Tamam İran’ın onda 8’i Şii (Sünni, gayrimüslim). Tabii ki bu Türkiye’nin %98’inin Müslüman olması gibi bir şey,
Din dışı bir hayat yaşayan hiçbir dine inanmayan birçok insan var.. Dine bağlılık Türkiye’den daha ileri değil.. Ve halkın büyük bir bölümü dine geleneksel olarak bağlı..
İranlıların ülke dışında çıktıklarında kıyafet ve yaşam tarzları da bunu açık bir şekilde göstermektedir..
Kaldı ki, Şia kendi içinde bir bütün değildir.. Mesela Türkiye Alevilerinin İran Şiası ile hiçbir paralelliği bulunmamaktadır. Suriye Şiası (Nuseyri) ile de aynı durum sözkonusudur. Hatta her iki grub ile ilgili olarak, Mesela Kum ve Rehberliğin Türkiye’deki Sünni geleneğe yakınlığı, Suriye Şiasına (Nuseyrilik, ki bir bölümü Türk Alevi geleneği içinde yer alır ve Hatay bölgesinde yaşarlar) Bunlara yakınlığından fazladır.. Bu gerçeği şöyle de görebiliriz: Suriye Şiasının Türkiye’deki Sünni geleneğe yakınlığı, İran’a ve İran Şiasına yakınlığından fazladır. Burada İran teolojik, Suriye sosyolojik açıdan Türkiye’ye yakınlık duymaktadır.. Ya da Yemen’deki Zeydilerin Sünnilere yakınlığı, hem teolojik ve hem de sosyolojik açıdan İran Şiasına ve ülkesine yakınlığından çok daha fazladır.
Eğer doğru okunursa Lübnan’daki Hizbullah için Türkiye’nin önemi İran’dan daha fazladır.. Mesela 86.600 km2’lik bir alana yayılan 10 milyon nüfuslu Azerbaycan Cumhuriyeti’nde halkın %90’ı Şia olmasına rağmen, toplumun %90’ı Türkiye’ye İran’dan çok daha yakındır..
Kaldı ki İran Şiası kendi içinde de bir bütün oluşturmaz. Irak Şiası ile hem teolojik ve hem de etnik açıdan birçok sorunu içinde taşır.. Irak Şiasını “Arap Şiası” olarak tanımlayacak olursak, bu hem İran içinde Huzistan ve Ahfaz’ı, hem de Kerbela’dan başlayarak Umman’a kadar uzayan coğrafyada etkisini gösterir.. Bahreyn’le sınırlı kalmaz, Suudi Arabistan’ın özellikle Necran bölgesinde de etkisini gösterir..
Şia kendi içinde dini, etnik, ideolojik ve politik farklı fraksiyonlara ayrışmıştır ve buna bir de sekülerleşme eklenmiştir..
Bugün Şia “ruhani konsey” dışında 12 İmam ve Mehdiyet inanışına kilitlenmiş bir kurtarıcı bekleyişine dönüşmüştür ve bu beklenti, eskiden olmayan nevzuhur tarikatlerin doğmasına sebeb olmuştur ki, Hüccetiye hareketi buna güzel bir örnektir..
Şia, hem politika ile bazen birlikte bazen muhalefet olarak varolmuştur ve dün Şaha karşı isyanın bayraktarlığını yapanlar, bugün İran hükümetinin kontrolüne girmiştir. Bütün bunlar, ister istemez dini kadroların ve bakış açılarının siyasi polemiklere alet edilmesine sebeb olmaktadır..
Bugün Kum, Rehberlik, Meclis, hükümet ve Bazar’dan oluşan iktidar erki kendi içinde bölünmeye ve çatışmaya başlamıştır..
Devrimin ruhunu temsil eden Kum bugün, tepedeki Ayetullahların Tahran’a gitmesi ve Rehberliğin, Meclis, hükümet ve devrim muafızları ile irtibatını sağlayan konseylerin üyesi olmakla kadrolu bürokratlara dönmeye başlamış ve Kum’un devlet ve devrim üzerindeki murakebesi ve icra kabiliyeti bu kişilere geçmiştir.. Kum bugün cami ve Hüseyniyeleri, medreseleri yöneten bir kuruma dönmüştür.. Bağımsız bir siyaset güdememektedir. Siyasetin kontrolüne girmiştir.. Mollalar siyasette hiyerarşik olarak roller üslenmişler ve iktidarla doğrudan ve dolaylı olarak mali tasarruflara girişmişlerdir..
Parlamento, dini, etnik, mezhebi, ideolojik ve politik fraksiyonların siyasi ve ideolojik tartışmalarına teslim olmuşa benzemektedir.. Hükümet, giderek Rehberlik ve Meclis denetiminin dışına çıkma çabasındadır. Hatta kendi meşruiyetine mehaz teşkil edecek ve dayanak olacak yeni bir dini akım örgütleme çabasındadır.. Devrim muhafızları ise muhafazakarlar ve yenilikçiler olarak geçmişle ilgili bir sorun olmasa da bundan sonraki hedefler ve yöntemler konusunda uzlaşmazlık içinde gözükmektedir..
İran’ın en büyük talihsizliklerinden biri, üniversite ve aydınların bağımsız olarak örgütlenip, kendi görüşlerini açıklamakla karşılaştıkları sorunlarla ilgilidir. Hâlâ ülkede serbest bir örgütlenme, düşünce ve ifade hürriyeti ile ilgili sorunlar yaşanmaktadır..
Aslında İran yönetimi İsrail, ABD ve Batı eksenli gerginlik politikaları ile, sorunları sürekli canlı tutarak, içeride daha otoriter, halk ve muhalefetten gizli siyasi ve mali operasyonlar gerçekleştirmektedir.. Bu konular da çok da teolojik kaygılar taşımamaktadır. Siyasi pragmatizmin ucu oportünizme kadar dayanmaktadır..Daha önce, Rafsanjani zamanında Almanya ile başlatılan, Rusya ve Çin’le devam ettirilen ilişkiler bu çerçevede meşrulaştırılmaktadır.. Türkiye ile ilişkiler teolojik ve siyasi ihtilaflardan çok, Türkiye’nin İslam dünyası ile gelişen ilişkilerinin sebeb olduğu bir kıskançlıkla ilgili olabilir mi diye de düşünmüyor değilim.. Türkiye modeli bir İslam dünyası, İran’ın stratejik hedefleri ile pek de örtüşmemektedir.. Bu konuyu bir de Mehdiyet konusu ile birlikte düşünürseniz, ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır. Selâm ve dua ile.
Not: Dünkü yazımda İran halklarının etnik kökenleri ile ilgili olarak tashih hatası sonucu farklı çıkan, İranilerin yüzdesini % 42, Azerilerin ise % 38 olarak düzeltiyorum.
YENİ AKİT