Takke Düştü Kel Göründü
İran rejiminin bu gün Ümmet anlayışından tamamen sıyrılarak İslam adı altında batıl davalar peşinde koştuğu tartışılmayacak kadar açık bir gerçeklik olarak ortaya çıkmıştır.
Lakin rejimin İrancılık (Farsçılık – Persçilik) mı, Şiaperestlik mi, yoksa Şiaperestlik perdesi altında İrancılık mı yaptığı konusunda 3 farklı görüş söz konusu. Her üçüde apaşikar şer olan bu tutumlardan İrancılık ehveni şer, Şiaperestlik perdesi altında İrancılık ikinci derecede şer, saf Şiaperestlik ise ekberi şerdir.
Zira Pers - Fars Ulusçuluğunun çağdaş ismi olan İrancılık Şiaperestliğe göre daha zayıf bir ideoloji olup, zamanla terkedilmesi mümkünken, Şiaperestlik adeta iflah olmaz bir kanser gibidir ve neredeyse tedavisi yoktur.
İran Rejimi İrancılığı Şiaperestliğe Perde Yapıyor
Benim kanaatim, İran rejiminin saf Şiaperest olup, İrancılığı Şiaperestliği gizleyen bir perde olarak kullandığı yönündedir. Bu gün İran rejiminin gerçek lideri Ali Hamaney’den en düşük rütbeli askerine kadar tüm rejim kadrosunun, dünyanın dört bir tarafından türbeleri korumak bahanesiyle Suriye’ye gelen Şiiperestlerin ortak anlayışının Şia eşittir İslam olduğu, Şii olmayanların Müslüman sayılmadığı; tıpkı Haricilerin Hıristiyan ve Yahudilere ehli zimmet diye dokunmazken, kendilerinden olmayan Müslümanlara müşrik hukukunu uyguladıkları gibi yanaştıkları bariz olarak ortaya çıkmıştır.
İranilik vurgusunun takiyye olduğunun en açık delillerinden birisi de, Irak’taki Arap ve Türkmen Şiiler ile dünyanın her yanındaki farklı ırklardan Şiilerin İran rejimi peşine takılabilmesidir. Eğer İran rejimi iddia edildiği gibi İranilik (Farsçılık) yapsa idi bu mümkün olur muydu?
İran rejiminin Şia eşittir İslam, kendisini de İslam’ın merkezi olarak gördüğü, tüm İslam coğrafyalarını önce işgal etmek, bilahare Şiileştirmek gibi bir siyasete odaklanmış olduğu da bariz olarak ortaya çıkmış olup, İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ali Yunusi’nin geçen haftaki yazımızda özetlediğimiz beyanatları sadece malumun ilanında ibarettir aslında.
İran Yeni mi Şiaperest Oldu?
Bu gün gelinen noktada İran rejiminin Şiaperestliği ile, Sünnilerin tümüne “tekfirci çakallar” diyerek lanetlediği Işid’in mantığıyla yaklaştığı çok net olarak ortaya çıkmış olmasına rağmen, net olmayan husus şudur.
İran rejimi devrimin yapıldığı 1979 yılından beri mi bu mantalite idi, yoksa başta Ümmetçi iken sonradan mı Şiaperest oldu? Sonradan oldu ise bu değişim kimin zamanında başladı ve hangi süreçleri geçerek bu günkü saf Şiaperest mantaliteye ulaştı?
Bizim kesimde bu soruya cevap verilirken genel kanaat, rejimin başta Ümmetçi olduğu, sonradan Şiaperetsliğe evrildiği yönündedir. Lakin bu kanaatte olanların bu evrilmenin ne zaman başlayıp hangi süreçleri izlediği konusunda net bir görüşleri olmayıp, çok önemli olan bu değişim süreci es geçilmektedir.
Devrimden Bu Güne Ne Değişti?
Halen İran rejiminin başındaki (gerçek ve talimatları tartışılmaz) lider olan Ali Hamaney’in aynı zamanda devrimin önemli liderlerinden ve Humeyni’nin en has adamlarından biri olduğu, bu gün Suriye ve Irak’ta Şiaperestlik adına çarpışan başta Kasım Süleymani olmak üzere yüksek rütbeli subayların devrimin has çocukları olduğunu görmekteyiz.
Eğer hâlihazırdaki rejim ve ordu yöneticileri yeni kuşaklar olsa idi, bu durumda devrim kadrolarının ümmetçi olduğunu, lakin sonraki kuşaklara bunu aktaramadıklarını ve bu kuşakların Şiaperestliğe evrildiğini söyleyebilirdik. Lakin rejimin ve ordunun mevcut yönetim kadrosu böyle bir yoruma imkan vermiyor.
