Arif Keskin / Perspektif
Kutsal Frankenstein: İran’da siyasal krizin doğası
İbrahim Reisi’nin şüpheli ölümü zorunlu olarak İran’da erken cumhurbaşkanlığı seçimlerini gündeme getirdi. 28 Haziran’da gerçekleşecek olan seçimleri doğru anlamanın yolu ise İran’daki seçilme hakkının analizinden geçiyor. Seçilme hakkı sorunu, İran’daki seçimlerin işleyiş biçimi, eşitlikçi ve demokratik olup olmadığı tartışmasının yanı sıra İran rejiminin varoluşsal krizinin analizini de mümkün kılıyor. Yazımızın amacı, İran’da seçilme hakkı bağlamında İran siyasetinin dünü, bugünü ve muhtemel geleceğini irdelemeye çalışmaktır.
Seçilme hakkı
İran’daki seçilme hakkı eşitsizliği ülke siyasetine hâkim olan varoluşsal krizin özünü oluşturuyor. Bu sorun, hem reformcu, muhafazakâr ve ılımlı olarak bilinen rejim içi grupların birbiriyle hem de toplumla İslam Cumhuriyeti arasındaki çatışmanın esasını teşkil ediyor. Sorunun başlığı nettir: 18 yaşı üzerinde olan herkesin seçme hakkı vardır ancak seçilme hakkı yoktur.
İran’da seçilme hakkı, Anayasa Koruyucular Konseyi (AKK) tarafından veriliyor. İran siyasal sistemine Meşrutiyet Anayasası’yla (1906-11) birlikte giren AKK’nın yapısı ve işlevi 1979 Devrimi’nde genişletildi. Altı din adamı ve altı hukukçu olmak üzere 12 kişiden oluşan AKK, Meclis’te alınan kararların İslam ahkâmına ve Anayasa’ya aykırı olup olmadığını denetlemek amacı ile oluşturuldu. AKK’nın diğer bir önemli görevi de cumhurbaşkanlığı, meclis ve yerel seçimleri denetlemek. Yani cumhurbaşkanı ve milletvekili adaylarının seçimlere katılıp katılmayacağına AKK karar veriyor. Bu kurumun yetkisi o kadar geniş ki kazanılmış bir seçimi iptal etme gücü bile var.
AKK, İran İslam Cumhuriyeti’nin filtresi konumunda. Başka bir ifadeyle, rejimin ölçütlerine uymayan kişiler seçilme hakkına sahip olamıyor. AKK üyeleri dinî lider tarafından atandığı için dinî lider ile uyumlu olmayan aday adaylarının, aday olabilme ve seçilebilmesi nerdeyse imkânsızlaşıyor. AKK’nın bu işlevi dolayısıyla İran’da siyasi iktidar, rejim yanlısı siyasi elitler arasında dolaşıp duruyor.
İstatistikler, AKK’nın İran’da cumhurbaşkanlığı seçimlerini nasıl şekillendirdiğini çok iyi anlatıyor. 1981’de 71 aday adayından dördü, 1985’te 50 kişiden üçü, 1989’da 79 kişiden ikisi, 1993’te 128 kişiden dördü, 1997’de 238 kişiden dördü, 2001’de 814 kişiden 10’u, 2005’te 1.002 kişiden altısı, 2009’da 475 kişiden dördü, 2013’te 686 kişiden sekizi, 2017’de 1.636 adaydan dördü, 2021 seçimlerinde ise 592 kişiden altısı aday olma hakkı kazanabilmişti.
Toplumsalın yabancılaşması
İran’da cumhurbaşkanlığı seçimleri bağlamında seçilme hakkı; Velayet-i Fakih sistemine ve İslam Cumhuriyeti’ne inanç, ideolojik bağlılık ve sadakatini ispatlayan kişilere veriliyor. Bu çerçevenin dışında kalan geniş toplum kesimleri, farklı ideolojik akımlar, başka dinî ve mezhepsel gruplar seçilme hakkını elde edemiyor. Bu durum, İran seçimlerinde toplum ve devlet arasındaki ilişkinin değişmesine ve uzun sürede karşılıklı yabancılaşmaya yol açıyor. Rejim, halkı kendi kaderini belirleyen özne değil; onun hedefleri, ihtiyacı, emri ve konjonktürel stratejileri doğrultusunda gerekli olduğunda seferber edilen “kullanışlı araç” olarak görüyor.
