İran sinemasında değişen bir şey yok: Ağlaklığa devam!

Mecid Mecidi’nin Cins Dergisi’ne verdiği röportaj değişik enstantaneler barındırıyor.

Abdurrahman Güner / HAKSÖZ HABER

İran sinemasının en gözde yönetmenlerinden Mecidi, Türkiye’de de yakından takip edilen bir isim. Aynı zamanda İran’daki rejimin son derece önemsediği sinemacılardan birisi olan Mecidi en son Hz. Muhammed’in hayatı hakkında çektiği filmle tartışmaların odağına yerleşmişti.

Bizce oldukça vasat bir film olan Muhammed: Allah'ın Elçisi isimli yapım, Allah Resulü’nün suretinin -bir kısmının- gösterilmesi ve sesinin duyulması üzerinden yoğun tartışmalara konu olmuştu. Filmin Müslümanların bu hassasiyetini yok sayması tepki almasını da anlaşılabilir hale getiriyor. Ancak rahatsız edici bu noktaları görmezden gelsek bile film son peygamber Hz. Muhammed’den ziyade batıdaki İsa Mesih anlatısını karşılayan bir hüviyete sahip. Bizzat Ali Hamaney’in film setine gelerek desteğini gösterdiği yapım hakkında Mecidi, “İran’daki Ezilenler Vakfı isimli bir oluşumun filmi desteklediğini” iddia ediyor. Bize kalırsa film batı dünyasına mistik, heretik Şii İslam’ının peygamberini göstermek için onların anlayabileceği dilden çekilmiş bir yapım olmanın ötesine geçememiş.

Mecidi’de Cins Dergisi’ne verdiği röportajda “batıya kendisini anlatma hassasiyetini” sıkça vurgulamış. Hatta bu uğurda utanmadan Mustafa Akkad’ın Çağrı filmini bile fütursuzca eleştirmekten geri durmamış. “Çağrı, aslında bir şiddet filmi. Yani İslam’a zarar verebilecek bir film olarak algılanabilir Batı’da. Çünkü sadece savaşları göstermiş.” Çağrı’nın batılılar için olanı eğip bükmeden anlatmasından rahatsız olan Mecidi, mevzuyu anlamadığını da göstermiş oluyor. Asıl şaşırtıcı olan bir sinemacı için çok üzücü diyebileceğimiz şu tespitte saklı: “Filmin esas kahramanı görünmediği vakit bu bir sinema değildir. Yahut bir cümle söylemiyor, bir şey konuşmuyor…” Görüntü ifşa kültürünün anlatım aracıdır. Sinemaya getirilebilecek en temel eleştirilerden birisi buradan geliyor. Akkad’ın filminde eleştirilecek hususlar muhakkak vardır ama belki de en son eleştirilecek husus Mecidi’nin bahsettiği noktadır. Bir filmi ana kahramanı hiç göstermeden eksiksiz bir şekilde anlatmak büyük bir başarıdır. Sinemanın özünde taşıdığı –az evvel bahsettiğimiz- handikabı aşmaya yönelik önemli bir adımdır ayrıca. Göstermeden anlatmaya çalışmak bize kalırsa büyük yönetmenlerin de temelde inşa etmeye çalıştıkları sinema dilidir. Akkad’ın böyle bir yönetmen olduğunu söylemek belki iddialı bir söz olur. Ancak ortaya koyduğu çabayı “şiddet filmi” diye tahfif etmek aymazlıktır! Röportajın genelinde Mecidi’nin gergin havası da belki yaptığı bu hatadan geliyor. İfade etmeye çalıştığı şeyin filmografisi düşünüldüğü vakit büyük tenakuz ortaya çıkarttığı kendisini takip eden herkesin malumu…

Netice olarak Mecidi’nin verdiği röportaj tıpkı filmleri gibi "ağlak" olmanın ötesine geçmiyor. En iyisi Çağrı’yı baştan sona bir kere daha izlemek…

Ek: Yaptığımız araştırmalar sonucunda Mecidi'nin 'Ezilenler Vakfı' olarak bahsettiği oluşumun rejim ile yakından irtibatlı olduğunu fark ettik. İran'da milli servetin yüzde 60'ı 4 kurumun elinde: İmam İcra Komutanlığı, İmam Rıza Türbesi Vakfı, Hatemul Enbiya Yapı Karargahı ve Mustazaflar Vakfı. Ezilenler olarak ifade edilen Mustazaflar Vakfı, İran rejiminin milli geliri elinde tutan en önemli oluşumlarından. Mecidi'nin saklamaya çalıştığı ilişki de burada yatıyor... 

