İran'da sürekli yenileri çıkan "imamzade türbeleri"

Yusuf Sami Kamadan, İran'da yıllar içerisinde katlanarak artan "imamzade türbelerinin" ortaya çıkış ve gelişim süreçlerini incelerken rejimin bunu siyasi amaçları için nasıl kullandığını analiz ediyor.

Yusuf Sami Kamadan / Mecra

İran'ın Nevzuhûr İmamzâdeleri

Manevi bir güce sahip ya da önemli biri olduğuna inanılan şahsiyetler için yaptırılan türbe, mezar gibi yerlerin, toplumun psiko-sosyal ihtiyaçlarını karşılamasından başka, dinî algının canlı tutulmasında da çok önemli bir fonksiyona sahip olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Bundan dolayı olacaktır ki tarihin belki de her döneminde bunun misalleriyle karşılaşılabilir. Bu gerçeğin sağlamış olduğu önemin farkına varmış olacaklardır ki kimi zaman da bu durum, devlet eliyle ikame edilir.

1979 İran Devrimi sonrasında, İmâmiyye Şîası mensuplarınca imamların oğulları ve torunlarının türbesi manasında bir ıstılah olarak kullanılan “imamzâde” sayısının mevcut olandan en az yedi kat arttığı İran, bu durumun hiç şüphesiz en ilginç örneklerinden birini meydana getirir. Bu rakam bir spekülasyon ile alakasız bir yerden değil, bizzat İran Evkâf Kurumu yetkililerinden bir isim olan Hasan Rebîî tarafından ifade edilir. Üstelik bu ifade yeni de değildir, 2013 yılında bu açıklamayı yapan Rebîî, sözlerine bu rakamın hâlâ artmakta olduğunu da ekler. Dokuz yıl önce yine Evkâf tarafından yapılan açıklamada imamzâde türbelerinin resmî ve onaylanmış rakamı yaklaşık 11 bin olarak ilan edilir.

İran’ın Bîcâr şehrinde, etrafı demir parmaklıklarla çevrili, üzerine yeşil bir örtü açılmış İmamzâde Babafakîh’in kabri.

TDV İslam Ansiklopedisi’nin 2000 yılında Mustafa Öz tarafından yazılan “imamzâde” maddesinde bu rakamın İran Evkâf Kurumu’ndan naklen 1059 olarak verildiği göz önüne alınırsa bu sayının nasıl olup da bu kadar arttığı doğal olarak şaşkınlık meydana getirecektir. Resmî kaynaklara ait olduğu söylenen rakamlarına göre 1979 yılında bu rakam 1500 civarındadır. İslam Ansiklopedisi’nde verilen 1059 rakamı baz alınırsa muhtemelen 1979’da 1500 olduğu söylenen türbe sayısının çok daha az olduğu, dolayısıyla 30 yıllık zaman zarfında 7 kattan çok daha fazla bir artışın olduğu anlaşılacaktır. Tabi bu rakamın yıllar öncesinde kaldığını, muhtemelen güncel rakamın çok daha fazla olduğunu unutmamak gerekir.

İran’da kimileri tarafından dile getirildiği şekliyle huzursuzluğa da yol açan bu durumun eleştiride bulunanlarca iki temel sebebi var: Bunlardan birincisi insanların dinî hassasiyetlerinin suistimal edilerek buraların bir gelir kaynağı haline getirilmesidir ki, türbe ziyaretinde bulunan insanların gelenekleri icabı türbe içine attıkları paralarla adeta minik para tepecikleri meydana getirdikleri gerçeği göz önüne alınırsa bunda ciddi bir haklılık payı olduğu inkâr edilemeyecektir. Kimilerince türbe sayısı artışının ilk sebebini bu oluştururken ikincisini de dinî algının canlı tutulmasının istenmesi meydana getirir.

Pragmatist elastikiyete sahip olan İran’daki kimi kuvvetlerin burada bir fayda görüyor olması bu durumu meşrulaştırmak için fazlasıyla yeterli olacaktır.

