İran ve Kutsallıklar Savaşı

Velayet-i Fakih rejiminin şüpheli yayılmacı projesi, Suriye’de Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin kızı Seyyide Zeynep’in türbesini koruma çağrısıyla başladı ve bunu o bölgeye askeri güç gönderimi izledi. Bugün sıra Irak’a geldi.

Seyyid Muhammed Ali Hüseyni (Lübnan'daki Arap-İslam Meclisi Genel Sekreteri)

İran’daki Velayet-i Fakih rejimi liderleri ve yetkililerinin, kendi tabirleriyle Irak’taki dini kutsallıkları ‘İslam Devleti’ örgütü IŞİD’in muhtemel saldırılarından korumaya odaklanan çeşitli açıklamaları bir süredir kulağımıza geliyor.

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Irak’ın Kerbela, Necef, Bağdat ve Samarra kentlerindeki kutsal mekânların kırmızı çizgileri olduğunu vurguladı. Onu, Savunma Bakanı Hüseyin Dehkan’ın benzer açıklaması izledi. Dehkan, İran’ın kutsal mekânları korumak için hiç kimseden izin almadan Irak’a karadan ve havadan müdahale edeceğinin altını çizdi.

İran rejimi liderleri ve yetkililerinin Irak’taki dini kutsal mekânları koruma şevki ve gayreti (oldukça hassas ve tehlikeli şartlar ve olayların hazmı içinde) bir anda sürpriz şekilde arttı. Bu yaklaşımı Irak’ın 2006 yılında içinden geçtiği şartlarla karşılaştırmak mümkün. Şöyle ki, o dönem İran'ın bölgedeki rolü ve nüfuzu sınırlanma ve küçülme tehdidiyle karşı karşıyaydı. Bu sırada, Irak’ın Samarra kentinde (İmam Hadi ve İmam Hasan Askeri’nin kabirlerinin bulunduğu) Şiiler için kutsal sayılan Askeriye türbesinde beklenmedik bir patlama olmuş ve bu patlamayı Irak’ın boğulduğu kanlı mezhepçi çatışmalar ve olaylar izlemişti.

Ancak ne tesadüftür ki, o dönemde Irak’ta Amerikan güçlerinin komutanlığını yürüten General George Casey, İran rejimini saldırıya karışmakla suçlamıştı. Bu suçlama pek de şaşırtıcı değildi. Zira İran Devrim Muhafızları komutanlarından Ekber Genci de daha önce dikkat çekici bir itirafta bulunmuştu. Genci, Haziran 1994’te Meşhed kentinde İmam Rıza türbesindeki patlamada İran istihbaratının parmağı olduğunu açıklamıştı.

İran Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney, Meşhed’teki patlamanın üzerinden bir saat geçmeden olaydan Halkın Mücahitleri Örgütü'nü sorumlu tutmuştu. Velayet-i Fakih rejiminin medyası da Halkın Mücahitleri Örgütü'nden olduğunu ve eylemi gerçekleştirdiğini iddia ettikleri kişinin görüntülerini yayınlamıştı. Genci’nin itirafı önemli bir gerçeği ortaya koyuyor. O da bu rejimin hedefine ulaşmak için her türlü araca veya yönteme başvurduğudur.

İran’daki Velayet-i Fakih rejiminin, din veya mezhep faktörünü bazı hedefleri gerçekleştirmek için kullanma çabası, bünyesinde birçok soru işareti ve belirsizlik barındıran bir çabadır. Bizler kendi açımızdan kutsallıkları koruma iddiasını bu yalancı rejimin sonu gelmez uydurmalarından bir yenisi olarak görüyoruz. Zira bu, doğru kabul edilecek olursa Yahudilerin mesela Medine’de (eski adıyla Yesrib), Hayber Kalesi ve başka yerlerdeki kendi kutsal mekânlarını geri almaları ve korumaları için Suudi Arabistan’a karşı savaş açması daha evla olur.

Keza bu mantık Yahudilerin Babil ve Nebi Hazkil (Uzeyr) makamına ulaşmak için Irak’la savaşma hakkını meşrulaştırır. Aynı durum Yahudilerin Mısır ve hatta İran’daki kutsallıkları ve kutsal mekânları için de geçerli. Liste bu doğrultuda uzayıp gider. Budistlerin kutsallıklarından geriye kalanları korumak için Afganistan’a savaş açma hakkı olması gibi...

Hıristiyanların ve başka din mensuplarının benzer yöndeki taleplerini bir kenara koyacak olursak bir başka ülkeye (kutsallıkları ve dini değerleri korumakla uzaktan veya yakından hiçbir ilgisi olmayan bir amaç uğruna) müdahalede bulunmak için bu türden bir etkeni veya motivasyonu gerekçe göstermek doğru mudur? Bu gerekçe dini kutsallıkları korumaktan çok siyasi hedeflerle ilişkilidir.

Şimdi soruyoruz: Sürpriz şekilde bir anda yükselen bu dini şevk ve gayret, ABD ordusu Kerbela, Necef ve bu iki şehirdeki hepimizin bildiği temiz imamların kabir ve türbelerini bombaladığı günlerde neredeydi? Niçin, Velayet-i Fakih rejimi bu kutsallıkları korumak için kutsal bir kampanya başlatmadı? Burada İslam dünyasının ve özellikle de Arapların dikkatini şu noktaya çekmek istiyorum: Velayet-i Fakih rejimi o vakitler daha çok Irak’ı işgali sırasında Amerikalıların ‘Ebrehe’sini (M.S. 500’lü yıllarda Kâbe’yi yıkmak için ordusunu harekete geçiren Habeşistan Krallığına bağlı Yemen’in Hıristiyan valisi) andırıyordu. İran rejimi işgalin tamamlanması için Amerikalılara her türlü bilgi ve kolaylığı sağlıyordu.

Velayet-i Fakih rejiminin şüpheli yayılmacı projesi, Arap ülkelerimizi işgal etme amacı taşımaktadır. Bu proje, Suriye’de Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin kızı Seyyide Zeynep’in türbesini koruma çağrısı planıyla başladı ve bunu o bölgeye askeri güç gönderimi izledi. Aynı durum Lübnan’da İmam Hüseyin’in kızı Seyyid Hule’nin türbesi mevzusu için de geçerli. Bu plan bu ülkelerde İran’ın nüfuz merkezleri ve bölgeleri inşa etmesine yol açtı.

Bugün sıra Irak’a geldi. İranlıların nüfuzuna boyun eğen Irak hükümetini, 'Atebe'leri (Necef, Kerbela, Kâzimiye, Samarra’daki kutsal yerler) ziyaret etme maksadıyla 4 milyon İranlının ülkeye girmesi için sınırları açmaya mecbur bıraktılar. Kim bilir belki yarın ‘kutsallıkları koruma suçu’ adı altında sıra Yemen’e ve ardından Suudi Arabistan’a gelecektir. Bu rejimi aklıselime götürecek ve sınırını belirleyecek bir tutum ortaya konmadıkça böyle devam edip gidecektir. 

Al Jazeera

Yorum Analiz Haberleri

Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...