Röportajı ilginize sunuyoruz:

Mustafa Akkad’a burun kıvıran İranlı yönetmen Mecidi: Çağrı güçlü bir film değil!

Kaynakları, Peygamberin siluetinin gösterilmesi ve Hollywood’un anlatım imkânlarıyla çekilmesi gibi tartışmaların tam ortasında kalan Hz. Muhammed filminin yönetmeni Mecidi’nin Türkiye’ye geldiğini öğrenince, filmini konuşmak için kendisiyle buluştuk. Ne söyleyeceğini merak ettiğimiz pek çok soru vardı. Fakat söyleşi, Mecidi’nin ‘artık yeter’ demesiyle tahmin ettiğimizden daha kısa sürdü. Bazı sorularımıza cevap alamasak da gösterimden önce “Çağrı’yı aşacak” dediği filminin Çağrı filmiyle kıyaslanmasından oldukça şikâyetçi Mecidi. “Çağrı’nın bir şiddet filmi’ olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmesi ve kendi filmine bakmadan ‘Çağrı, güçlü bir film değil’ demesi elbette sadece hayal kırıklığı olmadı bizim için. Karşımızda o büyük filmlerin yönetmeni değil, hümanist bir evrensel sinemacı vardı. Üzücüydü.

Yusuf Genç / Cins Dergisi

Filmin vizyona girdiği ay, aslında tesadüf oldu, ‘Baran’ filminizin meşhur bir sahnesini CİNS’te kapak yapmıştık. Filme eleştirel yaklaşan bazı dostlarımız “Biz Mecidi’yi aslında böyle hatırlamak istiyoruz” dediler. ‘Mecidi kendi sinemasının dışına çıktı’, ‘Hollywood’a heves etti’ diye yorumlar yapıldı malum. Ne dersiniz?

Kabul edersiniz ki her filmin kendine ait bir biçimi var. Ve biçim gereği de ona uygun teknik, dil üretmek gerekiyor. Tabi ki eski filmlerimin dünyası benim en büyük dünyam. Ben her zaman bu tarz filmleri yapmak istiyorum ve yapacağım. Ancak konu Peygamber Efendimiz olunca ve tarihi sahneleri canlandırma meselesi ortaya çıkınca ister istemez o filmlerimde olan sade ve tertemiz dünyayı terk edip daha evrensel ve bütün insanlara ulaşacak bir film oluşturmak gerekiyordu. Örneğin; siz Ebabil sahnesini eski filmlerin diliyle nasıl yapmayı düşünüyorsunuz? Yahut Mekke’yi gösterecekseniz o kalabalıkları kullanmadan, o büyük prodüksiyonların imkânlarını kullanmadan nasıl yapabilirsiniz ki? İster istemez böyle bir dünyanın içindesiniz. Onun dili ve teknikleri sizi bazı şeyleri yapmaya mecbur kılıyor. Yine de o insanı ve özel olan çocuk dünyasını vermeye çalıştım bu filmde de.

Zaten Mecidi sinemasını bilen kiminle konuştuysak herkes, Peygamber’in hırkasının dikene takıldığı o büyük sahneden bahsetti. Herkesin beklentisi biraz o yöndeydi. Kendi dünyasının imkânlarıyla anlatır mı, anlatabilir mi… Biraz tartışmaya açılan tarafları konuşmak istiyorum aslında. Akla takılanlardan biri de şu. Filmde Ebrehe, kendi diliyle konuşuyor fakat Ebu Talip kendi diliyle konuşmuyor. Oldukça ilginç bir şey bu. Nedir buradaki mesaj?

