İrandaki çatışma

Ali Bulaç

İran'ı anlayabilmek o kadar kolay değil. Elimizde iki anahtar var. 12 Haziran seçimlerine itiraz edenler ve sokağa dökülenler, bunlara 'reformcular' denir. Diğeri adına 'muhafazakârlar' adına şemsiye altında toplananlar. Belirtmek gerekir ki, bunlar İran'da olup bitenleri anlamak için yeterli isimlendirmeler değil.

Görünürdeki sahnede referansları gayet iyi olan Mir Hüseyin Musavi ve 2005'ten bu yana cumhurbaşkanlığı makamında olan Mahmud Ahmedinejad. Fakat bu iki zatın arkasındaki siluetlere dikkatlice baktığımızda Musavi'nin arkasında Haşimi Rafsancani, Ahmedinejad'ın arkasında da Ali Hamaney duruyor. Hiç kuşkusuz aktörler sahnede görünür olanlardan ibaret değil, bir de toplumsal sahada benzer bir ayrışma söz konusu. Bu ayrışma, kişileri aşan nitelikte toplumsal anlamlara sahip. Mesela Musavi'nin katarında son derece aktif ve provokatif özellikleriyle seçimlerden bu yana gösterilere damgasını vuran Mücahidan-ı Halk, Tudeh, Batıcılar, Şah'ın içerideki kalıntıları ve en önemlisi beyaz İranlıların İran'daki karşılığı olan Kuzey Tahran zenginleri var. Ahmedinejad'ın arkasında toplumsal olarak İran'ın kırsalında yaşayan kalabalıklar, şehirlerin varoşlarında yaşayan yoksullar, milli gelirden az pay alan kesimler, yani Güney Tahran var. Bu resim bize sanki çatışmanın temelinde "keskin bir sınıf ayrışması" olduğunu ilham eder. Tabii ki her şey 'sınıfsal' bir farklılaşmadan ibaret değildir. Ama belirleyici değilse de, etkileyici rol oynadığında kuşku yok. Eğer 1979 İslam devrimiyle İran'ın bir tür modern tarihin dışına çıkmayı göze alarak içine girdiği rejim açısından baktığımızda bu ülkenin sorunu İslamî rejim değildir.

İslam devriminin 30 senedir bir cennet getirmediği muhakkak. İslam devriminin aşamadığı ilk ve en hayati sorun "modern karakterinde ulus" yapısıdır. Bu, sadece İran ve İranlıların değil, 19. yüzyıldan bu yana siyaset sahnesinde mücadele veren bilumum İslamcıların -bizim/hepimizin- temel sorunudur. İran'ı provoke edip sorunlarla boğuşan ülke haline getiren diğer önemli faktör, devrimden hemen sonra Dünya Sistemi'nin onu savaşların içine sürüklemesidir. Saddam'ın haksız yere 1 milyon insanın hayatına ve yaklaşık 1 trilyon dolara mal olan savaş, İran'ı sadece provoke etmekle kalmadı, toplumsal beşerî dengesini de altüst etti. Savaş insanların sağlıklı düşünmesini engeller, katılaştırır, sürekli 'olağanüstü' bir hal içinde yaşama hissini telkin eder.

İran kendi sosyo-politik temel tercihleri doğrultusunda reform yapmak durumundadır. Ahmedinejad ve taraftarları bunu bir türlü yap(a)mıyorlar. Hakikatte İran, İmam Humeyni'nin vefatından sonra, Rafsancani'nin etrafında toplanan eski-geleneksel seçkin zümrenin bürokraside ve ekonomi içinde yeniden kendini konumlandırdıkları bir dönemden geçti. Bir anda devrimden yana kesilenler gelir bölüşümünün önemli kısmına el koydular. Bugünkü kavganın temelinde biraz da Ahmedinejad'ın kalıcı yatırımlar yapmadan kamu kaynaklarının bir bölümünü yoksul kesimlere aktarması, aracı zümreleri ortadan kaldırmaya çalışması ve Rafsancani'nin el koyduğu bürokratik merkezdeki unsurları temizleme çabası yatıyor.

Çatışma bundan da ibaret değildir elbette. Obama'nın İran'la ilgili ilk öne çıkardığı "sıkılmış yumruğa uzattıkları el" metaforuydu. Bu metaforda "sıkılmış yumruk" İran'ın, "barış için uzatılmış el" Amerikalıların oluyordu. "Barış elini" uzatan ABD, Pakistan ve Afganistan'da sivil katliamlara devam ediyor, ama İran'ı yine Batı yörüngesine döndürmek isteyen içerideki unsurlara bu metafor can simidi gibi geldi. ABD'nin İran'dan istediği iki şey var: Nükleer programından vazgeçmesi ve küresel ekonomiye entegre olmayı kabul etmesi. İran'daki sorunun dış boyutu da bir o kadar önemli.

ZAMAN