Meğer İran Devrimi İslam Devrimi Değil Şiaperest Devrimi İmiş
Bu durumda iki ihtimal kalmakta. Ya devrim kadroları başta Ümmetçi olup, sonradan Şiaperestliğe evrildiler, yada baştan beri Şiaperest olmakla beraber, takiyye yaparak Sünnileri kandırdılar.
Bu gün rejimin başta Irak, Lübnan, Suriye olmak üzere dünyanın neredeyse tüm İslam coğrafyalarında (yada Yunisi’nin deyimiyle İran coğrafyasında) fiilen gerçekleştirdiği ve kuluçka halinde gerçekleşme sürecinde olan fiili işgalin bir anda olamayacağı, bunun yıllar süren bir kuluçka dönemin ardından gerçekleşebileceği açıktır.
Bu durumda bu işgalin altyapısının uzun yıllar öncesine dayanması gerekmektedir ki, bu gereklilik devrim kadrolarının ilk günden Şiaperest olmakla beraber, kuluçka dönemini atlatıncaya kadar Ümmetçi geçindiklerini (yani köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı dediklerini) ortaya koymaktadır. Nitekim bu günlerde köprüyü geçtiklerini düşünüyor olmalılar ki, Ümmetçilik maskesini tamamen yırtıp atmakta bir beis görmüyorlar.
Humeyni’de Şiaperest mi İdi?
Rejim lideri Hamaney ile iktidar ve ordunun yöneticileri devrim lideri Humeyni’nin en yakın dava arkadaşları ve dizi dibinde yetişmiş gençler olduklarına göre, bu durumda Humeyni’ninde aynı mantalide olduğu ve Şiaperestliği Ümmetçilik takiyyesi ile gizlediği ortaya çıkmaktadır.
Çünkü, bir hareket içindeki birkaç kişinin imalat hatası olması mümkün olmakla beraber, tüm kadroların imalat hatası olması, yani aslında Ümmetçi olan Humeyni’nin dizi dibinde yetişen herkesin aslında Şiaperest iken Ümmetçi gözükmesi yada sonradan dönüşmesi realiteye aykırı bir durumdur.
Yine devrim sürecinde başta Şeriatı, Muntaziri ve Surüş olmak üzere elemine edilenler ile son yıllarda dışlanan Rafsancani gibileri de, belki devrimin İslamiliği ve Ümmetçilik konusunda samimi olup, hiç bir zaman Şiaperest olmayan ve olamayacak olanlardı da ondan bu akibete uğradılar? Bunun böyle olup olmadığını bilemiyorum ama, bu husus üzerinde düşünülmeye değer bence.
Tüp Macundan Çıkmıştır, Artık Geri Girmez
İran rejiminin Humeyni’den bu güne takiyye yapan Şiaperest bir mantalitede olduğu bir zan, bir çıkarım, tartışılır bir iddia iken, bu gün mevcut İran rejiminin Şiaperestliği ile Irak ve Suriye’deki işgal ve vahşetleri tartışma götürmez bir gerçeklik olarak ortaya çıkmıştır.
İran rejimi ve Şiaperestler artık kendilerine ve batıya o kadar güveniyorlar ki, takiyye yapmak gereği bile hissetmiyorlar ama, zafer sarhoşluğuyla gerçekleştirdikleri hamleler ve yaptıkları açıklamalar aslında bitişlerinin başlangıcıdır.
Çünkü bu güne kadar olan kazanımları takiyye mantığıyla çalışmalarından kaynaklanmakta idi ve artık takke düşüp kel göründüğünden bu avantajlarını kaybetmiş durumdalar.
Elbette Ümmet olarak İran rejiminin bu ihaneti dolayısıyla kaybettiklerimiz çok fazladır ama, İran rejiminin ve Şiaperestlerin gerçek yüzlerinin tüm çıplaklığıyla görülür hale gelmesi de azımsanamayacak bir kazançtır.
Artık yeni bir aşama, yeni bir süreç başlamıştır. Gerçek Ümmetçilerin mazlum Müslüman coğrafyalara önderlik edeceği, hainlerin değil Ümmete önderlik etmek, Ümmetten bile dışlanacakları ve İsrail gibi İslam Ümmetinin bağrına saplanmış bir bıçak olarak lanetlenecekleri bir dönem.
İran Rejimi Konusunda Bizi Yanıltan Nedir?