Sonuçta bir film yapıyoruz. Filmde iyi oyuncularla çalışmak gerektiği için, filmdeki iletişimin iyi olabilmesi için Farsça konuşan oyuncularla çalışmam gerekirdi. Ancak böyle ilerleyebilirdim. Bu filmin dili haliyle Farsça ama bu dublaj imkânını ortadan kaldırmıyor. Şu an Arapça olarak Irak’ta gösterimde mesela. Türkiye’de de Türkçe olarak… Başka ülkelerde de kendi dillerinde dublaj yapıldı.

Aslında bunu sormamıştım ama cevap vermediniz, geçeyim madem. Filmin afişiyle ilgili de ilk gördüğüm andan itibaren kafama takılan bir şey var. Michelangelo’ın St. Pieta heykelinin aynısı afiş. Malum heykelde, İsa çarmıhtan indirildiği zaman Hz. Meryem’in kucağındadır ve ölmüştür. Sizin filminizin afişinde de Peygamber yeni doğmuştur ve Hz. Amine’nin kucağındadır. Bilinçli bir tercih miydi bu? Bir devamlılık vurgusu mu var burada?

Bütün peygamberler birbirinin devamıdırlar. Hepsi de birbirinin risaletini tamamlamak için gelmişlerdir. Birinin diğerinden çok farkı yoktur aslında. Hepsi ortak olarak tehvid inancını ve Allah’a kulluğu yaymak için geldiler. Tabi ki her peygamber biriciktir. Kendi özelinde değerlendirilir ama sonuçta birbirine yakın olan benzerlikleri vardı. Ama esas mevzu sinemayla ilgili konuştuğumuzda bizim herhangi bir referansımız yok.

Görsellik anlamında mı söylüyorsunuz bunu?

Evet. Çünkü İslam dünyasında daha önceden bu konularla ilgili, özellikle iki veya üç boyutlu resim ya da heykel gibi sanatlarla ilgili kaynak hiç olmadı. İster istemez alacağımız referans yahut aklımızda olan ve bizi etkileyen görseller batı dünyasının görselleri… Biz başka bir yere kaçmak istesek bile zihnimiz mutlaka onlardan birine tekabül edecektir. Dolayısıyla bizim kendi referanslarımızın oluşabilmesi için bu yolların açılıp, bu konularla ilgili filmlerin yapılması gerekiyor. Tabi ki özellikle Hz. İsa’ya benzetme ve onu hatırlatma gibi bir kastımız yok. Sonuçta bütün peygamberlerin o ortak çağrısını perdeye aktarmak da bizim gayelerimizden bir tanesiydi.

Şunu ayrıca belirtmek istiyorum. Bu filmin çekimleriyle ilgili çok fazla coğrafya ve mekâna gitmemiz gerekiyordu. Peygamber Efendimiz Mekke’de doğuyor, sonra sütannesi Halime’ye veriliyor. O gittiği köyle ilgili veya annesinin vefat ettiği Medine’yle ilgili yola çıktığımızda tarihi gerçekliğe uygun hiçbir mekân bulamıyoruz. Çünkü sanata karşı olan zihniyet bütün bunları yok etmiş. Hâlbuki Batı, İsa ve Musa peygamberlerle ilgili, Peygamber Efendimizden çok önce yaşamalarına rağmen, onlarla ilgili bir şeyleri korumuş, yeniden yapmış, hatta onları bütün eserlerine konu etmeye çalışmış. Bizim ise gidebileceğimiz tek bir mekân dahi yok. Peygamber Efendimizin evi yok. Kâbe’nin etrafıyla ilgili var olan durumları görüyorsunuz. Hiçbir referans, coğrafi bir mekân dahi yok. Yani İslam tarihi ile ilgili o kadar büyük bir yağma yapılmış ki var olamasın diye, ondan istifade edilmesin diye ellerinden gelen her şeyi yapmışlar.

