İran'da sistemin meşruiyet sorunu ve yaklaşan seçimler

Taha Özhan, İran'daki seçimlerin olası sonuçları ve İran'ı bekleyen senaryoları inceliyor.

Taha Özhan / Perspektif

Rehberlik değişimi baskısı ve İran seçimleri

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin helikopter kazasında ölümüyle İran’ın liderlik değişim sancısı hızlandı. Rehberlik değişiminin yoğun bir şekilde tartışıldığı İran’da, Cumhurbaşkanının da değişmesi zorunluluğu İran siyasetini hazır olmadığı bir imtihanın içerisine soktu. Zira 63 yaşındaki Reisi’nin hem ikinci dönemi için adaylığı hem de 85 yaşındaki Hamaney’in yerine geçmesi senaryosunun ortadan kalkmasıyla İran’da taşlar yerinden oynamış oldu. 

İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin ölümü İran’ın geçiş süreci tartışmalarına denk geldi. İran’da Ayetullah Hameney’in 35 yıldır sürdürdüğü liderliğini bırakması beklenirken gerçekleşen ölüm İran’da güç transfer sürecini doğrudan etkiledi. İran’daki sistemin önemli aktörlerinden olan ve seçilmesi durumunda yeni Rehber ve lider olacağı konuşulan Reisi’nin denklemden çıkması yeni güç transferi tartışmalarını başlattı. Özellikle son aylarda sistemde gücü elinde bulunduran aktörlerin Reisi’nin muhtemel liderliğini tartışmaya başladığı gözlemleniyordu. Bir yandan Reisi ile devam etme seçeneğinin konforlu bir tercih olacağı ve devamlılık yaratacağı değerlendirilirken diğer yandan Hamaney, ilan etmese de Reisi dışında bir ismin halefi olabileceğine yönelik işaretler vermeye başlamıştı. Öncelikle İran’da Reisi’nin ölümü sonrasında yasal sürecin işlemesi gerekiyor. Anayasa’nın 131. Maddesine göre başkanın ölümü veya yokluğu halinde 50 gün içerisinde seçimlere gidilmesi gerekiyor. İran’da bugün yapılacak olan seçimler geçmişte Beni Sadr ve Ali Recai sonrasındaki süreçleri hatırlatsa da çok daha özgün şartlar içerisinde gerçekleşecek.

İran’da yeni seçilecek liderin kim olacağı kadar sürecin nasıl işleyeceği de hayati önemi haizdir. Zira rekabetçi seçimin olmadığı İran’da, Rehber’in doğrudan kurulları kullanarak Cumhurbaşkanının kim olacağını belirleme gücü bulunuyor. Özellikle son seçimle birlikte rekabetçi bir seçimi engelleyen aday dizaynı, sistemi tıkamış durumda. Bunun en basit göstergesi ise halkın seçim sürecinden uzaklaşmış olması. En son Ruhani’nin yüzde 59’la kazandığı, Reisi’nin ise kaybettiği 2017 seçimlerine katılım yüzde 73 oranında gerçekleşmişti. Süresi dolan Ruhani sonrasındaki ilk seçimde, 2021’de Reisi aday olmuş ve seçilmişti. Ancak katılım oranı, adayların rekabeti engellendiğinden dolayı yüzde 48’e düşmüştü. Mart ayında yapılan Meclis seçimlerinde ise katılım oranı İslam Cumhuriyeti kurulduğundan beri en düşük oran olan yüzde 41’i görmüştü. İran yapılacak seçimlere rekabetsiz bir şekilde girdiği takdirde katılım oranının yine düşük olması beklenmektedir. Bu durum sistem üzerinde oldukça güçlü bir meşruiyet baskısı oluşturacaktır. Tam da bu sebepten dolayı, Hamaney seçimlere katılmamanın “İran’ın düşmanlarını sevindireceğini” dillendirerek meşruiyet krizini engellemek için çaba sarf ediyor. Hali hazırda birkaç yıldır toplumsal olayların ve protestoların yoğun bir şekilde devam ettiği bir ortamda, İran’ın hem yeni bir Cumhurbaşkanı hem de yeni bir Rehber belirleyeceği gerçeği göz önüne alınırsa seçmenin ezici çoğunluğunun siyasal katılımdan uzaklaşması sorunları artıracaktır.