Bu durum dolayısıyla “uydurma imamzâdeler”“muteber olmayan imamzâdeler” veya “imamzâde makinesi” şeklinde tabirlerin özellikle de sosyal medyada sıkça dile getirildiği İran’da, kimi zaman konuyla alakalı parlamentoda da hararetli anlar yaşanır. Evkâf’ın aslı olmayan, yerden mantar biter gibi biten türbe meselesiyle yeterince alakadar olmaması tartışmanın buradaki temel noktasını oluşturur.

Yezd’in, Şehristân-ı Hâtem isimli ilçesinde yer alan asfalt üstünde bir imamzâde kabri. Bağış kutusu hemen sandukanın başında dikkat çekiyor.

Tabi bu fenomenin İran’da böylesine canlı olmasının İran milletinin bu tarz geleneğe meyyal karakterine borçlu olduğunu ve bu verimli zeminde suistimalde bulunanlara ciddi imkânlar verdiğini akıldan çıkarmamak gerekir. Türkiye’de “Cennetin Rengi” ismiyle geniş bir seyirci kitlesine ulaşan Mecîd Mecîdî’nin “Reng-i Hudâ” isimli filmiyle alakalı bir detay bu durumu aslında açık bir şekilde ortaya koyar. 1999 yılında yayınlanan filmiyle alakalı hatıralarını nakleden Mecîd Mecîdî, kuzeyde bulunan köylerden birisinde çekim yaptıkları sırada bir imamzâde türbesinin inşasına şahit olduğunu, bunun insanlar arasında dilden dile dolaşarak gerçek bir imamzâde türbesiymiş gibi ziyaretçi akınına uğradığını söyler. Uydurma türbelerle alakalı son derece müşahhas bir misal olan bu durum, bundan rahatsızlık duyanlar nezdinde zamanında İran’da tekrar ciddi de bir infiale sebep olur.

Kohgiluye ve Buyer Ahmed Eyaleti sınırları içerisinde yer alan, İmamzâde Fahreddin ve kız kardeşine ait olduğuna inanılan mezar.

Tahran’ın yakınlarında bulunan Kîlân’da “Kılkılî” isminde, Mâzenderân’da “Bîjen” isminde ve daha başka yerlerde yapılan türbelerle alakalı sosyal medyaya düşen haberlerin meydana getirdiği tepki, bu durumun yakın zamanlarda yaşanan çarpıcı bir misali olur.

  • Parlamentoda kimi vekiller tarafından da yüksek sesle dile getirilen bu meselede Evkâf Kurumu’nun bir açıklama yapması istenir.

Kurum yetkililerinden Hüccetü'l-İslâm ünvanlı Veliyyullâh Âdilî’den gelen cevap her ne kadar kurumun hurafelerle mücadele etmekte olduğunu, yeni türbe ve mezar inşasına izin verilmediği yönünde olsa da bu, çok da tatmin edici olmaz. Bu durumdan memnun olmayanların ortak kanaatinin Evkâf’ın bu konuda yaptığı mücadelesinin gerçek olmadığı yönünde olduğunu söylemek çok da yanlış olmayacaktır.

Mâzenderan’da bulunan Seyyid Bîjen’in türbesi.

İran’ın reformist kanadının önemli yayın organlarından biri olan Haber Online’da 2019 yılında yapılan bir dosya aslında reformistlerin mevcut durumdan rahatsızlıklarını da ortaya koyar. İmamzâde türbesi veya değer verilen figürlere ait başka kabirlerin dışında İran’da bir de “ayak basılan yer” manasında “kademgâh” olarak bilinen yerler bulunur. On iki imamın sekizincisi olan İmâm Rızâ’nın Meşhed’de bilinen kademgâhı bunların en meşhurları olurken, ülke genelinde böyle başka yerlerin de varlığı bilinir. Îzeh şehrinde olduğu gibi bunların kimileri de gündeme oldukça sıradışı bir şekilde gelirler. Aslen Îzehli olan ama yıllardır yurtdışında yaşamakta olan biri 2017 yılında elindeki kayıtlarla birlikte Evkâf’a sunduğu belgelerde, şehirde imamzâde türbesi olarak kullanılan yerin aslında bir imamzâde değil, dedesinin mezarı olduğunu ispatlamaya çalışır. Çok gecikmeden Evkâf’tan gelen cevapta bu iddia yalanlansa da imamzâde türbesi olan mekan Hz. Ali’nin geçtiği bir yer olarak ‘kademgâh-ı emîri’l-mü’minîn’ olarak değiştirilir ve bir nevi tenzîl-i rütbe ile faaliyetine devam eder.

