Kerkük’ten kaçmak üzere yollara dökülen binlerce aracı dolduran yüz binlerce insanın korku ve panik hallerini yansıtan fotoğrafları hiç de sevindirici bir habere işaret etmiyor aslında. Ancak “Barzani Ordusu çöktü” ya da “Peşmerge bozguna uğradı” tarzında başlıklarla verilen haberler sevinç ve ümide dair duyguların yansıması gibi duruyor. Peki, gerçekten de Kerkük’te Haşdi Şaabi milis güçlerinin yürüttüğü askeri operasyonlar son MGK bildirisinde geçtiği üzere “şehrin son dönemde bozulmaya çalışılan demografik yapısını, tarihi derinliğine uygun şekilde tesisini” mi amaçlamaktadır? Her ne kadar MGK bildirisi gibi Dışişleri Bakanlığı’nın konuyla ilgili yayınladığı bildiride de Merkezi Irak Yönetimi vurgusuyla gelişmeler izah ediliyorsa da bölge gerçeklerine yabancı olmayanlar İran’ın yakıcı nüfuzunu çok iyi bilmektedirler.
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin giriştiği bağımsızlık sürecini en büyük ve en öncelikli tehdit konsepti olarak değerlendirdikten sonra iş gayet kolay. İran’ın güzel komşuluğuna, Irak’ın toprak bütünlüğüne Haşdi Şaabi milisleri tarafından yapılan üstün hizmetlere, Şii fanatizmi ve yayılmacılığı denilen hikâyenin sömürgecilerin işini kolaylaştıran bir fitne olduğuna kim ikna olmaz ki? Sadece Kerkük’e o da sadece Türkmen nüfusu perspektifinden politika geliştirerek odaklanmak demek Irak’taki gelişmelere nüfuz etme ve rota tayin etme iradesinden Türkiye’nin feragat etmesi demektir. Fakat siyaset ve medyaya son dönemde hâkim olan literatüre ve mantığa bakacak olursak hemen her gelişme Türkiye’nin kontrolünde ve lehine ilerlemektedir. Hakikaten durum bu minvalde mi seyretmektedir?
Yabancı Sayılmaz, Bizim Çocuklar
Amerikan işgali sonrasında Irak’ın üç parçalı yapısı Sünni bloğun tehcirden katliama, işkenceden hapse türlü zalimane uygulamalarla neredeyse tamamen yutuldu. Talabani liderliğindeki KYB ve Goran’la uzun bir dönemdir ipotek altında tutulan Kürdistan bölgesi de Barzani’nin Kerkük’ü de içeren referandum adımıyla yutulmayı meşrulaştıran bir kıvama gelmiş oldu. Bu sayede Haşdi Şaabi adındaki IŞİD’den bin beter barbarlar sürüsünün kan kusturmak üzere Irak’ın hemen her bölgesine çekirge sürüleri gibi yayılması sadece İran için değil gariptir Türkiye için de Mehdi’nin gelişini hızlandıran alametlerden sayıldı. Böylece Türk Kerkük’ün Türk kalışını teminat altına almak üzere MHP lideri Devlet Bahçeli’ye bağlı “beş bin ülkücü”nün harekete geçmesine gerek kalmadı! Zira o teminat işini kimi Türkmen ve Kürt, kimi Arap ve Acem Haşdi Şaabi milisleri korku salarak çoktan temin etmişti bile.
Halep başta olmak üzere bütün bir Suriye’yi kan deryasına çeviren Kasım Süleymani’nin Kerkük’e de resmen el koymasına yol açanlar arasında hangi devletler ne kadar pay sahibidir acaba? Sadece cesaretten değil daha fazlasıyla feraset ve basiretten yoksun, makul değil ama kesinlikle takıntılı bir dizi tutarsız ve kararsız politikalar Irak’ın İran tarafından tamamen temellük edilmesinin yolunu açmaktadır. Bağdat Hükümeti ve Ordusu denilen şey Haşdi Şaabi’den o da bütünüyle İran’ın askeri ve Şii fanatizminden iradesinden ibarettir. Barzani’yi kendi topraklarında güç ve çaptan düşürerek General Kasım Süleymani’nin örgütlediği mezhepçi kuşatmaya yol verilmektedir aslında. Dışarıdan müdahalenin önünü almak bir tarafa aksine önü açılmaktadır böylelikle.
Türkiye veya bölgedeki diğer Müslüman halklar İran’a ne kadar güven duyabilirler ki? Uzun yıllar boyunca Ermenistan’ın Karabağ’daki işgalini desteklemiş, Çeçenistan’ı ölüm tarlasına dönüştüren Rusya’dan taraf olmuş bir İran’a nasıl güven duyulabilir? Afganistan’daki Amerika işgaline sadece küçük bir Şii azınlık olan Hazaralar’ın iktidardaki gücünü artırmak ve Sünni iradeyi kırmak üzere 15 yıldır destek olmuş İran’ı müttefik bilmek mantıklı olur mu? Irak’ta Amerika ile beraber, Suriye’de Rusya ile beraber yıkım ve katliama girişmiş bir İran’ın Türkiye veya başka bir Müslüman toplum ile ittifak etmesi hiç mümkün mü? Sürekli olarak Amerika’nın, İsrail’in İslam coğrafyasında giriştiği cinayetleri konuşurken İran ve ekürisi Rusya’nın yıkıcı planlarına hiç sıra gelmemesinde dikkat çekici hususlar yok mu?
İran’ı Dostlarımıza Soralım
Nihayet MGK’nın aldığı tavsiye kararı sonrasında IKBY’ne hava sahasının kapatılması kararı alınarak Tahran ve taşeronu Bağdat yönetimiyle eş güdümlü hareket edilmesi konusunda bir adım daha atılmış oluyor. Türkiye’nin bu süreçte ancak İdlib’e o da oldukça kısıtlı bir operasyon imkanı elde edebildiği bir vasatta Suriye ve Irak’a dair bütünlükçü ve kalıcı bir politika yürütebilme imkanı kalıyor mu? İran bir taraftan Şii mezhepçiği üzerinden bölgeyi terörize ediyor diğer taraftan Esed gibi kimyasal bir katliamcının iktidarını korumak üzere yüzbinlerce milisle coğrafyayı bir uçtan diğerine hızla kaosa sürüklüyor. Aynı İran birkaç küçük algı operasyonuyla mesela Kerkük’e intikal ettirdiği küçük bir PKK milis grubunun canlandırdığı gerilla performansına birkaç fiske atarak milliyetçi duyguları şaha kalkmış kitlelerin gönlünü fethedebiliyor.
İran hemen her kese güven aşılayabiliyor ve hemen hepsi tutuyor nerdeyse. Esed rejimine aşıladığı güven yıkılmış şehirlere, katledilmiş yüz binlere ve evinden barkından sökülüp atılan milyonlarca muhacire rağmen tuttu. PKK, PYD ve PJAK’a aşıladığı güven de tuttu ki Türkiye’nin önünü yıllar yılı kesecek lojistik imkânları hiç esirgemeden sarf etti. Rusya’yı konuşmaya bile hacet yok zaten Suriye meselesi üzerinden yeniden orta doğuya dönebildi. Geriye Türkiye kaldı ama ajansların geçtiği haberlere hâkim olan dile biraz olsun aşina olanlar nasıl bir güven duygusuyla sükûnete doğru yelken açtığımızı anlayabilirler. Bakalım ne zaman “subh bakhair Türkiye” (günaydın Türkiye) ikazıyla gördüğümüz rüyadan uyanacağız.
Yeni Akit