Yeni Cumhurbaşkanı, Yeni Rehber

Bu durum yaşanacak olan güç transferini ciddi anlamda baskı altına almış durumdadır. Bu baskının neticesinde seçimlerin rekabetçi olmasını sağlayacak şekilde “reformist” adayların yarışmasına müsaade edilmesi daha fazla talep edilmektedir. Bu denklem içerisinde, Reisi sonrası Ali Hamaney’in oğlu Mücteba Hamaney’i yerine düşünmesi ciddi bir ihtimal olarak ortaya çıkmaktadır. Kaldı ki Reisi hayattayken de son aylarda Reisi’den ziyade Mücteba’nın “güvenli çözüm” olduğu konuşulmaya başlamıştı. Rehberlik gücünü oğlu ile tahkim eden Hamaney’in Cumhurbaşkanlığında esnek davranması beklenebilirdi. Ancak hem Rehberliğe Mücteba’nın getirilmesi hem de yeni Cumhurbaşkanının da muhafazakarlarda kalmasını sağlamak, Tahran yönetimi açısından daha realist bir senaryo olarak ortaya çıkıyor. Zira Rehberlik değişiminden önce gerçekleşecek olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortaya çıkacak adayın, Rehberlik transferinde etkisiz veya destekleyici bir isim olması Hamaney tarafından arzulanacaktır.

İran’da görünür güçler dengesi Veliyy-i Fakih etrafında oluşturulmuş Uzmanlar Meclisi, Anayasa Koruma Konseyi, İslami Şura Meclisi ve Cumhurbaşkanı arasında sağlanmaktadır. Bu yapının güçler ayrımından ziyade Rehberin etrafında şekillenmiş karmaşık örgütlenmesinin inşa ettiği farklı dengeler üzerine oturduğu söylenebilir. Cumhurbaşkanı; Bakanlar Kurulu, Ulusal Güvenlik Konseyi, Bütçe ve Planlama Teşkilatı, İstihbarat Teşkilatı Bakanlığı ve Merkez Bankası gibi kurumları bünyesinde toplamıştır. Veliyy-i Fakih makamı ise başta Devrim Muhafızları olmak üzere İran Ordusu, Emniyet Güçleri, Yargı Erki Konseyi ve Devlet TV/Radyosu gibi kurumları yönetmektedir. Güvenlik ve yargı üzerindeki tahakkümü Cumhurbaşkanı, Meclis, Anayasa Koruma Konseyi ve Uzmanlar Meclisinin oluşumunu da fiilen sağlamaktadır. Mesela “aday yeterlilik” gücünü kullanarak neredeyse bütün “seçilmiş” ve atanmış pozisyonları şekillendirmektedir.

Seçimlerde aday olma iznini veren Anayasayı Koruyucular Konseyi, “5 muhafazakâr ve 1 reformist isme adaylık izni” vererek “Rehberlik değişimi” senaryosunu dikkate aldıklarını gösterdiler. Hamaney’in ne zaman olacağı bilinmeyen ama her an gündeme gelebilecek olan “Rehberlik devir teslim” senaryosu göz önüne alındığında, Cumhurbaşkanlığının muhafazakarlardan başka bir isme verilmesi ihtimalinin zayıfladığını görülüyordu. Özellikle Hamaney’in oğlu Mücteba’yı yerine düşüneceği bir senaryoda, Reisi ile ilgili bile güven sorunlarını konuşan İran’da, cumhurbaşkanlığında müesses nizamın güçlü bir aktörü olmasının arzulanmasında şaşılacak bir durum bulunmuyor. İran’da siyasal sistemin meşruiyetine büyük bir darbeye dönüşen “siyasetten kopuş” sürecinin bu kararları baskı altına aldığını görmek gerekiyor. Ancak “Rehberlik ve Cumhurbaşkanlığında yaşanacak değişimin” oluşturduğu basınç İran yönetimin mezkûr meşruiyet krizini göze aldığını gösteriyor. 

Siyasetten kopuş

İran bütün yönetim sorunlarına rağmen, seçimlere yüzde 70’ler civarında katılım sayesinde en azından meşruiyet krizi yaşamıyordu. 28 Haziran seçimlerinde de düşük katılım krizi Pezeşkiyan’ın adaylığına rağmen devam ederse İran’ın yönetim krizini büyütecektir. İran’da son yıllarda yaşanan siyasetin çöküşüyle birlikte kimse seçimlerden ciddi bir değişim beklemiyor. Zira seçimlere katılım oranları yüzde 40’lara kadar düşmüş durumda. İran yönetiminin inşa ettiği “süreklilik ve istikrar düzlemi” halkın siyasetten kopuş dinamiklerini derinleştirmiş durumda. 28 Haziran seçimlerine yönelik isteksizlik sürse de bir değişimin ortaya çıkmasına yönelik umutlar da yok denilemez. Ancak bu “değişim”, Batı merkezli kavramsallaştırma ile reformist olarak anılan isimlerin bir “reform” gücüne veya vizyonuna sahip oldukları anlamına gelmiyor. Reformistten kastedilen -en azından Cumhurbaşkanlığı yarışında- merkez-siyasal perspektife sahip olan, genellikle müesses nizamın güvenlik kanadında kendisine yer bulamamış ve nispeten daha sakin bir retoriğe sahip olan isimlerden ibaret. 