Humeyni’den Hamaney’e, Kasımi’den en düşük rütbeli askerine kadar rejim kendini devrimin ilk gününden bu güne İslamcı olarak görmekte, İslam için mücadele ettiğini söylemektedir ki, bu doğrudur. Çünkü onlar için İslam eşittir Şia olduğundan, aslında yalan söylemiyorlar kendileri açısından.
Asıl hata bizde, çünkü bizler onların bu mantalitesini anlayamadık yada anlamak istemedik. Onlar İslam İslam demekle aslında Şia Şia demekteler iken, bizler Ümmet Ümmet diye anladık yada anlamak istedik.
İran Rejiminin Münafıklığının Sınırı Yok
Bizler samimi olarak İslam ve Ümmet için çırpındık, onlar ise bizim bu çırpınışlarımızı gizli Şiaperest emellerine perde ettiler, kullandılar. Öncelikle içimizden çevirebildiklerini hidayete erdirerek gerçek Müslüman yapmaya! (yani Şiileştirmeye) çalıştılar ve bir kısmımı Şiileştirdiler de. Bunlardan bir kısmını ajan, bir kısmını ise tetikçi yaptılar.
Şiileşmeyen ve İran rejimiyle direkt ilişkiye geçmediği gibi İran rejimi ve Şiilere karşı her zaman temkinli ve mesafeli duran bizim gibi saf Ümmetçileri ise nüfuz ajanı olarak kullandılar. Yani bizlerin saf ümmetçi duygularla İran rejimine ve Şiaperestlere olan destek ve sahiplenmemizi, kendilerini ümmetçilik perdesi altında gizlemek için kalkan olarak kullandılar.
Taki İslam dünyasının her beldesinde gizlice kurdukları Şia kuluçkalarından civcivler çıkıp palazlanmaya başladı. Batı da özellikle Arap Baharı denen süreçte, hegemonyasının sonunu getireceğini gördüğü Sünni kökenli İslami gelişmelerin yegane panzehirinin İran rejimi ve Şiaperestler olduğunu görüp bunlarla ittifak kurdu.
Maalesef İran rejimi yıllarca koynumuzda beslediğimiz bir yılan olup, dereyi geçmek için sırtına bindiği kurbağayı daha karaya çıkar çıkmaz sokup zehirleyen bir akrep gibi, ihtiyacı kalmayınca bizleri zehirlemekten çekinmemiştir.
Acı Gerçeklerimizle Yüzleşmeliyiz
Gerçekler ne kadar acı olsa da gerçektir ve tekrar aynı yılan deliğinden ısırılmamak için, ilk ısırıldığımız deliği doğru tahlil etmeliyiz. Bizlerin tamamen saf ve samimi duygularla, Allah rızası için Ümmet endişesiyle olan duruşumuz İran rejimi ve Şiaperestler tarafından istismar edilmiş, lakin Suriye sürecinde mızrak çuvala sığmaz hale gelince bu takiyyeden vazgeçilerek, dünyada ABD ve Rusya, hatta Çin ve Hindistan olmak üzere eski ve yeni tüm emperyalist batı devletleri ile, Türkiye’de Alevici ve Ulusolcularla işbirliği yolları aranmaya başlamıştır.
Öyle ki, en önemli düşman olarak kabul etmesine rağmen 5 yıldır artan bir biçimde dolaylı işbirliği yapmakta olduğu İsrail’le aslında direk işbirliği yapmakta olduğuna dair bilgi ve belgeler yakında ortaya saçıldığında da kimsenin şaşırmaması gerekir.
Alevicilerle işbirliği arayışlarının da yeni olmadığını tahmin etmek zor değil. Nitekim, daha 3 – 5 yıl öncesine kadar İran deyince şeytan anlayan sıradan Alevicilerde bile bu gün İran’a karşı bir sempati oluştuğunu gözlemleyebiliyoruz ve bu sempati bir anda oluşmuş olamaz.
Muhtemelen Ortadoğu İntifadası sürecinden çok önceleri İran rejimi, Türkiye’deki Kur’an Merkezli İslamcılarla yolun sonuna geldiğini görerek (ve belki de çok daha önceleri), yeni partnerler olarak Alevicilere yönelip çalışmalar yapmış olmalı.
Takiyye ve gizli iş görme hususunda mahir olan rejimin bu konuda ciddi aşamalar kaydetmiş olduğunu, Aleviler ile Ulusolcuların İran’a olan bakışlarındaki yüzseksen derece değişimden anlayabiliyoruz. Bu konuda neler yapıldığına dair somut veriler ise, muhtemelen çok uzak olmayan bir süreçte etrafa saçılmaya başlayacaktır.