Başdanışmanı Prens Hâlid el Faysal temsil etti.
Bu beş ismin, üstü açık araçla tören alanını boydan boya kat etmesi ve katılımcıları yan yana selamlaması, Ortadoğu’da kurulan yeni askeri-siyasi ittifakın da fotoğrafı gibiydi. Bahreyn ve Suudi Arabistan’ın kral düzeyinde değil de ‘temsilci’ göndermek suretiyle törene katılımı ise, ittifakın ana çatısını Mısır ve BAE’nin oluşturduğunu gösteriyordu.
Arap basınında ayrıntılı şekilde yer alan ve Mısır basınını da yaklaşık bir hafta tamamen meşgul eden tören vesilesiyle, elbette akla birkaç soru birden geldi: Muhammed Necib Üssü, neden ülkenin kuzeybatısında inşa edilmişti? Arap dünyasının geleneksel düşmanı İsrail doğuda yer aldığı halde, Mısır, en büyük üssünü tam aksi istikamette konuşlandırarak “Artık önceliğim İsrail değil” mi demek istiyordu? Üs, resmen Mısır’a ait olmasına rağmen, BAE ve Rusya’nın Libya’daki operasyonları için mi tasarlanmıştı?
Tüm bu sorular, bölgede son aylarda yaşanan baş döndürücü gelişmeler ışığında elbette anlamlı ve hepsinin de içeriği dolu. Gerçekten de Mısır ve BAE öncülüğünde Ortadoğu’da oluşturulan yeni askeri-siyasi cephe, Libya’dan Yemen’e, Katar’dan Türkiye’ye yeni bir bölgesel dizayn peşinde. İsrail’le ve Kudüs’te olan-bitenle ilgilenecek vakitleri de yok, istekleri de.
Bir yanda bunlar olurken, coğrafyanın diğer yanında İran da kendi hegemonyası için çalışmalarını son sürat devam ettiriyor. Bu bağlamda, İran’la Irak arasında yine geçen hafta imzalanan askeri işbirliği ve savunma anlaşmasına dikkat kesilmek gerekiyor. Anlaşmayla birlikte, zaten fiilen Irak üzerinde hâkimiyet kurmuş bulunan İran, komşusuna aşırı ilgisini resmiyete ve teorik bir çerçeveye de kavuşturmuş oldu.
Mısır-BAE blokunun İran’la ciddi bir sıkıntısı görünmüyor. İran başlığı her ne kadar Katar’a uygulanan kuşatmanın maddelerinden biri olarak zikredilse de, Mısır’ın da BAE’nin de İran’la çeşitli seviyelerde ilişkileri sürdürdüğü biliniyor. Mısır yönetimi, Suudi Arabistan’la ters düşme pahasına Suriye rejimiyle diyalog kanalını açık tutarken, BAE de İran’la ticari münasebetlerine devam ediyor. Bu ülkelerin Tahran’daki diplomatik temsilcilikleri de açık ve faaliyette.
***
Bundan altı yıl önce, “Arap Baharı” denilen dev elektrik süpürgesi büyük bir gürültüyle çalışmaya başladığında, İsrail’in yok oluşuna giden sürecin başladığı şeklinde bir tahmin vardı. Bölge ülkelerinde arka arkaya İslâmî devrimler olacak, Müslümanlar birlik-beraberlik halinde hareket ederek İsrail’in köküne kibrit suyunu dökeceklerdi. Ancak fazla zaman geçmeden, bu tahminin, herhangi bir somut dayanağı bulunmayan fazla iyimser bir temenniden ibaret olduğu ortaya çıktı.
İsrail, Arap Baharı’yla birlikte yok olmak şöyle dursun, bölgedeki kaos ve karmaşadan faydalanarak işgali daha da yaygınlaştırıp derinleştirdi. Mısır ve Ürdün’le kendisini emniyete alıp, Arap dünyasındaki gayrı resmi dostlarıyla da dirsek temasını sıklaştıran Tel Aviv, Ortadoğu cenahından kendisine herhangi bir müdahalenin gelmeyeceğinin rahatlığıyla hareket ediyor.
Şiî-ulus devlet ideallerini “Kudüs” sloganlarıyla perdeleyen İran ise, seçkin özel harekâtçılardan oluşan “Kudüs Gücü”nü Suriye ve Irak’ı dizayn etmekte kullanıyor. Kudüs Gücü Komutanı General Kâsım Süleymanî, sahada “Şiî Hilâli” projesinin ikmaliyle meşgul. “Kudüs Gücü”nün en az ilgi gösterdiği konu, ismini aldığı Kudüs şehri ve İsrail’in Filistin politikaları.
Bölgedeki çoğu ülke de farklı motivasyon ve gerekçelerle, İsrail’i durdurma noktasında adım atmakta oldukça isteksiz. Herkes adeta, “Şu iş bana bulaşmadan hallolup bitse, başım derde girmese” düşüncesinde.
***
Ortadoğu, aynı zamanda bir sloganlar coğrafyası. İsrail konusu, birçok hükümet tarafından kendi politikalarının meşrulaştırılması ve halkın gazının alınması için bir malzeme olarak kullanılıyor. Öfkeli söylemler perde arkasında sıcak tokalaşmalarla dengelenirken, kitleler dönem dönem hamaset patlamalarıyla rehabilite edilip rahatlatılıyor.
Aklı başında bireylere düşen, sahnelenen tiyatroyu görüp, küçük ama istikrarlı adımlarla kendi çalışmalarına yoğunlaşmak. Siyasetteki dalgalanmalara göre tavır almaya çalışmak insanı hem yoruyor, hem de ümitsizliğe düşürüyor çünkü.