Taha Kılınç’ın (4 Ocak Cumartesi) Yeni Şafak’ta yayımlanan yazısı şöyle:
Mayınlı Yol
İranlı General Kâsım Süleymani’nin, Irak’ın başkenti Bağdat’ta dün (3 Ocak) ABD saldırısında hayatını kaybetmesi, doğal olarak bütün dünyanın konuştuğu bir hadise haline geldi. “Üçüncü Dünya Savaşı başlıyor” türünden iddialı yorumlar için neden erken olduğunu izah etme sadedinde, öncelikle “Kâsım Süleymani kimdi?” sorusuna cevap arayalım:
1998’den itibaren İran Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü’nün komutanlığını yürüten Kâsım Süleymani, özellikle ABD’nin Irak’ı işgaliyle birlikte önce bu ülkede, ardından da Lübnan ve Suriye’de etkinliğini artırmış bir isimdi. Ordu ve siyaset saflarına nüfuzdan sahada çarpışacak paramiliter güçleri eğitmeye, oldukça geniş bir yelpazede stratejik yeteneklerini sergileyen Süleymani, İran Dinî Lideri Ayetullah Ali Hamaney’in de yakın desteği sayesinde, ülkesinin “cephedeki yüzü” olmuştu. “Arap Baharı” adıyla anılan bölgesel türbülansın başlamasının ardından, muhaliflere yönelik savaşları bizzat organize eden Süleymani, bu çerçevede “DAEŞ heyulası”ndan da ustalıkla faydalanmış, “DAEŞ’le savaş”ın ön saflarına geçmişti. Batı medyasının ısrarlı yayınlarıyla Suriye ve Irak’taki “DAEŞ hedefleri” bombalanırken, o günlerin hiç değişmeyen pozunu hepimiz hatırlıyoruz: Önce, ABD’nin başını çektiği koalisyona ait savaş uçakları şehirlerin altını üstüne getiriyor; sonra da Kâsım Süleymani, binlerce sivile mezar olan yıkıntıların arasında gülümseyerek dolaşıp, zafer pozları veriyordu.
ABD’nin “düşman” Süleymani’yi o zamanlar neden yok etmediği düşünülebilir. Bu, tamamen Barack Obama döneminin İran politikasıyla ilgiliydi. Ortadoğu’da İran’a daha fazla alan açarak ve İran’ı “sistemin içine” çekerek bölgedeki ateşi düşürebileceğini hesaplayan Obama yönetimi, yolun sonunda İran’ın nüfuzunun bütün Ortadoğu’ya yayılmasına hizmet etmişti. Bu aslında, bilinçli bir stratejiydi. Arap dünyasına “İran korkusu” pompalayıp bu sayede -silah satışından başlayarak- sömürüyü devam ettirmek, bölge halklarını İran’ın Şiîleştirme faaliyetleriyle karşı karşıya bırakarak Müslüman dünya içindeki ayrışmaları derinleştirmek ve daha birçok kazanç adına…
Kâsım Süleymani, İran’a açılan alanda usul usul ve programlı biçimde ilerleyerek, ülkesinin ulus devletçi ve mezhepçi dış politikasının tatbikatçısına dönüşmüştü. Bir yandan da Batı basınında sürekli efsaneleştirilerek… Süleymani’nin kontrol ettiği milis grupların imza attığı onlarca katliam, kuşatma ve insan hakkı ihlâli de bu sayede gözlerden uzak kalıyordu. Sivil halkın açlığa muhtaç edilmesini bir savaş taktiği olarak kullanan Süleymani, Suriye’deki birçok yerleşim biriminin yeniden rejim kontrolüne geçmesini böylelikle sağladı. İnsanların açlıktan ot ve kedi eti yiyerek hayatta kalmaya çalıştığı sürreel sahneler, bugün çok az insanın hafızasında. “Kudüs Gücü”, gücünü hep Müslüman kitlelere karşı kullandı. ABD’nin keyifle izlediği bir süreçti bu.
Derken, son dönemde ABD Başkanı Donald Trump’ın başına buyruk ve bol sürprizli yönetim tarzı, ABD ile İran arasında on yıllardır süregelen “örtülü ittifak”ı da bozmuş oldu. Politik Şiîlik, sahada, Washington’daki think-tank kuruluşlarının usturuplu raporlarında durduğu gibi “uslu” durmuyordu. İran’ı sistem içine çekip kontrol edebilmek stratejisinin Amerika açısından epey pahalıya patladığını fark eden Trump, tabir-i caizse “dümdüz” davranmaya başladı. İran’ı durdurmak -aslında bunun için vakit de epey geçmişti- amacıyla çok sayıda adım atan Trump, nihayet geçtiğimiz hafta Bağdat’taki Amerikan Büyükelçiliği’nin basılmasının ardından, Süleymani’nin vurulması emrini verdi.
İlginçtir, Kâsım Süleymani’nin, emrindeki milisleri büyükelçiliğe yönlendirmesi de, son aylarda İran’a yönelik giderek artan tepkileri klâsik “Büyük Şeytan”a yönlendirme çabasından başka bir şey değildi. Süleymani, hayatı boyunca uğruna çalıştığı (bunu açıkça ifade ettiği konuşmaları mevcut) “Büyük Fars İmparatorluğu”nun kuruluşuna giden yolda, yine ülkesinin menfaatlerini koruma adına canını vermişti.
Kâsım Süleymani, kaderin bir cilvesiyle, Suriye ve Irak’taki yüz binlerce masumla aynı kaderi paylaştı: Bombardımanda vücudu paramparça oldu. Cesedi, parmağına taktığı yüzükten teşhis edilebildi. Bu, görebilen için, büyük bir ibretti. ABD ile yol yürümek, mayınlı arazide adım atmak demekti. Süleymani’nin mayına basması, yine uzun bile sürmüştü.
Son olarak:
Türkiye’de, İran’a yönelik her türlü eleştiriyi “mezhepçilik” veya “Amerikancılık” diye yaftalayan bir bakış açısı var. Oysa, sahada yaşanan gelişmelere objektif bir gözle bakıldığında, hangi hadisede kimin ne kadar kabahati var, açıkça görmek mümkün.