Fiziksel mekân konusunda kısmen katılabilirim size. Ancak o bahsettiğiniz referanslara ilişkin ıskaladığınız şeyler var, hem Itri besteleri var mesela hem de Osmanlı’da ve İran’da yapılan minyatürler…

Osmanlı’daki minyatürleri ve resimleri inceledim ama bunlar biraz daha bu coğrafyayla ilgili bir şeydi. Bütün İslam coğrafyasını kapsayan bir şey değildi. Müzik hususunda Çağrı’daki müzik de aslında bir doğu eseri değildi. Batılıların yaptığı bir besteydi. Biz kendi filmimizde, Peygamber efendimizin gözüktüğü sahnelerde ut ve Arap sazını kullandık. Bu yeni bir müzikti ve temel amacımız da evrensel bir ses yakalamaktı. Onu filmin biçimine ve dokusuna uygun hale getirmek istedik. O yüzden böyle bir müzik elde ettik mesela.

Bunu nasıl söylersiniz? Itri’nin müziğinin evrenselliği, bu anlamda tartışma götürmez. Bütün dünyayı kapsıyor. Bayram namazlarında okunan tekbirleri düşünün…

Aslında biz Itri’nin tekbirini, müziğimizi yapan sanatçımıza ilettik. O da müziği dinledi ve çok beğendi fakat aynısını kullanmak istemedi sonuçta. Ona yakın, ondan ilham alarak salavatı besteledi.

Bir başka soruya geçeyim hızlıca. Şimdi kaçınılmaz olarak Mustafa Akkad’ın Çağrı filmiyle karşılaştırılacaktı filminiz, haliyle öyle de oldu. Örümcek sahnesi dışında ki o da çok kapalı ve dolaylıdır, Çağrı’da hiç mucize yoktur. Mecidi’nin filminde baştan aşağı demesek bile çok yoğun bir mucize kullanımı var. Bu özel tercihin belirleyeni nedir?

Filmde mucize yok. Deniz ve balıklar dışında nerede mucize var?

Süt annesini iyileştiriyor...

Başka söyle…

Üç tane oldu işte. Onun dışında şu anda aklıma gelmiyor ama bir beş tane daha sayabilirim.

Tamam say o zaman. Söyle bana mucizeleri.

Bulut sahnesi bir. Deniz sahnesi… Süt annesini iyileştirme… Kız çocuğunun gömülmesi sahnesi belki…

Kız çocuğu sahnesi mucize sayılmaz, engelliyor onu sadece.

Tamam peki. Şu var; Süt anneye verildikten sonra o kasabanın bereketlenmesi, canlanması var. Bakın mucizeye karşı olduğum için söylemiyorum bunları. Kullanım çokluğunun ve bu tercihin nedenlerini merak ediyorum.

İlk olarak mucizeye karşı biri değilim. Neden peygamber efendimiz, İsa ve Musa gibi mucize yapabiliyor olmasın, gösterebiliyor olmasın. Neden buna karşıyız? Şunu söylemek isterim. Bütün peygamberlerin Allah’ın izniyle, takdiriyle bir mucize gösterme, yapma imkânları var ve yapmışlardır da. Ama bunlar zamanın şartlarına bağlı olarak değişmiştir. Toplumsal, iktisadi şartlarına göre ve aynı zamanda yaygın olan geleneğe göre değişmiştir bu. Hz. Musa zamanında büyü ve sihir tapınılabilecek en büyük güç olduğu için Allah bunları batıl kılmak için büyüden daha büyük bir mucize göstermiştir ve onların bütün büyülerini sihirbazların büyülerini ortadan kaldırmıştır.

Hz. İsa zamanında insanlar inkâr ettikleri için özellikle Allah’ın gücünün, yani bir kadının, bir Meryem’i erkek olmadan “ol” demesiyle bir insanı var edebileceğini kabul etmedikleri için yeni doğan bebeğe konuşma mucizesi veriyor ve başka mucizeler de veriyor Hz. İsa’ya. Peygamber Efendimize geldiğimizde ise orada ahlak tamamıyla ortadan kalkmış ve buna uygun olarak o toplumun anlayışını değiştirebilecek potansiyelde mucizeler vermiştir ki en büyük mucizesi Kur’an-ı Kerim’dir.

