Taha Kılınç’ın Yeni Şafak’taki köşesinde yayımlanan konuyla alakalı yazısı (24 Kasım 2018) şöyle:
Adı Yemen’dir
Geçtiğimiz yıl öldürülen Yemen eski Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih, ülkesi iki parçaya ayrılmış bir haldeyken, 1978’de iktidara gelmişti. 1990’a kadar Kuzey Yemen’i yöneten Salih, o tarihten itibaren birleşik Yemen’i kontrolü altına aldı. “Arap Baharı”nın fırtınaları arasında -mecburen- sona eren uzun iktidarı boyunca bölgesel ve uluslararası güçler arasında adeta köşe kapmaca oynayan Salih’in zikzaklarla dolu siyasi serüveni, Ortadoğu’nun kaygan ve değişken zemininin de özeti gibidir.
Kendisi Zeydî-Şiî olmasına rağmen, Yemen içindeki Sünnî kesimlerin de desteğini kazanan Ali Abdullah Salih, 1990’ların ortalarına kadar ülkesini nispeten sorunsuz biçimde yönetmeyi başarmıştı. İktidardaki 20’nci yılına yaklaştığı sıralarda, ülkenin kuzeyinde yine kendi mezhebi Zeydî-Şiîlerin içinden bir grup, Salih’e bayrak açtı. Bir halk ayaklanmasına dönüşme potansiyeli bulunan muhalefet hareketinin liderliğini, Sa’de kentinde bir gençlik teşkilâtı (“Müslüman Gençler”) kuran Hüseyin Bedreddîn el Hûsî isimli bir öğretmen yapıyordu. 1979’dan sonra, babası Bedreddin Tabatabâî ve küçük kardeşi Abdulmelik’le birlikte İran’ın Kûm kentinde bir süre yaşayan Hüseyin Bedreddin el Hûsî, bu ikamet sırasında Zeydîliğin ılımlı ve Sünnîliğe yakın çizgisinden uzaklaşarak On İki İmam Şiîliği’ne geçmişti.
Hareketi önce kaba kuvvetle terbiye etmeye çalışan Ali Abdullah Salih yönetimi, ardından oldukça riskli bir yöntem benimseyerek, Hûsîlere alan açtı. Bu strateji değişikliği, Yemen’in Suudi Arabistan’la sınır ihtilafı ve çatışma yaşadığı bir döneme denk gelmişti. Ali Abdullah Salih, zaten ülkenin kuzeyinde konuşlanmış bulunan Hûsîleri Suudi Arabistan’a karşı tampon bir güç olarak kullanmayı planlamıştı. Ancak bu plan, İran’dan destek alan hareketin daha da güçlenmesine ve ülkenin bütün şehirlerine yayılmasına yol açacaktı.
Ali Abdullah Salih, 2000’lerin başında Suudi Arabistan’la arasını düzeltince, bu defa yeniden Hûsîlere cephe aldı. Kısa bir süre sonra, artık neredeyse iç savaş boyutuna varan bir çatışmalar silsilesi Yemen’i esir alacak, nihayet 10 Eylül 2004’te Hüseyin Bedreddin el Hûsî, Ali Abdullah Salih güçlerinin düzenlediği bir operasyonda öldürülecekti.
“Arap Baharı” adı verilen bölgesel türbülansın etkileri, 2011 sonlarına doğru Yemen’e ulaştığında, Ali Abdullah Salih yönetimi birçok cephede tükenmiş durumdaydı. Nihayet, Suudi Arabistan’ın başını çektiği Körfez inisiyatifinin baskısıyla, Salih iktidarını yardımcısı Abdurabbi Mansur Hâdî’ye bırakmak zorunda kaldı. Koltuğunu kaybeden ancak Yemen ordusu içinde hâlâ çok ciddi bir gücü bulunan Salih, kısa bir bocalamanın ardından, keskin bir dönüş yaparak İran destekli Hûsîlerle masaya oturdu. Hûsîlerin kuzeyden güneye doğru ilerleyişleri ve 2014 itibariyle başkent Sanaa’yı kuşatabilmeleri, bu ittifak sayesinde mümkün oldu. Salih’e bağlı birliklerin desteğiyle, Hûsîlerin 2015 başında Sanaa’yı ele geçirmeleri ve hükümeti devirmeleri, ülkenin içine yuvarlandığı kaosun da başlangıç noktasını teşkil etti. Suudi Arabistan ve onu destekleyen ülkelerin bu tarihten sonra başlattığı bombardımanlar ve abluka, Yemenli sivillerin ve çocukların ana kurbana dönüştüğü mevcut trajediyi ortaya çıkardı.
Ali Abdullah Salih, koltuğunu yeniden ele geçirmek uğruna el sıkıştığı eski düşmanı Hûsîler tarafından, 4 Aralık 2017’de öldürüldü. Hûsîler, Salih’in kendilerine karşı bir komplo hazırlığı içinde olduğu için cezalandırıldığını açıkladı. Anlaşıldığı kadarıyla, siyasi kariyeri ip üstünde cambazlıkla geçen Salih, son şovunu sergilerken ipten düşmüştü.
***
Zeydîlik, Hz. Hüseyin’in torunu Zeyd bin Ali’ye nispet edilen bir Şia fırkası. Diğer Şiî akımların aksine, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in hilâfetini meşru kabul eden Zeydîler, asırlar boyunca Yemen’de Sünnîlerle iç içe ve kardeşçe yaşadılar. Yemenli Şâfiîlerle Zeydîler, aynı camilerde yan yana namaz kıldılar, herhangi bir dinî sorun yaşamadılar. Osmanlı asırları boyunca da, geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğine kadar da bu durum değişmedi. 1979’da İran’da Şiîliği yaymayı dış politikasının eksenine oturtan mezhepçi bir ulus devlet mantığı iktidara gelince, bu durumun tesirleri Yemen’de de kendisini hissettirdi. Hûsîlik hareketi, bu anlamda ayrıntılı bir biçimde incelenmeyi hak eden sosyolojik ve dinî bir dönüşümü ve değişimi simgeliyor.
***
Günümüzde Yemen’de şahit olduğumuz insanî dram, İran ve Suudi Arabistan’ın zavallı Yemen halkının kanı ve canı üzerinde verdiği acımasız bir iktidar savaşı. On binlerce çocuğun göz göre göre açlıktan ölmesi pahasına sürdürülen bu vahşi kavga, iki şekilde sona erebilir:
1) İran ve/veya Suudi Arabistan, Yemen’de yönetimi ele geçirme hedeflerinden vazgeçerler ve geri çekilirler,
2) İslâm dünyası duruma müdahale ederek, savaşı sona erdirir ve taraflar arasında sulhu sağlayarak masum halkı bu tepişmenin içinden çekip çıkarır.
Maalesef, her iki ihtimal de gerçekleşecek gibi değil şu anda. İran, -tıpkı Suriye’de olduğu gibi- nüfuz alanını kaybetmek istemez. Suudi Arabistan da, güney sınırını İran’a kaptırmamak için insanî dramlara kulaklarını tıkayarak ablukayı ve bombardımanı sürdürür. İkinci ihtimalse, başka birçok krizde de gördüğümüz gibi, daha uçuk bir seçenek. “Bir İslâm dünyası var mı ki?” sorusunu da akıllara getiren…
Yemenli yavruların o masum ve çaresiz bakışları, Müslümanlar olarak hepimiz için utanç kaynağıdır. Durum tespitini doğru yapmaktan başlayarak, herkesin kendi sorumluluk alanında harekete geçmesi gerekiyor. Sloganlardan ve hamasetten uzaklaşarak…