Oyuldukça bu tarz misallerle karşılaşmak işten bile değildir. Mesela Erdebil Eyaleti Germi şehrinden milletvekili olarak mecliste yer alan Mîr Himâyet Mîrzâde’nin 30 yıl kadar önce vefat eden babasına ait mezarın bir imamzâde türbesi olarak ziyaret edilmesi, hatta buranın bir hac mekanı olarak kabul edilmesi hakikaten gelinen noktada sıradan vatandaş ya da devlet erkanı farkı gözeltilmediğinin canlı bir misalini oluşturur. Özellikle sosyal medyada hızla aleyhlerine yayılan bu tarz durumların Evkâf ve yetkililerinin güvenilirliğini sarsması bakımından bir hayli menfi netice bırakıyor olması kaçınılmazdır.

Haber Online’da konuyla alakalı yapılan detaylı dosyanın giriş kısmı. Başlıkta büyük bir soru: "11 bin imamzâde, neden devrimden sonra tescillendi?"

  • Kimi zaman bu duruma karşı yetkililerden de tenkidler geliyor olsa da Evkâf’a göre İran’da bir imamzâde türbesi hakkında “sahte” hükmünü vermek hiç de kolay değildir.

Zira bu görüşe göre İran’daki çoğu imamzâdenin varlığı şecereyle sabittir. Şecere söz konusu olmayanlar ise muteber kaynak tarih kitaplarıyla teyit edilebilirler. Bunun dışında yerel kaynaklar da bu konuda bilgi sağlayabilirler. Dolayısıyla şecere varlığından halkın ağzındaki şifâhî kültüre kadar geniş bir saha, uzun sayılmayacak bir zamanda İran’a 11 binden daha fazla sayıda türbe kazandırmış olur. Her ne kadar böyle bir açıklama olsa da, bütün bu olup bitenlerden sorumlu tutulan Evkâf’a karşı tepkiler durmaz. Bir başka milletvekili olan Muhammed Ali Pûrmuhtâr’ın aynı şekilde parlamentoda gündeme getirdiği konuyla alakalı eleştirilerinin merkezinde yine Evkâf yer alır. Meclis tarafından kabul edilen anayasanın 90. maddesi gereği oluşturulan ve erklerle alakalı problemleri araştıran komisyon bunu önlemek bakımından aslında yerinde bir adım olur. Yürütmenin bir parçası olan İran Evkâf Kurumu tarafından dikkate alınmayan şikayetler böylece meclise intikal edecek ve çözüme kavuşturulacaktır.

Kağıt üzerinde durum her ne kadar böyle olsa da İran parlamentosundan bir başka milletvekili olan Gulâmalî Caferzâde Eymen Âbâdî’nin ifadesiyle devrimden sonra %1000 oranında artan bu türbelerle alakalı aslında çok da bir şey yapılamamıştır. Şah dönemi İran’ındaki türbe sayısının doğru olduğu, sonrasında böylesi bir artışın meşru olmadığı ifade edilirken, mesele yine Kültür ve İrşad Bakanlığı’nın tavsiyesi ve dinî liderin onayıyla başkanının atandığı Evkâf’ın inisiyatifine kalır. Burada şunu da akılda tutmak gerekir ki mesela yukarıda kendisinden bahsettiğimiz Eymen Âbâdî, seküler düşüncelere sahip olduğu ya da yerleşik rejime muhalif olması sebebiyle bu meseleyi irdeliyor değildir. Bilakis, Trump'ın göreve gelmesinin ardından terör örgütleri listesine aldığı İran Devrim Muhafızları Ordusu’na desteğini göstermek üzere parlamentoya bu oluşumun kıyafetiyle gelen bir isimdir kendisi. Dolayısıyla burada gösterilen tepkinin hassasiyetle alakalı olduğunu akıldan çıkartmamak gerekir. Kimi türbelerin darphane gibi faaliyet gösterdiği, kimilerinin mantıksız yerlere inşa edildiği, pek çoğunun herhangi bir şecereye sahip olmamasına rağmen kimsenin bunlara dokunmaya cüret edemediği, gençlerin olan bitenle alakalı sorular sorduğu aynı şekilde kendisinin ifadeleridir.