İran’da 28 Haziran’da yapılacak seçimlerde “reformist kanatta” tek aday Mesud Pezeşkiyan yer alırken muhafazakârlar Muhammed Bakır Kalibaf, Said Celili, Emir Hüseyin Kadızadehaşimi, Ali Rıza Zakani ile Mustafa Purmuhammedi tarafından temsil ediliyor. Her ne kadar üç ismin yarıştığı görülse de seçim yarışına bakıldığında birbirine yakın destek oranları alan adaylar tablosu olduğu görülüyor. Muhafazakâr aday ve hali hazırda Meclis Başkanı olan Kalibaf’ın kısmen öne çıktığı ama hemen ardından benzer destek oranıyla bir başka muhafazakâr aday olan Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Celili’nin bulunduğu görülüyor. Bu isimlerin ardından ise reformistlerin Anayasayı Koruyucular Konseyi’nden onay alabilen tek adayı Tebriz Milletvekili ve eski Sağlık Bakanı Mesud Pezeşkiyan gelmektedir. 

Pezeşkiyan sürpriz yapar mı?

İran seçimlerinde yapılan anketlere dair birçok şüphe bulunsa da adaylardan herhangi birisinin (Celili-Pezeşkiyan-Kalibaf) birbirine fark atarak yarışı önde götürdüğünü söylemediklerini tespit etmek mümkün. Bu durum birinci turda seçimlerin bitmeyeceği ve ikinci tura kalma ihtimalinin güçlü olduğunu göstermektedir. Pezeşkiyan reformcuları tam anlamıyla temsil etmese de yarışa katılmasına onay verilen 6 isim içerisinde Muhafazakâr kanattan olmayan tek kişi konumundadır. Pezeşkiyan’ın öncelikle İran’da reform isteyenleri ya da Muhafazakârların karşısında duranları sandığa götürmeyi başarması gerekmektedir. Katılım oranı yüzde 60’ların üstüne çıkmadığı sürece Pezeşkiyan’ın seçilmek için bir şansı olması zor görünmektedir. İkinci tura kalacak seçimlerde Pezeşkiyan’ın iki adaydan birisi olma ihtimali yüksek görülüyor. Ancak durum Kalibaf veya Celili için bu kadar kolay değil. Celili’nin ikinci tura kalma ihtimali artarken, yarış başladığında Kalibaf’ın daha avantajlı olduğunu söylemek mümkündü. 

Reformistlerin adayı olarak yarışta kalan Mesut Pezeşkiyan babası Azeri annesi Kürt olan eski milletvekili ve sağlık bakanıdır. Ağırlığı olan bir siyasi figür olarak öne çıkmıyor. İran’ın geçmişte sürpriz yaparak seçimleri kazanan isimlerinin sergilediği gibi bir performans ortaya koyduğunu söylemek zor. 1997’de devrimden bu yana en fazla katılımın olduğu Cumhurbaşkanlığı seçimlerini sürpriz ve ezici bir şekilde eski Turizm Bakanı Hatemi kazanmıştı. Benzer şekilde, bugün yarışta önde görünen Kalibaf’a karşı Ruhani 2013’te beklenmedik bir zafer kazanmıştı. Ancak her iki isim de İran’ın temel siyasal, ekonomik ve jeopolitik sorun alanlarına yönelik geniş kitleleri arkalarına alacak nispeten sahici siyasal bir söylemi taşıma kabiliyeti göstermişlerdi. Pezeşkiyan’ın anketlerde görünen oy oranlarından çok daha düşük oranlarla yarışa başlamalarına rağmen ortaya koydukları siyasal pozisyonla seçim zaferini göğüsleyecek siyasal ve toplumsal dalga yaratmayı başarmışlardı. 

