Irak Kürdistanıyla Düşman Olan Türkiye Merkezi Yönetimle Dost Olabilir mi?

Galip Dalay, Barzani’yi sıkıştırma adına atılan adımların İran’ı fazla sıkıntıya sokmazken, Türkiye’ye ağır zarar verebileceğini hatırlatıyor.

Referandum mevzusunda İran’ın ikili bir politika uyguladığını, Türkiye’nin ise kendi elini kolunu bağladığına dikkat çektiği yazısında Galip Dalay Barzani’yi sıkıştırma adına atılan adımların İran’ı fazla sıkıntıya sokmazken, Türkiye’ye ağır zarar verebileceğini hatırlatıyor. 

Galip Dalay’ın bugünkü Karar’da (16 Ekim 2017) yayınlanan “Post-IŞİD Döneminin Bölgesel Jeopolitiği ve Türkiye” başlıklı yazısı şöyle:

Son dönemlerde yaşananlar post-IŞİD dönemi bölgesel manzaranın epey sancılı olacağını gösteriyor. Bu evre rekabetin şiddetlendiği, aktör ve çatışma tiplerinin çeşitlendiği bir evre olacak gibi duruyor. Son bir ayda yaşananlar bu durumu bütün berraklığıyla ortaya koyuyor. Irak Kürdistanı’ndaki bağımsızlık referandumu, Türkiye’nin İdlib operasyonu ve ABD-İran arasındaki son gerilimin hepsi bölgenin post-IŞİD döneme geçişiyle yakından ilintilidir. Velhasıl post-IŞİD dönemi yeni tarz mücadele ve rekabetlerle dizayn siyasetlerine davetiye çıkarıyor. IŞİD’le mücadelenin görünmez kıldığı anlaşmazlıklar ve sorunlar tek tek gün yüzüne çıkıyor.

Daha önce bu köşede sıklıkla vurguladığımız üzere yeni dönemde ABD, IŞİD öncelikli stratejiden İran öncelikli stratejiye geçiyor. Bu tutum, İran’ı muhtemelen daha fazla agresifleştirerek bölgesel siyasette daha da olumsuz bir rol oynamasına yol açacak. Unutmayalım, İran, Ortadoğu’daki nüfuz mimarisinin çok ciddi bir kısmını Obama döneminde değil şer eksenine dahil edildiği Bush döneminde inşa etmişti. İran her köşeye sıkıştırıldığında milis yapılarına ve diğer konvansiyonel olmayan mücadele yöntemlerine daha fazla yatırım yaparak bunu aşmaya çalıştı. Muhtemelen yeni dönemde de benzer bir strateji izleyecek.

Benzer şekilde İdlib operasyonuyla Türkiye, post-IŞİD dönemi Suriyesi’nde elini güçlendirmeye çalışıyor. Uzun süredir olduğu gibi Türkiye’nin yeni dönemdeki en önemli hedefini yine PYD’nin yönetimindeki Suriye’deki Kürt bölgesinin parçalı ve karaya hapsedilmiş bir şekilde tutulması oluşturuyor gibi gözüküyor.

Irak’a gelecek olursak, burası şu anda en dinamik başlığı oluşturuyor. Sıcak çatışma riskini barındıran bir başlık.

Peki Türkiye’nin Irak’ta resmin tamamını gören bir politikası var mı? Bu son krizi Iraklı Sünnilerin bir kısmı bir fırsata dönüştürmek istiyor. Irak’ta işgal sonrası ortaya çıkan siyasal konsensüs ve statüko Şii ve Kürt ayağı üzerine bina edilmişti. Bu konsensüsün yanında Irak’ta mezhepçiliğin dozu ve İran’ın etkisi arttıkça Sünni marjinalleşmesi derinleşti. El Kaide’den IŞİD’e kadar birçok irili ufaklı radikal grup bu marjinalleşmenin eseriydi. Sünni Araplar, bu konsensüsün bozulma ihtimalinin ortaya çıktığı her dönemi Sünniler’in taleplerinin masaya gelebilmesi için bir imkan olarak gördü. En son kriz de burada bir istisnayı oluşturmuyor. Sünnilerin büyük kısmı Irak’ın bölünmesine karşı olsa da Kürtlerin Irak’ın siyasal sistemini tartışmaya açmasını olumlu bir şekilde değerlendiriyorlar. Merkezi hükümetin bir bütün olarak milis devlete dönüşmesi onları ürkütüyor. Şiilik konsantrasyonu her geçen gün artan merkezde kendileri için bir gelecek göremiyorlar. Fakat şu anda Sünni Arap grupları bir araya getiren ve onların daha tutarlı bir pozisyonu masaya getirmelerini koordine eden bir ülke yok. Suudi Arabistan bu rolü pek üstlenmeye istekli değil. Türkiye, bu imkanı değerlendirebilmeli. Bu nedenle Türkiye, yeni bir Irak siyaseti formüle ederken merkezi Irak hükümeti ve İran’ın ajandasına yatırım yapmamalıdır. Mevcut trend devam ettiği sürece Türkiye’nin Irak merkezi hükümeti nezdinde herhangi bir nüfuza sahip olması pek olası gözükmüyor. Türkiye, Kürtleri sıkıştırmak için merkezi hükümetin Türkiye’ye gönderdiği konjonktürel pozitif mesajlara veya siyasal rüşvet tekliflerine pek bir anlam yüklememelidir. Bugün Irak Kürtleri’ni tehdit eden Haşd-i Şabiler daha birkaç ay önce Türkiye’ye tehditler savurmaktaydı. Başika’daki Türk askerlerini işgalci olarak tanımlayan bu gruplar onların tabutlarını Türkiye’ye göndermekle tehdit ediyorlardı.

Bu nedenle Türkiye, konjonktürel kızgınlığının veya Barzani öfkesinin ötesine geçebilen bir siyaset geliştirmelidir. Örneğin İran, referandumdan itibaren Irak’taki müttefiklerini tahkim etme siyasetini aralıksız sürdürüyor. Bunu sadece Şiiler nezdinde değil, Kürtler nezdinde de yapıyor ve kamu diplomasisi yürütüyor. İran’ın Irak’taki diplomatlarının yanı sıra Dışişleri Bakanı Javad Zarif Talabani’nin cenazesine katıldı. Cumartesi günü Kasım Süleymani hem Talabani’nin mezarını hem de Süleymaniye’de KYB’li yetkilileri ziyaret etti. Onlarla Bağdat - ya da daha doğru bir ifadeyle İran’a müzahir Şii gruplar (Haşd-i Şabi grupları dahil olmak üzere) - arasında diyalog kanallarını inşa etmek ve güçlendirmek istiyor. Referandumda ‘evet’ lehine pozisyon almalarına rağmen İran, Irak Kürdistanı’nda kendi eksenini sağlam tutmak istiyor. ABD’nin yeni yaptırımlarından sonra İran, bu siyasete daha fazla yatırım yapacaktır.

 

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!