İran’da iktidarın dolaşımı toplumsal gelişmelerle ilişkisi olsa da özü itibariyle ondan bağımsız gerçekleşiyor. İdeolojik devlet, siyasal seçkinler arasındaki iktidar dolaşımı rekabetini şekillendiriyor. Toplum ve rejim arasındaki karşılıklı yabancılaşma nedeniyle iktidar dolaşımı toplumsal değişimle ters yönde ilerliyor. İbrahim Reisi’nin cumhurbaşkanı seçtirilmesi, toplumsal ile siyaset kurumunun ters yöne evrilmesinin en tipik örneğidir. Aslında İran’da rejim, topluma kapılarını kapatmış durumda, toplumsal değişim, talepler, farklılıklar, ideolojiler ve süreçlerin devlete taşınmasını istemiyor. Topluma karşı konumlanan rejim, topluma göre kendini yenilemek yerine onu kendisi “tasarlamak” istiyor. Kutsal misyonunu, toplumun karşısında geri adım atmak değil, ‘‘onu kurtuluşçu değerleri çerçevesinde ıslah etmek’’ olarak tanımlıyor.
Seçilme hakkının denetleme kurumlarının elinde bulunması İran’da seçimlerin mahiyetini şekillendiriyor. Seçimlerin sonuçları toplumsal değişimin yönünü değil, yönetici sınıfının konjonktürel projelerini yansıtıyor. Seçimler, egemen grupların konjonktürel kurguları çerçevesinde işliyor. Seçim sürecini kontrol etmek zor olduğu ise 1997’de olduğu gibi bazen de istemedikleri sonuçlarla da karşılaşabiliyorlar.
28 Haziran’da gerçekleşecek cumhurbaşkanlığı seçimlerinin nasıl seyredeceğini öngörmek için toplumsala değil, egemen grubun iradesine bakmak gerekiyor. Çünkü devletin siyasal seyrini toplum değil, topluma karşı konumlanan karar vericiler tayin ediyor. Karar vericilerin mantığı da toplumsal gelişmelerin mantığına aykırı işlediği için topluma bakarak İran siyasi karar vericilerin nasıl bir yol haritası benimseyeceğini öngörmek kolay değil.
Siyasetin dönüşümü
İran toplumunu ona hâkim olan ideolojik devlet üzerinden analiz etme girişimi kolaycılıktır. Bu analiz yöntemi bir yönüyle doğru olsa da başka bir yönüyle gerçeğin üzerine büyük bir örtü seriyor. Devletin toplum tarafından kabullenilmesini ve toplum nezdindeki meşruiyetini sadece demokratik bir yönetim sisteminde ölçmek mümkün. Siyasi öznenin özgür iradesiyle farklı seçenekleri seçme imkânının bulunduğu bir siyasal alanda siyasetin toplumsal tabanından bahsedilebilir. Bu, İran gibi demokrasi dışı rejimlerde söz konusu olamaz.
İran’da siyaset yapma imkânı ideolojik devlet organları tarafından veriliyor. Reformcu, muhafazakâr ve ılımlı gibi bölünmüşlüklerin İran’da bir anlamı yok. Siyasal özne, egemen kurumlar tarafından onay alırsa siyaset kurumunda varlığını sürdürebiliyor. Toplumun oy vermesi, onların bir tabana sahip olduğu anlamına gelmiyor.
İran’da siyasetin matematiği farklı. Siyasi grupların iktidara gelmek için toplumsal desteğe ihtiyaçları; toplumsal grupların da belli, somut ve sınırlı talepleri var. Mevcut siyasi çerçeve içinde de bu talepleri karşılama ihtimali olan siyasilere yöneliyorlar. Bu “kısa dönemli konjonktürel ve taktiksel işbirliğini” taban olarak yorumlamak yanlış. Siyasal gruplar, ideolojiler ve düşüncelerin gerçek tabanı özgürlükçü demokratik bir düzende oluşabilir.