Başka bir ifade ile Pezeşkiyan’ın hali hazırda cari muhafazakâr isimler ve İran yönetime karşı oluşan memnuniyetsizlikten başka bir momentuma sahip olmadığı söylenebilir. Cari memnuniyetsizliği siyasal bir dile tercüme etmesi ve geniş kitlelerin duygusuyla buluşması durumunda, reformist adayların veto edilmesinin oluşturduğu negatif enerji seçimlere katılımı reformistlerin kazandığı yıllardaki düzeyine getirerek İran’da bir kez daha sürpriz yaşanmasına yol açabilir. Ancak her durumda Pezeşkiyan seçilse bile bütün kabinenin, reformist adayları veto eden güç merkezinin onayına muhtaç olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Kaldı ki bu kabine de İran’daki iç içe geçmiş güç sarmalı kurumsal yapısının içerisinde en zayıf halkayı temsil etmektedir.

Reformistlerin adayı Mesut Pezeşkiyan

Tam güvensizlik düzeni ve paradevlet

Rehber Hamaney, yıllar içerisinde tahkim ettiği gücünü, özellikle Irak işgalinden itibaren -2005 sonrasında- yeni bir safhaya taşıma imkanına kavuştu. Hatta devrimin ilk lideri Humeyni’nin sahip olmadığı ve kullanamadığı büyük bir siyasal, askeri ve ekonomik güce hükmeder hale geldi. Bu durum Hamaney’in yönetiminde İran’da muhtemel bütün reform kapılarının kapanmasını sağlarken, ortaya çıkan karmaşık devlet yapısının, reform arzulayan bir yönetim olsa bile statükoyu koruma imkânı vermiş durumda. Zira Devrim 2.0 olarak okunan bu yeni düzlemin ortaya çıkardığı nispeten genç nesil liderler “Süper Devrimciler” olarak adlandırılıyor. Tam güvensizlik düzleminde, Reisi’den bile şüphe eden bu yaklaşımın Tahran’daki yönetimi önümüzdeki yıllarda şekillendirmeye devam edeceğini söylemek mümkündür.

Siyasi kurumlar, sosyal yapılar, silahlı güçler ve sermayedar elitlerin¹ şekillendirdiği İran’da iç içe geçmiş paralel yapılar kargaşası yaşandığı söylenebilir. Siyasi kurumlar; Velayet-i Fakih: Makam-ı Muazzam-ı Rehberi (Büyük Önderlik Makamı), İslami Danışmanlar Meclisi/Millet Meclisi (Meclis-i Şura-yı İslami), Anayasa Koruyucular Konseyi (Şura-i Negahban-i Kanuni Esasi), Uzmanlar Konseyi (Meclis-i Hubregan-ı Rehberi) ve Düzenin Yararını Teşhis Konseyi (Şura-yı Teşhis-i Maslahat-ı Nizam) gibi belli başlı yapılar etrafında şekillenmiş durumda. Bu farklı yapıların tamamının birbirini vesayet altına alan karmaşık ilişkiler içerisinde çalışmaları gerekiyor. Sosyal yapılar; İslam Devrimi Mustazaflar ve Gaziler Vakfı (Bonyad-ı Mustazafin ve Cambazan-ı İnkılab-ı İslami) ve İslami Tebliğ Ofisi – Kum İlim Havzası (Defter-i Tebligat-ı İslami–Havzai İlmiye-i Kum) gibi güçlü kurumsal oluşumlar etrafında şekilleniyor. Bu sosyal yapılar ağına son yıllarda artık seçimlere katılmama oranlarıyla da teyit edilen geniş protest toplumsal kesimleri de eklemek gerekiyor. Silahlı güçleri ise Besic-i Mustazafin (Ezilenlerin Savunma Gücü), Devrim Muhafızları, Genelkurmay Başkanlığı, İslam Devrimi Komiteleri (Güvenlik Güçleri) ve İran dışındaki vekaleten Tahran adına hareket eden silahlı gruplar oluşturuyor. Son olarak, sistemdeki karmaşayı oldukça sofistike bir şekilde lehine kullanmayı başaran sermayedarlar bulunuyor.

