İran’da Devrimin Türkiye İslamcılığına Etkileri Gündemleştirilmelidir
Şu husus çok açık bir gerçektir ki, Türkiye İslamcılığı 1979 İran devriminden çok ciddi bir biçimde etkilenmiş olmasına rağmen, henüz bu etkiler üzerinde yeterince durulmamıştır.
Genel kanı bu etkilerin olumlu olduğu yönünde olup, devrim vesilesiyle Türkiye İslamcılığının ivme kazandığına dair yaygın bir kabul söz konusudur.
İran’da Devrim Olurken Ben Farkında Bile Değildim
1979 İran devrimi gerçekleştiğinde henüz ilkokul talebesi idim ve gerek yaşım itibarıyla ve gerekse o zamanki dünyaya bakış açım nedeniyle bu devrimi kavrayacak durumda değildim.
Siyah beyaz televizyondan devrimle ilgili gelişmelere dair haberleri izliyordum ama bütüncül olarak ne olduğunu anlayamıyordum. Gerek televizyon haberleri, gerekse gazete ve dergi manşetleri ile parça bilgiler alıyordum ve bunları bütüncül bir bakış açısına döndürmem mümkün değildi.
Bir Zamanın Mazlumları Şimdinin Zalimleri
Televizyonda Şahın işkencehaneleri ile tezgahtan geçmiş devrimcilerin gösterildiği bir haber sahnesini boş gözlerle seyrettiğimi hatırlıyorum. Tıpkı halkımızın şu anda Suriye işkence görüntü ve fotoğraflarını boş gözlerle seyrettiği gibi (O tezgahlardan geçen İranlılar ile içimizdeki batıcıların ise, şu anda Suriye’de gerçekleştirilen işkence görüntülerini neşe içinde seyrettiği ise gerçeği ise tartışılmaz).
İçinde bulunduğum çevrede de devrime dair ciddi bir ilgi ve bilgi söz konusu değildi. Çok fazla konuşulmadığı gibi, konuşulduğunda da afaki ve hamasi sokak konuşmalarına şahit oluyordum.
Yani şu anda halkımızın ekserisinin 4 yıl önce başlayan Ortadoğu intifadası ile Suriye kıyam ve vahşetini izlediği gibi İran devriminde yaşanan gelişmeleri boş gözlerle uzaktan izliyordum sadece.
İran Devrimiyle Tanışma Sürecim
Devrimle ilgili bütüncül ve olumlu bakışlara ancak 5 sene sonra, 1984’te lise öğrencisi iken Kur ’ani İslam anlayışla tanışınca vakıf olmaya başladı isem de, bu bakışlarda çok olumsuz olmamakla beraber, temkinli bir duruş söz konusu idi.
O dönemde benim içinde bulunduğu çevrelerde ve vakıf olduğum yayınlarda, Kur’an ve sünneti merkez almakla beraber, mealci anlayıştan İbni Teymiyye’nin hadis eksenli anlayışına salınan bir yelpaze de devam ediyordu gerçek İslam’ın ne olduğuna dair tartışmalar ve bu yelpazede Şia’ya ve İran devrimine açılan bir pencere, kapı ve alan yoktu.
Hattı İmamdan Şiaperestliğe
İran devrimi ve Şia’yı olumlayan, hatta olumlamaktan da öte kutsamaya başlayan bakış açısına dair yazı ve kitaplar ile şahıslarla üniversite yıllarım olan 1988’lerde tanışmaya başladığımızı hatırlıyorum.
Bu yıllar aynı zamanda çevremdeki bazı arkadaşların hattı imam çizgisine kaydığını ve Sünniliği eleştirmek suretiyle gizli Şiicilik yapılmaya başlandığını hatırlıyorum. (Bu arkadaşlardan önde olanları şu anda fanatik birer Şii olmakla kalmayıp Şiaperestlik yapmakta ve İran’ın tüm politikalarını ve Esed’i ölümüne desteklemektedirler.)
Henüz o günlerde saflarda bir ayrışma yaşanmadığı için, aynı ortamlarda bulunuluyor, hem Kur’an’ı anlama, tevhit ve şirk üzerine dersler yapılıyor, hem de (henüz hurafelerine bulaşmaksızın) İran savunuluyordu.
Hem İbni Teymiyyeci Hem İbni Arabici Nasıl Olunur?
Bu ortamların birinde bir arkadaşın, yahu hem İbni Teymiyye’yi okuyoruz, hem de İbni Arabiyi, hem türbelere şirk diyoruz, hem de İranlıların bu tür hurafelerine ses çıkarmıyoruz diye bir özeleştiri yaptığını hatırlıyorum.
Maalesef bu eleştiriler çok fazla ve yüksek sesle seslendirilmedi süreç içinde. Adeta çöpler halının altına süpürülerek kaybedildi ve İran bu ofsayt konumuna rağmen defakto bir kabul gördü camiamızda.
Ama iş burada kalmadı, bu ofsayta rağmen kabul, zamanla ofsayt kuralının sayılmamasına, İranlıların hurafelerinin bir şekilde Kur’anileştirilerek ve tevhidileştirilerek! İslami anlayışlarımıza sızmaya başlamasına sebep oldu.