Şah döneminde doğru olduğu söylenen rakamların aslında gerçeği yansıtmadığı, muğlak olduğu ise bu iddialara karşı İran Evkâf Kurumu’nun temel argümanı olmaya devam eder. Evkâf’tan üst düzey bir yetkili olan Gulâmrızâ Âdil’in yaptığı ve İran medyasında da yer alan habere göre rakamdaki artışın izahı aslında gayet açıktır. Buna göre bu mezarların tespiti noktasında ilmî metodlar kullanılmış, farklı ilim branşlarından kişiler istihdam edilmiş, modern teknolojinin sağladığı monitoraj gibi imkânlar seferber edilmiş, İran İstatistik Merkezi’yle koordineli çalışmalar yapılmış ve sayıları bugün binlerle ifade edilen bu rakam elde edilmiştir. İran Evkâf Kurumu’na bağlı http://www.emamzadegan.ir/ adresinde yer alan, imamzâde türbelerinin fotoğraf ve bilgilerle birlikte paylaşıldığı veritabanında bunun sayısız misali vardır.

emamzadegan.ir sitesinin veritabanından bir örnek. İmamzâde türbeleri burada hakkında bilgi, bulundukları yer, fotoğraflarla birlikte tasnif edilmiştir.

Evkâf’a göre insanlar tarafından imamzâde isimlerinin yanlış olarak telaffuz edilmesi ya da bu imamzâdelerin lakaplarının kullanılıyor olması kimileri tarafından “böyle bir ismin varlığı mantıken imkânsız, dolayısıyla bu da türbenin olmadığına delil” olarak yanlış bir çıkarıma yol açıyordur. Evkâf’ın tutumu kesindir: kayıtlarında bütün imamzâdelerin şecereleri mevcuttur. Kimilerinin yerel isimleriyle ya da meşhur oldukları isimlerle anılıyor olmaları bunların uydurma oldukları anlamına gelmiyordur. Yapılan kimi yanlış uygulamalar vardır ama bunun müsebbibi İran Evkâf Kurumu değil, insanların dinî heyecanını baltalama niyetinde olan Vehhâbî komplocularıdır. Evkâf’tan Gulâmrızâ Âdil’in uydurma imamzâde türbeleriyle mücadele ettikleri ve kimilerini de yıktıkları ise aslında var olan bir gerçeği göstermesi bakımından önemlidir. Burada Evkâf’ın bu işte parmağının olmasından daha da önemli olan böyle bir vakanın bulunmasıdır. Bu da ülkenin en yetkin kurumunun üst düzey bir yetkilisinin ağzından bu şekilde dökülüyordur.

  • Evkâf’ın töhmet altında bırakıldığı, bu uydurma türbelerin gelir sağlamak için yapıldığı ise kurum tarafından yaklaşık 3000 tanesinin herhangi bir gelir getirmediği şeklinde bir savunma bulur.

Türbe içine atılan paraların burada olduğu gibi minik tepecikler meydana getirdiği görüntüler İran’da çok sık karşılaşılabilecek bir durum.

İran topraklarında imamzâde türbelerinin varlığı şüphesiz kaçınılmaz bir gerçek. Bunların ülkenin özellikle kuzeyinde yer alıyor olması da tarihî hakikatler ile de mutabık düşer. Zira 9. yüzyılın ortalarında kurulup, 16. yüzyılın ortalarına kadar varlığını devam ettirmiş bir devlet olan Zeydîler, Hz. Hasan’ın soyundan gelen Hasan b. Zeyd el-Alevî tarafından kurulur. Günümüzde Mâzenderan adını taşıyan İran’ın kuzey eyaleti, Abbâsîler tarafından takibata uğrayan Ali evlâdının da sığındığı bir kale mevkiinde olur. Evkâf yetkilileri tarafından kuzeydeki imamzâde türbelerinin fazlalığını savunma babında kullanılan temel söylem de budur. Bu tarihî gerçeği kendisine kalkan yaparak Evkâf tarafından bu bölgede yeni imamzâde türbelerinin ortaya çıktığı da yöneltilen eleştiriler arasında yer alan başlıklardan bir diğeridir.