İran yönetim sistemini en kısa ve basit bir şekilde tarif etsek, siyasetten ekonomiye, güvenlikten sosyal kurumlara, devlet kurumlarından ‘sivil’ kurumlara varıncaya kadar farklı paralel yapıların birbirleriyle tam güvensizlik ve aktif vesayet ilişkisi içerisinde ortaya çıkan “denge hali” diyebiliriz. Başka bir ifade ile İran yönetimi tam anlamıyla bir “paradevlettir”. Hatta vekaleten Tahran adına savaşan devlet dışı aktörleri de hesaba katınca literatüre yavaş yavaş girmeye başlayan “paramiliter paradevlet” sıfatı da kullanılmaktadır. İran’da demokratik bir momentin ortaya çıkmamasının garantisi de aslında bu paradevlet yapısıdır. Unutulmaması gereken bir husus, paradevletin toplumu da yaygın bir şekilde içerisine almış ve yaşanan süreçleri “tabii hal”e dönüştürmüş olmasıdır. Bu durumu okurken İran’ı şekillendiren Şii politik teolojinin “seyyal hafızasını”² da hesaba katınca, İran’da “reform ve reformist” tartışmasına dair daha sahici bir fikir oluşabilir. Dolayısıyla geçmişteki Hatemi veya Ruhani gibi bir sürprizle Pezeşkiyan’ın seçimleri kazanması İran açısından sahici ve şümullü bir değişim ihtimalinin ortaya çıkmasından ziyade “paradevlet içi” rekabetin yeni bir şekilde hizalanmasına yol açabilir. Kaldı ki bu değişim geçmişteki sürprizlerden farklı olarak “Rehberlik değişiminin” baskısı altında kaçınılmaz olarak kalacaktır.

Paradevlet karmaşık yapısı içerisinde güvenlik merkezli olmayan sivil bir bakış açısının gelişeceği zemin neredeyse bulunmamaktadır. Değişimin ve evrimci bir sürecin önünü kapayan bu yapı İran’ı ya statükonun devamı ya da tam bir kırılma (devrim) arasında sıkışmaya sokmuştur. Bu durumun arka planında İran devrimi sonrasında başlayan ağır Irak savaşı bulunmaktadır. Bugün İran’ın farklı yapılarını yönetenlerin tamamı Irak savaşının ürettiği elitlerden oluşmaktadır. Savaşın inşa ettiği elitler zaman zaman değişim işareti verseler de güvenlikçi bakış açısı sarmalından çıkamamaktadırlar. Seçimlerde aday olmalarına müsaade edilen isimlere dikkatlice bakıldığında da normal bir seçim yarışında “makbul bulunan ya da bulunmayan” isimler olmalarından ziyade “İran güvensizlik ve paradevlet sistemi” içerisindeki güç mücadelelerinin ana belirleyici olduğu rahatlıkla görülmektedir. Zira tam güvensizlik sistemi bizatihi siyasal filtrenin kendisi haline dönüşmüş durumdadır. 

İran’daki seçim sonuçlarının ne olacağı normalde Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren bir başlık konumunda olmalıydı. Ancak İran’ın cari devlet yapısı içerisinde, Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları Tahran’ın bölgesel politikalarını doğrudan etkileme gücünden yoksundur. Bir yönüyle icat ettiği vekalet güçlerinin esiri haline gelen İran’ın, konvansiyonel jeopolitik bir vizyona ve politikaya meyletmediği sürece mezkûr çıkmazdan kurtulması zor görülmektedir. Nihai düzen ve normalleşme fikrinden ülke içerisinde uzaklaştıkça bölgesel olarak da yüksek gerilim, süresiz ve canlı çatışma alanlarını koruma yaklaşımını sahiplenmeye devam etmektedir.

Türkiye açısından, İran’ın bölgesel vekalet savaşlarını sürdürmeyi tercih edecek, küresel ve bölgesel jeopolitik konumlanmasını devlet-dışı aktörler üzerinden şekillendirecek aktörlerin liderliğini tahkim etmesi arzu edilmeyen senaryo olacaktır. Diğer yandan devlet-dışı aktörler üzerinden dış politikasını oluşturan İran’ın ciddi kapasite sorunları yaşadığı da görülmektedir. Gerek bu aktörlerin finansmanı gerekse de bölgesel ve küresel düzeyde sebep olduğu yüksek diplomatik maliyet sadece dış politikasına değil iç siyasetine de yansımaktadır. Bu yönüyle Hamaney’in yerine oğlu, Cumhurbaşkanlığına da benzer bir profilde bir ismin gelmesi İran’ın kriz sarmalını tahkim edecektir.

__

¹Resul Serdar Atas, How much will a presidential election reveal about Iran’s future?, 7 Haziran, 2024. https://www.aljazeera.com/news/2024/6/7/how-much-will-a-presidential-election-reveal-about-irans-future

²Hamid Dabashi, Shi’ism, s. xi. Harvard University Press, 2011

Yorum Analiz Haberleri

“Devrimci zihniyet ahlâkını kaybederse her şeyini kaybeder”
Esed sonrası Suriye: Katar-Türkiye Doğal Gaz Hattı artık hayal değil
Esed'in müftüsü Ahmed Hassûn şimdi ne yapıyor?
“Suriyeli mülteci” etiketi ve toplumsal imtihanımız
Kemalistlerin 94 yıldır üzerinde tepindiği Menemen’de ne oldu?