Taha Kılınç, Hamas’ı İran’a mecbur kılan ilişkileri tartışmayı sürdürdüğü yazısında, hareketi İran’a mecbur eden şartların anlaşılabilir olduğunu belirtirken kaygıların yoğunlaştığı bir gerçeğe “İran, Ortadoğu ve İslâm dünyasında irtibat kurduğu hiçbir yapılanmayı kendi haline bırakmıyor. Ekonomik yardımla başlayan ilişkiler, kısa sürede ideolojik tasalluta ve ardından devlet içinde devlet yapılanmalarına evriliyor. Suriye, Lübnan, Yemen, Irak, hatta Nijerya bunun örnekleriyle dolu. Hamas’ın ‘mecburen’ İran’la kurduğu yakınlaşma, kısa zaman içinde başka angajmanları ve minnet temelli zorlamaları beraberinde getirecektir. Hamas yönetimine bu konuda getirilen eleştirilerin çoğunun alt metninde de zaten bu kaygı bulunuyor.” sözleriyle temas ediyor.
Taha Kılınç’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan yazısının (16 Haziran 2021) tam metni şöyle:
BİR İMKÂNI HEBA ETMEK
Mısır’da 30 yıldır yönetimi elinde tutan Hüsnü Mübarek, 2011’deki protesto gösterileri sonucu görevini bırakmak zorunda kaldığında, dünya medyasının mikrofon ve kameraları hep birlikte Kahire’ye dönmüştü. Bilahare düzenlenen seçimler “demokrasi şöleni” olarak sunulmuş, Mısır halkının “5 binden yıldan bu yana ilk kez, kendi özgür iradesiyle sandığa gittiği ve ülkeyi kimin yöneteceğini belirlediği” vurgulanmıştı. “Firavunlardan beri, ilk defa…” deniliyordu.
Sandıklardan Müslüman Kardeşler Teşkilâtı’nın (kısaca İhvân) çıkması ise, hem Batı’da hem de Arap dünyasında bazı kaşların kalkmasına yol açtı. Mısır ordusuyla el ele veren Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan, kısacık İhvân iktidarının altını oymak için -medya kampanyalarından fakir halk kitlelerine para ve erzak dağıtmaya kadar- ellerinden geleni yaptı. Nihayet 3 Temmuz 2013’te askerî darbe gerçekleşti. Devamında yaşananları zaten biliyoruz.
İhvân iktidarının bazı Arap başkentlerinde meydana getirdiği histeri ve ürküntünün en büyük sebebi, “yerli, Sünnî ve demokrat” bir hareketin, seçimler yoluyla yönetim değişikliğine yol açma örnekliği oluşturmasıydı. Türkiye veya İran gibi ülkelerin sahadaki tesirinden bu kadar korkmadılar, çünkü nihayetinde her iki ülke de “yabancı” idi ve biri Osmanlılık, diğeri de Şiîlik misyonları üzerinden “vurulabilirdi”. Ancak İhvân iktidarının başarı olması durumunda, Arap dünyasının geneli için bir numune teşkil etmesi ve milyonların bu numuneyi benimseme yoluna gitmesi kaçınılmazdı. Buradan hareketle İhvân’ı terörle özdeşleştirme kampanyalarına giriştiler, yasa dışı ilân ettiler, daha belini doğrultamadan boğdular.
İlginçtir, İhvân’ın ancak bir sene kadar süren iktidarı, teşkilâtın ABD ve diğer Batılı ülkelerle sıcak ilişkiler geliştirmeye teşne bir mantığa sahip olduğunu göstermişti. Mısır’ın İsrail’le imzaladığı anlaşmalara saygı gösterileceği hatırlatılmış, Washington’a sıcak mesajlar yollanmıştı. Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, ilk yurtdışı seyahatini -adet olduğu üzere- Riyad’a gerçekleştirmiş, Suudilerle yakın çalışmak istediğini fiilen de göstermişti. Tüm bunlara rağmen, İhvân örnekliğinin yeşermesine müsaade etmediler.
“Siyasal İslâm’la savaş” adına İhvân’ı boğan Arap aktörler, “İhvân’ın uzantısı” olarak gördükleri diğer bölgesel hareketlere de ellerini uzattılar. Hamas, bunların başında geliyordu şüphesiz. Yakın zamana kadar Riyad’da devlet misafiri olarak ağırlanan Hamas kadroları böylece merdiven altına itilirken, Hamas “terör örgütü” ilân edilmek suretiyle, işler daha da karmaşık hale getirildi. Bunu, Hamas’ı IŞİD ve El Kaide ile bir tutan resmî açıklamalar izledi. Eş zamanlı olarak, İsrail’le sıcak bir flört başladı.
Tüm bunların ardından, yaşanan süreci şaşkınlıkla izleyen Hamas için, zaten ilişkide bulunduğu İran’la irtibatı derinleştirmekten başka yol kalmamış oldu. 2017’ye kadar Hamas’ın liderliğini yürüten Hâlid Meşal, İran’la ilişkilerini -Arap devletlerine hitap ederek- şöyle anlatıyor: “Bizim aramızda zaten bir bağ vardı, bunu hiçbir zaman inkâr etmedik. ‘İran Kudüs’ün ticaretini yapıyor’ diyorlar. Bize siz yardım edin, alın bu ticareti siz yapın. Ama öyle yapmadınız. Kapınızı teker teker çaldım, hiçbiri açılmadı. İran ise kendisi gelip bizim kapımızı çalıyor. Bunca ihtiyacımız varken, kapıyı açmayalım mı?” Bu açıdan bakınca, Hamas’a bir şey söylemek zor.
Mevzunun İran tarafına bakan yönünde ise, -mutlaka Hamas yöneticilerinin de bildiği- bir başka manzara var:
Mezhepçi bir ulus devlet olarak, Şiîliği yaymayı dış politikasının temeline yerleştiren İran, Ortadoğu ve İslâm dünyasında irtibat kurduğu hiçbir yapılanmayı kendi haline bırakmıyor. Ekonomik yardımla başlayan ilişkiler, kısa sürede ideolojik tasalluta ve ardından devlet içinde devlet yapılanmalarına evriliyor. Suriye, Lübnan, Yemen, Irak, hatta Nijerya bunun örnekleriyle dolu. Hamas’ın “mecburen” İran’la kurduğu yakınlaşma, kısa zaman içinde başka angajmanları ve minnet temelli zorlamaları beraberinde getirecektir. Hamas yönetimine bu konuda getirilen eleştirilerin çoğunun alt metninde de zaten bu kaygı bulunuyor.
Tarih, İhvân’ın sistem dışına itilmesini, İhvân’la bağlantılı diğer hareketlerin de aynı şekilde şeytanlaştırılmasını, 2000’lerin Ortadoğu’sunda yapılmış en büyük siyasî hatalardan biri olarak kaydedecek. Riyad’da, Abu Dabi’de, Kahire’de bu kararları alanlar da bölgenin istikrarı ve halk kitlelerinin tatmini için büyük bir imkânı heba edenler sıfatıyla kayıtlara geçecek.