Yönetim krizi
İran rejimi, iç tasfiyeleriyle doğmuş ve bugüne kadar bu özelliğini hep sürdürmüştür. 1979’dan itibaren tasfiyeler başlamış; AKK, 1981’den itibaren rejim içi iktidar mücadelesini şekillendirmiştir. Bu süreç özellikle 1997’den sonra genişleyerek derinleşmiştir. 1997’de ise Ali Ekber Natık Nuri’nin cumhurbaşkanı olmasını bekleyen Hamaney, Muhammed Hatemi’in iktidara gelişi sürpriziyle karşılaşmıştı. Bu gelişmeden sonra Hamaney, devletin kurumsal yapısını dönüştürmekle birlikte seçilme hakkını daha da daraltmaya gitti. Bu süreçte Muhammed Hatemi, İshak Cihangiri, Mahmud Ahmedinejad, Ali Laricani, Hasan Ruhani, Menuçehr Muttaki ve çok sayıda siyasiye aday olma olanağı verilmedi. Bu daraltama 2021’de zirveye ulaştı; sistem İbrahim Reisi’nin kazanması için herkesi eledi. 2021’de İbrahim Reisi’nin cumhurbaşkanı olması yeni bir siyasal gerçekliği doğurdu.
1979’dan sonra toplumu dışlayan yapı, kendi destekçilerini de yok eden mekanizmaya dönüşmeye başladı. Bu durum, toplumla rejim arasındaki çatışmanın yanı sıra liderlik ile rejimin bileşenleri arasındaki krizi de beraberinde getirdi. Bu açıdan bakıldığında, rejim kendi içinde bir kriz yaşıyor ve durum göründüğünden daha derin. Rejimin gemisine binenlerin o gemiden atılması muhtemel görülüyor. Haşimi Rafsancani etkisizleştirilmiş, Meclis başkanlığı yapan Mehdi Kerrubi ve sekiz yıl başbakanlık yapan Mir Hüseyin Musevi ev hapsine mahkûm edilmiş, Muhammad Hatemi, Mahmut Ahmedinejad ve Hasan Ruhani gibi kişilerin siyaset yapma alanı da daraltılmıştı.
Liderlik/Velayet-i Fakih etrafında oluşmuş devlet aygıtı kendisini onu destekleyen gruplar ve ideolojiler üzerinde inşa ederek onları dizginliyor. Molla ve askerden oluşan mezhepsel oligarşik yapının tekelci ihtirası, devlet aygıtını gruplar arasındaki ihtilaflar, sorunlar ve çatışmaların çözümü platformundan öteye taşıyarak herkese yabancılaşan, dokunulmaz bir konuma yerleştirdi. Devlet alanı, rejim içi grupların ihtilaflarının çözümü alanı değil çatışma ve husumet üreten bir sahaya dönüştü.
Doğan çatışmacı siyasal ortam, rejimi, kendisinin ürettiği siyasal seçkinleri sürekli tasfiye etmeye zorunlu kılıyor. “Devrim kendi çocuğunu yiyor” pratiği sürekli işliyor. Bu tasfiyeler ve kavgalarda ise toplum yok. Topum daha ilk başta silindi.
Aracıların yok oluşu
İran’da partileşme olmadığı için 1979’dan sonra siyaset “aracı oluşumlar” üzerinden yürütülüyor. Bu aracılar, genellikle liderlik ofisinde etkili olan din adamları etrafında şekillendi. Aracı oluşumların kaderi 1997’den sonra değişmeye başladı. Geldiğimiz noktada aracılık yapabilen din adamları ya ölmüş ya da etkisizleştirilmiş durumda. “Ak sakallılık” ve büyük mollalar, eski siyasi etkilerinin kalmaması nedeniyle aracı olma özelliklerini yitirdiler. Bu aracı kurumların ortadan kalkması İran’daki siyaset yapma mantığını değiştiren başka bir etken.
Yönetim, aracı kurumların boşluğunu doldurmak için Muhammed Bagır Galibaf, İbrahim Reisi, Muhammed Muhbir, Parviz Fattah vb. siyaset dışı kişilikleri siyasal alana transfer etti. Aracıların yok oluşu, liderlik ofisi ve Devrim Muhafızları’nın siyaseti şekillendirmek için sahaya doğrudan girmelerini de sağladı. Böylece siyasal öznelerin profili de değişti. Siyaset dışı aktörlerin ve aracı kumların yok oluşu en fazla muhafazakârları etkiledi. Devletin müttefiki, onun uzantısı ve meşrulaştırıcısı olan muhafazakârlar, dağınık, birbirleriyle kavgalı hale geldi. İran siyasetindeki reformcu-muhafazakâr kavgasının muhafazakâr-muhafazakâr kavgasına dönüşmesi ise muhafazakârları devletin ortağı olmaktan çıkararak onun elinde işe yarayan bir aparata dönüştürdü.
