Farkında olunmayacak gibi değil, savaşa ve işgale karşı çıkmak epeyce değer kaybetti. Sol-sosyalist, liberal ve Türk-Kürt ulusalcı siyasi çizgilerin aydın, sanatçı, akademisyen ve siyasetçileri Irak ve Suriye’de rutine dönen katliamları, gittikçe derinleşen işgalleri basbayağı kanıksamış haldeler.
IŞİD’in profesyonel manada görsel şova dönüştürdüğü cinayet seanslarından başka bela bilinmiyor adeta. Müzelerdeki antik eserlerin kırılıp dökülmesinden başka barbarlık henüz keşfedilememiş sanki. Tavlanmaya çalışılan Kürtlerin ve Ezidilerin yurtlarından edilme dramından başka bu coğrafyada trajedi yokmuş gibi davranmak belli ki geniş bir cephenin menfaati gereği.
Bombalar Müzelere İlişmesin Yeter
Musul Arkeoloji Müzesi’ndeki arkeolojik döneme ait heykelleri ellerindeki balyozlarla parçalayan IŞİD militanlarının paylaşılan videoları modern toplumlarda muazzam bir infiale sebep oldu. Musul müzesindeki nadide sanat eserlerine yapılan trajikomik saldırı uzun yıllar boyunca kanları heder edilen Müslüman halkın gördüğü ilgi ve alakadan milyon kat daha fazlasını gördü. Bağdat ve Musul başta olmak üzere Irak’ın bütün şehirlerini füzelerle bombardıman eden ABD öncülüğündeki Batılı müttefikler ve ardından fanatik Şii iktidar kliğinin İran ile birlikte Sünni bölgelerde giriştiği kapsamlı yağma ve tehcir operasyonları hiç bu kadar popüler olmamıştı.
Dram, trajedi, hüzün, yokluk ve kayıp hemen her şeyiyle Batılı değerlere, Batının ve bölgedeki despotik iktidarların stratejik hesaplarına göre kamuoyuna takdim ediliyor. Mesele Irak’ın sahip olduğu tarihi eserlerin yağmalanması ise bu konuda Murat Özer’in Haksöz Haber’de yayınlanan “Irak'ta Tarihî Eserleri ve Kütüphaneleri Kim Yok Etti?” başlıklı makalesi çok aydınlatıcı bir kronoloji ve arka plan sunuyor. Amerikan ordusunun işgal döneminde kimlerle, hangi yöntemlerle ve nasıl bir piyasa oluşturarak bu işi yaptığını saklamak ve geride bıraktıkları imitasyonlar üzerinden barbarları karikatürize etmeleri ne yazık ki hiç de eğlenceli sonuçlar doğurmuyor.
Egemen güçler tarafından oluşturulan Irak ve Suriye algısı (ne kadar acıtıcı olursa olsun) gerçeği bastırıyor, önemsizleştiriyor ve nihayet görünmez kılıyor. IŞİD sergilediği olağan üstü performansla hem Suriye’deki hem de Irak’taki despotizmi ve despotik iktidarı ayakta tutma gayretindeki sömürgeci işgalin bu algı operasyonuna paha biçilemez bir destek sunuyor. Müzelerde sergilenen eserlerin başına gelenler milyonlarca insanın canına, ailesine, namusuna, yuvasına musallat olan bin türlü musibetten daha fazla kaygı uyandırıyor Batı’da. İnsansız bir coğrafya, İslamsız bir medeniyet tasavvuru Robinson Crusoe’dan bu yana hala belirleyici oluyor bu bakış açısında.
Esed/Baas rejimiyle birlikte Suriye halkına karşı savaşan İran ve başta Lübnan Hizbullahı olmak üzere bölge ülkelerinden getirilen Şii milisler ittifak edilmişçesine ‘yabancı savaşçı’ veya ‘işgal gücü’ sayılmıyor. Irak’taki manzara daha beter bir tabloyu ihtiva ediyor. ABD ve müttefikleri savaş uçaklarıyla Musul başta olmak üzere bütün Sünni bölgeleri bombardıman ediyorken İran bütün askeri varlığıyla Irak’taki işgalin kara operasyonlarını uhdesine alıyor. Sadece Musul, Selahattin, Anbar gibi vilayetlerde değil başta Bağdat olmak üzere Irak’ta hâkim olan ordu, askeri birlikler Irak’a değil her şeyiyle İran’a ait durumda.
‘Yetenekli Askeri Taktisyen’ Demek ha!
Fransız haber ajansı AFP’ye göre Musul’a yönelik askeri harekât öncesinde planlanan Tıkrit’in düşürülmesi için 30 bin kişilik bir saldırı koordine ediliyor. Fakat ortalıkta Irak ordusu diye bir askeri varlık yok. ABD’nin havadan İran’ın karadan koordine ettiği müttefik cephenin başında İran’ın Kudüs Ordusu Komutanı Kasım Süleymani yer alıyor. AFP ve diğer Batılı ajansalar Suriye’de olduğu gibi Irak’taki İran askeri varlığını da Fars haber ajansı gibi görüyor ve okurlarına servis ediyor.
Hemen hiç kimse Kudüs Ordusu’nun, Kasım Süleymani’nin veya İran tarafından işgalin açık unsuru haline getirilen gönüllü-paralı Şii milislerin Irak ve Suriye’deki varlığını anormal karşılamıyor. Süleymani’nin operasyon ve koordinasyon yeteneğini, askeri taktik ve stratejideki dehasını anlatmaktan işgalci, katliamcı vasıflarına sıra gelmiyor nedense. Bu bilinçli görmezden gelme sonucunda İran hem Suriye’yi hem de Irak’ı askeri ve politik manada neredeyse tamamen kontrol altına almış durumda.
Şii Türbeleri’ni ziyaret ve koruma adı altında bölgeye derinlemesine nüfuz eden, bunun için açık-örtülü silahlı operasyonlara girişen İran, ABD ve Batılı müttefikleriyle muazzam bir uyum içinde çalışıyor. İran, Suriye ve Irak’taki hegemonyasını tahkim etmek için öncelikle Türkiye ve Suudi Arabistan ile çatışıyor. Irak ve Suriye’ye asker göndermek, kara harekâtına girişmek istemeyen ABD bu işi çoktan İran ordusuna, Irak’taki Şii milis kuvvetlerine ve kısmen de Peşmerge’ye devretmiş durumda.
İşte bütün bu manzara İslam İnkılabı ilkelerinin Rusya desteğiyle Suriye’de, ABD ve Batı ittifakı desteğiyle Irak’ta yeniden nasıl bedenlendiğini özetliyor. “Türkiye’nin bölge politikası çöküyor, Acem/Fars diplomasisi kazanıyor” dedikleri tam da budur işte. Irak ve Suriye’deki “emperyalist işgale evet” sloganı şimdinin modası. Ama bu moda ne Şam’a ne de Bağdat’a uyar, bizden söylemesi!