Sultan Abdülhamid, Nâdir Şah, Efgânî, bizdeki ve diğer coğrafyalardaki İslamcılar yıllardan beri İslam Birliği'ne çağırıyor, bu amacı gerçekleştirmek için teorik ve pratik çalışmalar yapıyorlar; gel gör ki İslam dünyası gittikçe daha ziyade bölünüyor, çeşitli sebepler ve bahanelerle bölünmüş parçalar birbirine düşman oluyor, savaşıyor, Müslümanlara karşı düşmanla işbirliği bile yapabiliyorlar.
Defalarca yazdım, yine yazacağım:
Gevşek veya sıkı bir İslam ülkeleri birliğine kesin ve acil ihtiyacımız var. İlk aşamada Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, Pakistan, Endonezya, Malezya ve Tunus arasında görüşmeler yapılarak bu kuruluş gerçekleştirilebilir. Tanımı, amacı, giriş şartları ve faaliyetleri belirlendikten sonra diğer ülkelere kapı açık olur. Bu birliğin, dönüşümlü başkanı, yönetim kurulu, bir önceki yazıda tanımladığım bir alimler ve uzmanlar heyeti ve bir İslam barış gücü olur…
Bu birliğin içinde Mısır'ın ve İran'ın bulunması ne kadar gerekli ve ne iyi olur; ama ne yazık ki, Mısır'ın durumu şimdilik buna uygun değil, İran'a gelince:
Daha öncekileri bir yana bırakalım, yakın zamanlarda Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Bahreyn'de yaptıkları içimizi acıtıyor, muhabbet ve ümitlerin gittikçe azalmasına, hatta Allah korusun düşmanca duyguların oluşmasına sebep oluyor. Hele şu Suriye'de yaptıklarını aklın, vicdanın, imanın kabul etmesi mümkün değil. Israrla mezhep saikından söz ediliyor, ben de diyorum ki, Nusayrî Esed yönetiminin Şîîlik ile ne alakası var ki, onun yanında yer alıyor ve Sünnîlleri öldürüyorlar. Sünnîler, mezhep olarak Şî'aya, Nusayrîlerden daha mı uzaktalar !?
Şu halde İran'ın davranış saikleri arasında mezhepçilikten (evet bu da var ama) daha başka unsurların bulunduğu anlaşılıyor.
Yaklaşık yirmi yıl kadar önce yaptığım İran seyahatimde Tahran'da bir Azerî terzi dükkânına girmiş, bir çaylarını içip onlarla konuşmak, dertleşmek istemiştim. İran'da hemen her gün bir ihtifal, bir yas, bir matem vesilesi ve faaliyeti vardır; o gün de bunlardan biri imiş, dükkâna yirmi beş yaşlarında, gözleri nefret ve öfkeden kızarmış bir delikanlı girdi, bir avucunda şekerler vardı, her birimize birer şeker veriyor ve avucumuza şekeri koyarken “lânet ber Ömer” diyordu. Bu genci Hz. Ömer'i öfke ile lanetleme ve Sünnîleri incitme, birlik ve kardeşliği dinamitleme noktasına kimler, hangi hedef ve politika getirmişti?
Yakın zamanda bir Şîî âyetullah'ın görüntülü konuşmasını izledim, “ashâbı ve Sünnîleri” tekfir ediyordu. Bazı Sünnî alimler de onları tekfir ediyorlar.
Peki bu öfke, bu kin, bu bitip tükenmeyen matemlerin şuur altına yerleştirdiği intikam duygusu hangi sonuçları veriyor?
Sonuçlar ortada:
Şîî komutan Halep'te emir veriyor: “Nerede bir Sünnî görürseniz öldürün!”
Katar İran'ın füzelerine karşı ABD'den savunma sistemleri almak istiyor, İran bunu savaş ilanı sayıyor…
İran PKK ve PYD'yi destekleyebiliyor.
Aslında İslam ülkeleri, hak, adalet ve İslam düşmanlarına karşı dengeleyici ve caydırıcı güze sahip olmak mecburiyetindedirler, bu gücün de başında nükleer olanları geliyor. Ama diğer İslam ülkeleri İran'ın böyle bir güce sahip olmasından endişe ediyor ve ABD'nin kontrolüne destek veriyorlar…
Ne acı bir tablo!
Yıllarca önce İstanbul'da bir sempozyum yapılmıştı, İran'dan itibarlı âyetullah derecesinde alimler de davet edilmişlerdi, sonuç bildirisinde şu cümleler vardı:
“Dinin usulü (olmazsa olmaz inanç esasları) vardır, mezhebin usulü vardır. Kişiyi Müslüman eden “dinin usulü”dür. Mezhebin usulü ise kişiyi Sünnî, Şîî, Zeydî… kılar. Müslümanlar herkesi kendi mezhebinde bıraksınlar ve dinin usulündeki ortak inanca dayalı kardeşlik birliğini ön plana alsınlar…”
Ey iki tarafın alimleri, maskeleri atın, iyi niyetli ve samimi olarak bir araya gelin, mezhepçiliği bir yana bırakın, “Şîîlik, Sünnîlik herkesin kendine, hepimiz Müslümanız” diyerek birlik olun, akan kanları durdurmak için, düşmanın kazancına son vermek için canınızı bile feda ederek ülkeniz insanlarını uyarın, yönetimlere baskı yapın…
Yoksa kıyametimizi kendimiz koparacağız!
Yazık, çok yazık!
YENİ ŞAFAK