Irak’ta kurulan yeni hükümet gelecek vadetmiyor

M. HASİP YOKUŞ

Irak’ta 10 Ekim 2021 yılında yapılan ilk genel seçimlerin üzerinden yaklaşık bir yıl geçtikten sonra yeni hükümet nihayet kuruldu. Hatırlayınız, seçimlerden sonra Şiilerin önemli temsilcilerinden olan Mukteda Es Sadr, seçimlerden büyük bir galibiyetle çıkmış ancak ulusal mutabakat hükümetinin kurulmasına pek sıcak bakmamıştı. Esasında Sadr, İran’a yakınlığıyla bilinen Şii grupların oluşturduğu Şii Koordinasyon Çerçevesiyle birlikte bir koalisyon hükümetinin içerisinde yer almak istemiyordu. Hükümeti kurma işinin uzamasının temel sebebi buydu.

Irak’ta hükümetin kurulamamış olması veya Sadr’ın çıkışının Irak’taki siyasi tabloda herhangi bir siyasi değişikliğe sebep olması zaten beklenmiyordu. Bunun temel sebebi; etnik ve mezhebi bölünmüşlük temelinde inşa edilen parçalı siyasetin, Irak’ın içerisinde debelendiği sosyal, siyasi ve ekonomik sorunlara çözüm üretme kapasitesinden yoksun olmasından kaynaklanıyor. Yapılan tüm telkin ve çağrılara rağmen seçimlere katılım oranının % 44 civarında olması; çaresizliğin, bezginliğin ve yılgınlığın pençesinde kıvranan halkın mevcut siyasetten ve partilerden bir beklentisinin kalmadığını gösteriyor.

Lübnan’ın içerisinde bulunduğu siyasi ve toplumsal kriz; etnik, dini veya mezhepsel fay hatları üzerine inşa edilen parçalı siyasetin çözüm yerine kaos ürettiğinin en çarpıcı örneğidir.  Lübnan’da bu siyaset denenmiş ve fiyaskoyla sonuçlanmışken aynı yöntemi Irak’ta da denemek, komplocu bir yaklaşım olacak belki ama iyi niyetle değerlendirmek mümkün değil. Batı’nın fiili müdahalesi sonrasında bölünen bu toplumlar, daha sonra İran’ın mezhepsel iştahla mevzuya dâhil olması neticesinde bu bölünmüşlük kurumsallaşarak kalıcı hale geliyor. Batı’nın art niyetli, İran’ın da mezhebi taassupla öncülük ettiği bu kaos siyasetinin uygulanacağı sıradaki ülkenin Suriye olacağını öngörmek mümkün. Suriye halkının fıtri, insani ve haklı taleplerine mukabil devrim hayallerinin tam da bu dehşet dengesi üzerinde akim bırakılmasının temel sebebinin de tıpkı Lübnan ve Irak’ta uygulamaya konan ajandanın devamı olduğunu düşünüyorum.

Öylesine ifsat edici bir siyaset ki sadece etnik ve mezhebi unsurlar karşı karşıya gelmiyor; dini, etnik ve mezhebi unsurlar kendi aralarında da rakip ve kavgalı duruma geliyorlar. Sözünü ettiğimiz siyasetin sonucu olarak Kütler, Sünniler ve Şiiler ayrıca kendi aralarındaki rekabetten kaynaklanan sebeplerle hasım ve rakip durumuna gelmişlerdir.

İran/Kum ekolüne karşı Irak/Necef ekolüne bağlılığı, Fars Şiiliğine mukabil Arap Şiiliğini ve belki de bunlardan çok daha önemlisi Irak’ta biçare insanların umudu haline geldiği için halkın büyük teveccüh ve desteğini alarak seçimlerden birinci parti çıkan Sadr grubu yerine yeni hükümetin İran’a yakınlığıyla bilinen ve Şii Koordinasyon Çerçevesinin desteklediği Muhammed Şiya es–Sudani tarafından kurulması; İran’ın ırak üzerindeki etkisini ve nüfuzunu görmek açısından çok çarpıcı bir örnektir.  Mukteda es-Sadr, istediği hükümeti kuramadığı gibi meclisteki milletvekillerini de istifa ettirerek siyasi kurumlarının çoğunu lağvetti.

Batı’nın ABD öncülüğünde 1991 ve 2003 yıllarında yaptığı müdahaleler farkında olarak veya olmadan Irak’ı altın bir tepsi içerisinde Şii yayılmacılığını politikasının merkezine alan İran’ın kucağına verdi. Zaman zaman İran etkisini azaltmak amacıyla bazı seküler Şii aktörleri desteklese bile ABD ve Batı’nın halihazırda kriminal bazı ilişkiler dışında Irak üzerinde herhangi bir belirleyiciliği ve denetimi kalmamıştır.

Sözünü ettiğimiz bölge yüzyıl öncesine kadar Bağdat vilayeti, Musul vilayeti olarak Osmanlı’nın idaresinde olan yerlerdi. Esasında 15. Ve 16. Yüzyıllar boyunca Osmanlı – Safevi arasında nüfuz ve hâkimiyet mücadelesine sahne olan bu coğrafyaya Türkiye’nin tek ilgisini azınlık durumundaki Türkmenler ve PKK ile mücadeleye indirgemiş olması İmparatorluk müktesebatı ve tecrübesiyle hiçbir şekilde bağdaşmıyor. Irak’ta Türkmenlerle olduğu kadar Kürtler, Sünniler ve hatta Şii Araplarla çok güçlü tarihi ve kültürel bağlar var. Sahip olduğu bu bağları kardeşlik zemininde yeniden tesis etmek yerine, Türklük izi üzerinden bölgede etkili olma çabası, gerçekçi olmadığı gibi uygulanabilir de değildir.

İran güdümünde kurulan yeni hükümet maalesef umut ve güven vermiyor. Önceki hükümetlerin bizzat müsebbibi oldukları siyasi, sosyal ve ekonomik krizlere, aynı saiklerle kurulan bu hükümetten çözüm beklemek safdillik olur.

Esasında bu gün Lübnan’da, Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de yaşanan siyasi ve sosyal krizlerin temel sebebi ve doğası aynıdır. Coğrafyamızda kurulan ulus devletler gayrı tabii ve temelsiz oldukları için ömürlerini tamamlamış ve çatırdamaya başlamışlardır. Kim ne derse desin bundan sonra Lübnanlıların, Iraklıların veya Suriyelilerin ortak bir çatı altında sulh ve esenlik içerisinde bir arada yaşama ihtimalleri yok denecek kadar azdır. İslami bilinç temelinde yeniden buluşmak ve kardeş olmak dışında bir çözüm yok.