Tamam işte, filmde ortadan kalkan ahlaka vurgu yapan bir mucize kullanılmamış ama. Başka mucize örnekleri tercih edilmiş…

Şimdi ben sana şunu açıklamak istiyorum. Sence Yasin Suresi niçin indirildi? Onu mesela sana tefsir etmek istiyorum. Şimdi o Halime annenin olayını izah etmek gerekirse, o aslında bir yorumdur. Benim çıkardığım bir yorumdur. Eğer insanı diriltebiliyor olsaydı kendi annesini diriltirdi. Orada putlarla ilgili bir karşı çıkış var. Şirk ve üzerinden putlarla ilgili o adamın yaptığına karşı bir duruş var. Onu yaptığı için de benim yorumum olarak şirkten kurtulduğu için, o tevhidin açtığı huzur ortamı içinde iyileşiyor. Yoksa bir mucize olarak değil. Yine aynı zamanda deniz hadisesine baktığımız zamanda ise ontolojik olarak peygamberin varlığının bir nişanesi olarak onu yorumlamaya çalıştım. Çünkü orada peygamberin sadece insanlara, beşeriyete inemediği bütün âlemlere rahmet olduğunu bir işaret olarak, denizleri de aynı zamanda onun bir nişanesi olarak göstermeye çalıştım. Denizlerin de peygamberi, balıkların da peygamberi ve yine orada kurban edilen o çocukları kurtardığı için bunlar bereket olarak kendilerini ortaya koyuyor. Bunlar benim yorumlarım daha çok.

Yine bir başka tartışmalı başlığı sorayım. Peygamberin yüzünün, suretinin, siluetinin gösterilmesi… O sahneleri sinema açısından özellikle iyi izledim, göstermeden de anlatabilirdiniz...

Yasin kaldı onu bitirelim…

Bitirin madem...

Yasin Suresi’nde bir ayet var. “Biz onların önlerine ve arkalarına bir set çektik. Artık onlar göremezler tamamıyla kördüler.” Bu ayet tamamıyla bu mucize üzerine gelmiştir. Hicret’ten önceki bir mucize üzerine inmiştir. Hz. Ali onun yatağında yatıyor ve müşrikler bütün kavimlerden bir katil seçiyorlar. Ve hepsi geliyor Hz. Muhammedin evine. Biz peygamberi Kâbe’de gördük evde değil. Peygamber onların gözleri önünde, onların gözlerine toprak serperek gidiyor. Bu bir mucize ve Kur’an’da böyle mucizeler var.

Bakın, tekrar söyleyeyim, yanlış anlaşılmak istemem. Mucizeleri reddediyor değilim. Sadece peygamberi anlatırken mucizeyi bir araç olarak kullanma meselesinde Mustafa Akkad bunu bir tercih olarak görmemişti. Ama siz görmüşsünüz, onu söylüyorum. Bundan Hıristiyani bir şey çıkar mı ortaya diye bir endişe belki…

Mustafa Akkad filminin istatistiksel rakamlarını ben tam olarak veremem ama Avrupa dünyası için, Batılılar için aslında hiçbir karşılığı olmadığını düşünüyorum. Yani, Batılılar İslam dünyası kadar bu filmi sevmediler aslında. Filmi eleştirmek istemiyorum ama Mustafa Akkad’ın bakışının batıda bir başarıya ulaştığını düşünmüyorum.

Çok şaşırdım şu an...

Çünkü dışarıda yabancılarla da görüştüm. Filmin esas kahramanı görünmediği vakit bu bir sinema değildir. Yahut bir cümle söylemiyor, bir şey konuşmuyor ve 40 yıl önce olduğu için hiçbir mucizeye yaklaşamıyor. Çünkü her türlü problemi yaşayacağını biliyor. Bu açıdan onun güçlü bir film olduğunu söyleyemeyiz. Sadece İslam dünyasında karşılık buldu ve sevildi.