İran’dan Şia’dan Önce Batınilik Ve Tasavvuf Geldi
Bu sızmalar süreç içinde camiamızda saf Kur’ani ve tevhidi İslami anlayışları bulandırmaya, batıniliğe doğru kayılmasına sebep oldu öncelikle. Tekrar Mevlana’nın, İbni Arabi’nin, tasavvufun keşfetmeye! zorladı çoğumuzu. Çünkü devrimin (modernist ve devrimci) iki ucunda yer alan Ali Şeriati’de, Humeyni’de (ve diğer tümüde) iflah olmaz birer Mevlanacı ve İbni Arabici idiler.
İran devriminin Türkiye İslamcılığına olan olumsuz etkileri sadece Şia’nın hurafelerini bulaştırması ve bazılarını Şiileşmesi olmamıştır. Bundan da önce ve önemlisi, ciddi bir kısmında batınilik ve tasavvufi kaymalara sebep olmuş, tevhidi netliği bunlarla bulandırmıştır.
1990’lara gelindiğinde Türkiye’nin tevhidi İslamcıları neredeyse tamamen İrani kaynaklı batıni, tasavvufi ve Şii esintilerden etkilenir hale gelmişlerdi. Önce modernist ve gelenekçi İran devrim önderlerinin eserleri işgal etti piyasayı, sonra eski Şii alimlerin ve tasavvufçuların eserleri.
Humeyni Hangi Putları Kırdı?
Humeyni için putkıran vasfını överek kullanıyorduk o günlerde. Laik şahlık rejimini yıkması açısından doğru bir vasıftı elbette ama, ya batınilik, tasavvuf ve Şia’ya ait putlar açısından?
Kur’ani İslami ile tanıştığım yıllarda en önemli unsurlar, Yoldaki İşaretlerde özetlendiği şekilde, Kur’an ve sahih sünnetin anlaşılması, tasavvufi ve felsefi kirlerden temizlenmesi, yani Peygamberimiz zamanındaki arı duru saf İslam’a tekrar dönüş temaları idi.
Gel gör ki Humeyni’nin ve diğer devrim önderlerinin Türkçeye çevrilen kitaplarındaki İslam anlayışı, tam da Seyid Kutub’un ve bizlerin İslam’a karıştırılan kirler olarak vasıflandırdığı batıni, tasavvufi, felsefi ve Şii anlayışı savunuyor, Kur’an ve sünneti bunlarla tefsire uğraşıyordu.
Bir Humeyni Vurdu Bir Şeriati
Birde Ali Şeriatının Sosyalizmden etkilenerek oluşturduğu İslam – Şia – Sosyalizm sentezi vardı ki, oda aslında Humeyni ve diğer gelenekselcilerin anlayışından daha az zararlı değildi bana göre. Gelenekselciler geleneksel zehirlerle, Şeriatı ise modern zehirlerle zehirlediler bizi.
Kutub’un Kur’an’a 1400 yıl içinde bulaştığını söylediği kirlerden arınmak hedefiyle çıktığımız bu yolda, İran devriminden bulaşan geleneksel ve modern kirlerle yüklenerek – kirlenerek – zehirlenerek devam etmeye çalıştık ve bir müddet sonra çakılıp kaldık.
Islahçılıktan Devrimciliğe
İran devriminin Türkiye İslamcılığına olumsuz etkileri sadece batinilik, tasavvuf ve Şia’yı bulaştırmaktan ibaret kalmamıştır. Bununla beraber ve bunun kadar önemli olarak, Türkiye İslamcılığını ıslahçı anlayıştan devrimci (daha doğrusu yıkıcı) anlayışa yönelmesine sebep olmuştur.
Bu yöneliş İslamcıların gün geçtikçe halktan kopmasına, rejimle devleti ayırma hikmetini gösteremeyerek adeta devlet düşmanı hale gelmeleri dolayısıyla devlet nezdinde de tehlikeli addedilmelerine sebep olmuştur.
Buna bir de Şiileşerek yada Şiileşmeden İran rejimi ile direk ilişkiye girmek suretiyle adeta İran’ın gönüllü yada paralı ajanları konumuna düşenlerin durumları ve faaliyetleri eklenince, Kur’an eksenli İslamcıların tümü İran’la özdeşleştirilmeye, tehlikeli ve vatan haini konumunda görülmeye başlandılar.
İran Devrimi Türkiye İslamcılığını Zehirlemiştir
Bu durum bizleri makul ve hikmetli bakış açılarıyla rejimle devleti ve halkı ayırt ederek, halktan kopmaksızın ve devlete düşman olmaksızın direk rejimi hedef alarak net mesajları halka ulaştırma ve ıslah edebilme imkanlarından yoksun bırakmıştır.
Hülasa İran devrimi doğrudan ve dolaylı olarak, isteyerek ve / veya istemeyerek Türkiye İslamcılığını zehirlemiş olup, hala bu zehrin etkilerini müşahede etmekteyiz.
Nitekim son 4 yıldır Ortadoğu intifadası süresince takip ettiği mezhebi politikalara, Suriye ve Irak’ta bizzat katliamlara bulaşmasına rağmen İran rejimi hakkında, az da olsa bir kısmının açıktan desteği bir yana, Türkiye İslamcılarının genelinin sessizliği bu zehrin etkilerinin devam ettiğinin en somut göstergelerinden biri olsa gerek.
Bu nedenle İran devrimiyle olan maceramızı yeniden masaya yatırmak ve analiz etmek, zararlı etkilerini tespitle gidermeye çalışmak ve tekrar aynı etkilere maruz kalmaktan korunmak durumundayız.