"İran çok kötü gidiyor ve en vahimi 'İslam devrimi' hassasiyetiyle hiç bağdaşmayacak bir yolda gidiyor. Şiilik ve Fars milliyetçiliğinin iç içe geçtiği bir stratejik çizgide görünüyor İran. İslam coğrafyasında Şiilik nüfuzuna oynuyor."
Aksiyon Dergisi'ndeki "İran'ı yazmak" başlıklı köşesine bu sözlerle başlamış Ahmet Taşgetiren. Bu düşüncelere katılır veya katılmazsınız ama açık sözlülüğü ve cesaretinden dolayı Ahmet Ağabey'i tebrik etmeli. Çünkü şayet alkışlamayacaksanız, bu ülkede İran'ı yazmak kolay değildir. Bindirilmiş kıtalar hemen harekete geçer. Ne dininiz kalır; ne Müslümanlığınız. Bir anda Amerikan ya da İsrail ajanı ilan ediliverirsiniz. İran'dan da tepki gelir de daha çok bizim vatandaşlardan. Ne yapsa İran'a toz kondurmayan bağlıları zaten hiç saymıyorum. Böyle durumlarda hep şu takılır kafama: Acaba ülkemizle ilgili bir eleştiriye karşı İran'da böyle 'Türkiyeci' bir zümre var mıdır?
Temelsiz bir eleştiri veya iftiranın tepki alması; hatta hakarete maruz kalması anlaşılabilir. Ama söz konusu ülke İran ise en insaflı eleştiriye de tahammül yoktur. Hatta yakın zamana kadar var olan nisbi özgürlük ortamında içerideki muhaliflerin yazıp çizdiklerini aktarmak bile düşmanca algılanır. Bu tepkilerle uğraşmak istemeyen birçoğu, ya aşırı diplomatik söyler eleştirilerini ya da sessiz kalmayı yeğler. Tabii, İran'ın başardığı İslam devrimine duyulan romantik ilgi; yıllardır süren ambargolardan kaynaklanan mağduriyete saygı; İsrail ve ABD gibi büyük/küçük şeytanlarla kavga havası da eleştirilerin önünü kesen faktörlerdir. Ağzını açanı bekleyen psikolojik taarruz bellidir: İran'ı eleştiriyorsan, İsrail ya da ABD hesabına çalışıyorsun demektir. Sanki hem İsrail ve ABD'nin hem İran'ın yanlışlarına aynı anda karşı çıkmak imkânsızdır.
Bu sütunu dikkatli takip edenlerin bileceği gibi, AK Parti hükümeti Libya'da halkını fare gibi görüp ordusuyla üzerine giden 'Sünni' Kaddafi'ye karşı tavır almakta gecikince, 5 Mart 2011 tarihli yazının başlığı şöyle olmuştu: "Türkiye, Kaddafi'nin yanında mı?" Belki bu eleştiri, hükümetin Libya siyasetinde halktan yana tavır almasına yardım eden mini damlalardan biri oldu. Aynı şekilde Suriye'deki rejim, ordusunu kendi halkının üzerine sürüp, 1990'larda Sırpların Boşnaklara yaptığından farksız bir zulme başlayınca, "Mavi Marmara Suriye'ye!" diyerek İslami görüşe sahip olanlar dahil Türkiye'nin olan bitene seyirci kalmamasını istemiştik. Ne Kaddafi'nin Sünniliği ne de Esed'in Şiiliği aklımıza geldi bunları yazarken.
Suriye'deki Baas rejimi halkına namluları çevirince, doğal olarak bütün Türkiye ve İslam dünyası İran'dan da aynı tutarlılığı ve ahlaki tavrı bekledi. Ama başta İran'la ilişkilere büyük önem veren Erdoğan ve Davutoğlu olmak üzere hepimiz yanıldık. Çünkü İran rejimi, insani, ahlaki, İslami kaygıları unutup stratejik hesapla Baas'ın arkasında durmayı seçti. Ama bu büyük yanlışı eleştirenlere yapılacak suçlama belliydi: Amerikancılık. Aslında İran bu çelişkili tutumunun yansımasını şimdiden gördü Ortadoğu'da: İsrail'e meydan okuyan Ahmedinejad'ın veya Lübnan'da işgale direnen Nasrallah'ın isimleri Mısır'dan Suriye'ye her yerde bayraklaştırılırken, bu mezhepçi politikadan sonra bu sempati yere çakıldı.
'Arap Baharı' diye adlandırılan bölgedeki değişime İran resmî söyleminde 'İslami uyanış' diyor ama bölgedeki ilk İslami devrime imza atmış olmasına rağmen İran'ı model aldığını söyleyen tek kişinin olmaması tesadüf mü? Yazısında bu hususun altını çizen Taşgetiren'in şu can alıcı tespitine, bugün İran'da rejimi temsil edenlerin ne diyeceğini bilmiyoruz: "Ne garip, şu anda İran'ın Ermenistan'la ilişkileri Suudi Arabistan'la ilişkilerinden çok daha sıcak."
Geçen hafta Tahran'da iken izlediğim İran'ın uluslararası kanalı Press TV'nin tek haber bülteni bile izlenen siyasetin çarpıklığını anlamak için yeterli. İlk haber Bahreyn'den: "Suud destekli güvenlik güçlerinin kanlı baskınından sonra işten çıkarılan göstericilerin eylemi." İkinci haber, büyük petrol zenginliğine rağmen Suud'da artan işsizlik. Her gün 20-30 insanın öldüğü Suriye'deki gelişmeler üçüncü haber ama Şam'da Esed lehine yapılan gösteriler eşliğinde. Seçilen mesajlar ise şöyle: "Esed'in demokrasi programını destekliyoruz; Arap gözlemciler samimiyetsiz; yabancı komplolara karşıyız." Kullanılan kavramlar da anlamlı: Bahreyn için 'devrim, katliam, vahşet' diyen PressTV, Suriye'de olanlar için tercihi 'unrest' yani 'tedirginlik'.
Aslında ABD ve İsrail'in, İran ile karşılıklı oluşturduğu gerilim olmasa hiç kuşkusuz bu açmaz içeride daha net görülecek ve belki rejim Suriye, Irak gibi yerlerdeki tavrını değiştirecek. Ama nükleer gerilim; o olmazsa İsrail'le polemik asıl krizi şimdilik öteliyor. Tabii nereye kadar ötelenir, asıl mesele bu!
ZAMAN