Bu bir fikirdir. Sizin fikriniz, buna bir şey diyemem sonuçta. Uzatmayalım, epey yoruldum bugün. Son bir soru daha olsun… Fakat şunu da söyleyeyim; Çağrı, aslında bir şiddet filmi. Yani İslam’a zarar verebilecek bir film olarak algılanabilir Batı’da. Çünkü sadece savaşları göstermiş.

Ben de şöyle söyleyeyim; bu bir fikirdir, sizin fikriniz. Ancak itiraz etmezsem Çağrı’ya haksızlık olur. Savaşlar sonrası kölelere gösterilen muamele, Mekke’nin fethi sonrası herkesin affedilmesi gibi sahneler itibariyle aslında İslam’ın merhamet boyutunu gayet iyi yansıtıyor Çağrı…

Sorunuzu sorun...

Tamam, sinemaya dönelim. İki soru daha olsun en azından. Birincisi Suriye meselesi, daha önceki söyleşilerinizde ‘Suriye ile ilgili bir proje düşünüyorum’ demiştiniz. O ne aşamadadır? İkincisi, bugün dünyanın en önemli meselelerinden biri olan Suriye meselesi ile ilgili İran sinemasında -ki büyük ve güçlü bir sinema- bir çalışma göremedik. Bu konuda ne söylersiniz?

Araştırmalarımız devam ediyor. Çünkü benim için de çocuklar çok fazla önemli. Çünkü bütün savaşlarda en çok zarar gören varlıklar çocuklar ve geleceğin nesli aslında. Bu konuyla ilgili mutlaka bir şeyler yapmamız lazım. Suriye’de tekrar bazı araştırmalar yapmamız gerekiyordu ama ortam tekrar karıştı ve zorlaştı. Oraya gidip araştırma yapamıyoruz maalesef. Ama çalışmalarımız devam ediyor. Sadece araştırma kısmı biraz durdu fakat bu konu ile ilgili bir film yapmayı düşünüyorum. İran’da bazı belgeseller yapıldı bu konuyla ilgili ama büyük filmler yapılmadı evet.

Yoğun eleştiriler aldı filminiz, takip ettiniz mi eleştirileri?

Yeni film projem için Hindistan’da çalışmalarda bulunduğum için bütün eleştirileri tek tek okuyamadım. Genel olarak bana söylenenlerden anladığım iki grup eleştiri var. Bunlardan biri sanatı merkeze alarak, filmi daha çok sinema tekniği ve değeriyle eleştiriyor, bu konuda değerlendiriyor. Filmi özellikle siyasi olarak değerlendirmeye alan diğer grup ise alt metine bakarak başka yorumlara ve başka sonuçlara gitmek istediler. Benim arzu ettiğim filmi, film özelliğiyle anlamaya çalışmak ve o çerçeveden değerlendirmek.

Yanlış hatırlamıyorsam filmin 2. ve 3.’sünü çekeceğim demiştiniz...

Tabi ki biz platoyu hazırlarken başka filmlerin de yapılması hedefledik. Ancak şu an için o konuda bir plan ve programım yok. Mekke platosu bütün Müslüman sinemacılara açık ve onların yeni filmler yapmasını bekliyor ve istiyoruz.

Türkiye’de, Peygamber’in konuşma sahnelerinde ses yok, altyazı vardı. Diğer ülkelerde sesin kullanıldığı söyleniyordu…

Diğer ülkelerde sesi var ama Türkiye’deki ilgililer sesin olmaması gerektiğini düşündükleri için koymadık.

Bu proje filmi miydi? İran destekledi mi filminizi yoksa sizin kendi filminiz miydi?

İran’da Ezilenler Vakfı diye bir vakıf var. Bu vakfın bütçesiyle çekildi Hz. Muhammed

Kaynak: CİNS

Kültür Sanat Haberleri

Bilgi, inanç ve eyleme yönelik bir ömür çaba: Sezai Karakoç
Genç Birikim dergisinin Kasım 2024 sayısı çıktı
Umran dergisinin 363. sayısı çıktı!
Dava ahlakına sahip bir Müslüman: Sezai Karakoç
Genç Birikim dergisinin Ekim 2024 (268'inci) sayısı çıktı