Frankenstein’ın doğuşu
Gelinen noktada rejim kendi sınırlı taraftarlarına ve ürettiği siyasi seçkinlere de alan açmıyor. İran’daki güç, liderlik makamı merkezinde yoğunlaştı. Onun dışında güç odaklarının ortaya çıkması istenmiyor. Liderlik kurumunun karşısında direnç gösterenlerin kimliğinin de önemi kalmıyor. İran’da bu bağlamda herkes eşit. İran’da tüm siyasi gruplar lidere karşı itaat zorunluluğunda eşitlendi.
Siyasi tartışma, ihtilaf ve bu ölçüde bir ayrışma ortamında adaletli, tarafsız, objektif ve yasa sınırları içinde hareket ederek bir “hakem” pozisyonunda olması gereken liderlik makamı kendini “üstün politik güç” olarak görerek tüm grupların seyrini tasarladı. Bu nedenle devlet alanı, rejimi oluşturan grupların ihtilafını uzlaştıran, koordine eden ve çatışmaları çözen bir mekanizma olmaktan çıktı. Rejim, onu oluşturan gruplardan müteşekkil olsa da onlardan bağımsız ve onlara hâkim bir gerçeklik üretti. Liderlik kurumu, kutsallığın dokunulmazlık zırhını kuşanarak kendisini her tür sorgulamanın üzerinde inşa etti. Artık yasanın üzerinde, onu askıya da alabilecek pozisyonda ve tartışılmaz. Kendini Velayet-i Fakih üzerine tasarladığı için onun pençesinde esir düştü. Dinî liderlik makamı rejimi destekleyenlerin Frankenstein’ı oldu.
Umudun tükenişi
Rejime olan destek, rejim içi muhafazakâr gruplar nezdinde bile ciddi oranda azalıyor. Artık rejimin “koşullu destekçileri” var. Muhafazakâr desteğin azalmasıyla birlikte Mehdi Nesiri olgusunda görüldüğü gibi rejim muhalifi saflara geçişler de artıyor. Üstelik seçimlere katılım da anlamlı bir şekilde sürekli azalan bir trend izliyor. Liderlik ile sistem bileşenleri arasındaki kriz çok derin. Hamaney, Ahmedinejad’ı cumhurbaşkanı yapmak için Haşimi Rafsancani, Ali Akber Natık Nuri, Mir Hüseyin Musevi ve reformcularla kavgaya girişmiş, sonunda Ahmedinejad ile istediklerini alamadıklarını görünce onu da saf dışı bırakmıştı. 2021 seçimlerinde İbrahim Reisi’nin cumhurbaşkanı olması için Ali Laricani gibi birçok kişi elekten geçirildi. Muhafazakârlar, bütün bunların neden yapıldığını sorguluyor.
İran’da rejime mensup siyasal seçkinlerin arasındaki güncel tartışmanın kodlarını bu eleme mekanizması oluşturuyor. Onlara göre 28 Haziran cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılımın yüksek olması için AKK’nın çeşitli adaylara seçim yarışına katılma olanağı sağlaması gerekiyor. Arzuları bu olsa da yönetimin nasıl bir rota izleyeceğini bilmiyorlar. Ülke seçimlere hazırlanırken siyasi grupların ne yapacaklarını bildikleri söylenemez. Çünkü destekledikleri devletin ne yapacağını öngöremiyorlar.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki siyasal sistemin iyiye doğru gideceğine yönelik umutları az. Anlaşılan o ki grupların yapmak istediği tek şey daha fazla kötüye gitmesinin önünü kesmek. Sınırlı radikal muhafazakârların dışında, İran rejiminin bileşenlerinin temel kaygısı bu kötü gidişatın durdurulması. Onlara göre bunun yolu, ılımlı ve makul bir kişinin cumhurbaşkanı olarak seçilmesi. Bu amaçlarına ulaşmanın yolunu ise önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çeşitli adayların yarışma imkânı bulmasının açacağını düşünüyorlar. Bu çerçevede gözler, Hamaney’in yeni bir rota çizip çizmeyeceğine odaklanmış durumda. 28 Haziran seçimleri bu açıdan kilit bir seçim olarak görülüyor.