Yazımızın başında da ifade ettiğimiz üzere türbe, yatır, mezar gibi yerler insanların psiko-sosyal ihtiyaçlarını karşıladığı yerler olmakla birlikte, aynı zamanda özellikle modern zaman öncesi dönemde ciddi fonksiyona da sahiptirler. Bu meseleyle alakalı kendisiyle konuşma imkânı bulduğum ve fazlasıyla zihin açıcı fikirler veren tarihçi Enes Karadeniz’in de işaret ettiği üzere burada Fransız Filozof Michel Foucault’nun “dinamik normalleştirme” mefhumunu hatırlamak gerekir. Foucault’nun Surveiller et punir: Naissance de la prison (Gözetle ve cezalandır: Hapishanenin doğuşu) isimli 1975 yılında yayınlandığı eserinde işlediği teze göre modern devlet otoritesini fiziki olmasından daha çok psikolojik olarak dayatıyordur. Buna göre insanlar sürekli takip ediliyor olduklarına inandırılacak ve buna göre de hareket etmeleri sağlanacaktır ki herkesin tepesine bir polis dikmektense şüphesiz bu çok daha masrafsız ve fonksiyonel olacaktır. Mesela artık her yerde kameraların olduğu günümüz dünyası buna iyi bir örnektir. Trafikte seyrederken hatamızı yakalayıp bize ceza gelmesine sebep olacak kameraların belki büyük bir kısmı çalışmıyordur bile ama caydırıcı bir unsur olması bakımından vazifesini fazlasıyla görüyordur. Bunun hiç şüphesiz müsbet tarafları olduğu inkar edilemez.

Bununla birlikte Foucault’ya göre bir şahsın takip edildiğinin farkında olması şahsiyetinin ezilmesi ve toplumda tek tipleşmeye gidilmesine yol açması gibi menfi tesirde bulunuyordur. Bunun neticesinde de insanların artık aynı şekilde düşündükleri, aynı şekilde hareket ettikleri bir toplum meydana gelir. Bu durum otorite için her ne kadar talep edilen bir şey olsa da insanların fikrî manada kısırlaşması konusundaki olumsuzluğu kaçınılmazdır. Foucault’nun “dinamik normalleştirme” dediği şey tam olarak işte budur. Buradan hareketle Enes Karadeniz’in de ifade ettiği gibi modern öncesi zamanlarda otoritelerin bunu sağlayabilmeleri noktasında türbeler büyük vazife görmüşlerdir. Mesela Osmanlı zamanında belki her mahalleye bir tabur asker koymak mümkün olmayacaktır ama o mahallede bulunan, hatta mahallenin onun etrafında şekillendiği bir türbe bu vazifeyi görecektir. Bu, günümüz İran’ında olduğu gibi illa da devlet eliyle oraya bir türbe ihdâsı demek değildir. Mevcut olandan da istifade edilebilir. Bugün bile Anadolu coğrafyasının çeşitli kasabalarında, köylerinde, nâhiyelerinde bunun benzer örnekleriyle karşılaşmak mümkündür. Türbenin yanından geçerken üstüne başına çekidüzen veren insanlar, hiç şüphesiz orada yatan kişinin aslında kendisini gördüğüne veya ona yapılacak bir saygısızlığın kendisinin başına bir bela açacağına inandığı için böyle yapmıyor mudur? Bu bakımdan türbeler adeta manevi karakollar şeklinde bir vazife görürler ki yaşanabilecek herhangi gayr-ı ahlâkî hareketlerin de önüne set çeken bir havanın hakim olmasını sağlarlar. Sosyolojik, psikolojik, ekonomik ve daha başka yönlerden tahlil edilmeyi gerektiren bu meseleye, bir cihetiyle de buradan bakarak İran’daki imamzâde türbelerini düşünmek faydalı olacaktır.

Yorum Analiz Haberleri

Siyonistlerden dost olmaz, ne Kürtlere ne de bir başkasına
“AB İsrail’i daha ne kadar koruyacak?”
“BM Siyonizm'i ırkçılık saysın”
Gazze katliamında ABD'nin rolü
Endonezya’da “Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen” madde: Filistin davası