Bugün Yeni Şafak gazetesinde “Şah’ı Hatırlamak” başlığıyla yayımlanan Taha Kılınç imzalı yazıyı ilgilerinize sunuyoruz:
İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi, 1970’lerin başında henüz gücünün doruğundaydı. ABD’nin sınırsız desteğini arkasına almış, petrol gelirleriyle zenginleşmiş ülkesini Ortadoğu siyasetinin vazgeçilmez aktörlerinden biri haline getirmişti. Demir yumruğunu halkın tepesinden kaldırmayan Şah, ülke içinde kabullendirmeye hiç de ihtiyaç duymadığı “siyasi meşruiyet”i dünyaya ilan etmek için, Pers İmparatorluğu’nun kuruluşunun 2500’üncü yılını görkemli bir törenle kutlamaya karar verdi.
Başkent Tahran’ın 850 kilometre kadar güneydoğusuna düşen Persepolis antik kentinde, Pers İmparatoru Büyük Kuruş’un (Kiruş, Cyrus, Kuroş) anıtmezarının çevresinde düzenlenecek olan kutlamalar için, hazırlıklar bir yıl öncesinden başlamıştı. Hiçbir detay ihmal edilmeyecekti, çünkü 12-14 Ekim 1971’de, bütün dünyanın gözü burada olacaktı.
Öncelikle, dünyanın dört bir yanından törenlere katılacak olan kral, kraliçe, cumhurbaşkanı, başbakan ve diğer yöneticilerin konaklaması için, antik kentin yanı başına 50 adet lüks çadır kuruldu. İnşa sırasında, neredeyse tamamen saf ipek kullanılmıştı. Çalışmalar bittiğinde, harcanan toplam ipeğin miktarı 37 kilometreyi aşıyordu. Çadırdan çok, hepsi ufak birer malikâneyi andıran bu mekânların çevresinde de binlerce ağaçtan oluşan bir orman tesis edildi. Ağaçların dallarında ötecek olan kuşlar bile düşünülmüştü. Avrupa’nın çeşitli şehirlerinden satın alınan 50 bin ötücü kuş, uçaklarla Persepolis’e taşındı. Ne var ki, kuşlar karasal iklimin kuru havası nedeniyle, sadece üç gün yaşayabilecekti.
Törenler sırasında misafirlere ikram edilecek yemeklerin malzemeleri, askeri uçaklarla Paris’ten getirildi. Sadece mutfak gereçlerinin ağırlığı 150 tonu geçerken, Fransa’nın en ünlü aşçılarından bir grup da, yemek pişirmek üzere İran’a çağrılmıştı. Tören için kurulan dev mutfaklarda 18 ton yiyecek hazır bekletiliyordu. Bunlar arasında 2700 kilogram et (koyun, sığır ve domuz), 1280 kilogram tavuk, 150 kilogram da havyar vardı. Yine Fransa’nın en lüks ve pahalı şarap evleri de, koleksiyonlarını Şah’ın emrine vermişti. 12 bin şişe viski, 2500 şişe şampanya, 2000 şişe şarap ve diğer içecekler… Yalnızca bu malzemeler Fransa’dan gelmemişti. Aynı zamanda, yemekleri servis edecek garsonların bütün kıyafetleri, yemek masalarının örtü ve süslemeleri de Paris’in ünlü butiklerine diktirilmişti.
Sadece üç gün devam eden kutlama törenleri için yapılan harcamaların miktarı, 2 milyar İsviçre frangını (günümüz hesabıyla 2 milyar dolar civarında) aşıyordu.
Türkiye’yi Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve eşi Atıfet Hanım’ın temsil ettiği törenler, sadece 8 yıl sonra büyük bir gürültüyle devrilecek olan Şahlık rejiminin son büyük şovu oldu. İran halkının büyük çoğunluğunun sefalet içinde yaşadığı bir dönemde sahnelenen bu gösteri, Şah’ın halkına olan acımasızlığının ve insanların gerçek gündemlerinden uzaklığının bir işareti olarak hâlâ zikredilir.
***
İran’da bugünlerde devam eden sosyal hareketlenmeyi, protesto gösterilerini ve halkın ekonomik krize gösterdiği reaksiyonu izlerken, Şah’ın adaletsiz yönetimine karşı İranlıların başlattığı ilk ayaklanmaları hatırlamamak mümkün değil. 1979’dan önceki birkaç yılda, İran halkı önce adaletsizliğe ve sömürüye başkaldırmış, ardından Humeyni’nin etkili vaazlarında kendi şikâyetlerinin yansımalarını görerek, “devrim”e giden süreci başlatmıştı. Şah dönemi öylesine bir kötülük simgesi ve mutsuzluk kaynağı idi ki, İranlılar, yeni “kurtarıcı sınıf”ın kimliğine odaklanmak yerine, öncelikle Şah’ı def etmeyi elzem bulmuştu.
Aradan neredeyse 40 yıl geçtikten sonra, İran, yeniden bir kavşak noktasına doğru ilerliyor. Devletin -ekonomik ambargo nedeniyle zaten kısıtlı olan- imkânlarıyla birkaç ülkede birden savaş finanse eden İran derin aklı, bu savaşların bütün yükünü omuzlayan halkın yükselen çığlığını artık bastıramayacağı bir girdaba sürükleniyor. “Amerikan oyunu”, “dış güçlerin fitnesi” gibi açıklamalarla ortadan kaldırılamayacak bir sosyal ve ekonomik patlamanın eli kulağında.
Tarihin tekerrürü ve bu tekerrürden hiç ibret alınmaması enteresan: Şah’a karşı ayaklanmalar da böyle yavaş yavaş başlamıştı. Şah şikâyetlere kulak tıkadıkça olaylar büyümüş, nihayet rejim protestocuların üzerine ateş açmaya başlayınca işler çığırından çıkmıştı. “İslâm Devrimi”nden neredeyse 40 yıl sonra, İran aynı istikamete yönelmiş görünüyor.
***
Mezhepçi ajandaya sahip bir ulus-devlet olarak, İran’ın bölgesel politikaları, devletin çözülüş sürecini hızlandıran etkenlerin başında geliyor. Tahran Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Elahe Kulayi’nin geçtiğimiz günlerde yaptığı bir uyarı, adeta yaşananların fotoğrafını çeken bir tespitti: “Sovyetler Birliği’nin tecrübelerinden ders çıkarmazsak, onların gittiği yola doğru gidiyoruz!”
İran’ın istikrarsızlığa sürüklenmesi ve krize yuvarlanması durumunda, bundan ilk etkilenecek ülke Türkiye’dir. Bu nedenle, İran’da bir kaosun yaşanması, temenni edilecek bir durum değildir.
Ama keşke, İranlı yetkililere, “Gidişat pek hayra alamet görünmüyor. Halk, patlamaya hazır bombaya dönüşmüş durumda. Şah’ın nasıl devrildiğini hatırlayın” diyebileceğimiz bir kanal da mevcut olsa…