10 Nisan Cumartesi günü İstanbul’da düzenlenen Irak Direnişine Destek Konferansı’nı takip ettik.
İslâm dünyası önemli gelişmelere sahne olmakla birlikte, gerek konunun, gerekse konferansta dile getirilen hususların ehemmiyetine binaen söz konusu toplantıyı biraz ayrıntılı bir şekilde tahlil etmeye ve siz değerli okuyucularımıza bazı notlar aktarmaya çalışacağız. Aktaracağımız notları bir yazıya sığdırmamız mümkün olamayacağından müteakip yazılarımızda da bu konuya devam edeceğiz inşallah.
Önce programı düzenleyen kuruluştan kısaca söz etmekte yarar var. “Irak Direnişine Destek Konferansı” adıyla ve “Kurtuluşa Kadar Diren” sloganıyla düzenlenen bu toplantı Düşmanlığa Karşı Uluslararası Kampanya adlı organizasyonun bir etkinliğiydi. Bu organizasyonla daha önce bizim de Gazze zaferi münasebetiyle yine İstanbul’da düzenlenen uluslararası toplantı vesilesiyle bir teşriki mesaimiz olmuştu.
Bilindiği üzere İslâm coğrafyası sömürgecilerin ve onların desteklediği diğer saldırgan güçlerin işgal ya da sömürü amaçlı saldırılarına maruz kalıyor. Bu saldırıların ve işgallerin psikolojik temellerinin oluşturulması amacıyla da İslâm’a ve Müslümanlara karşı düşmanlık duygularının güçlendirilmesi için yoğun çaba harcanıyor. Son yıllarda Avrupa’da ve Amerika’da günden güne yaygınlaşan ve yeni bir ırkçılık patlamasının temellerini oluşturan İslamofobiya dalgasının arka planında da işte bu düşmanlık psikolojisinin yaygınlaştırılması çabalarını görüyoruz. İslamofobiya hayali bir korkudur; fakat bu hayali korkudan gerçek bir düşmanlık ve saldırganlık psikolojisi üretilmiştir. Bu düşmanlığın daha da etkin hale getirilmesi amacıyla yoğun bir medyatik faaliyet ve yönlendirme yapılmaktadır.
Düşmanlığa Karşı Uluslararası Kampanya adlı organizasyonun yürüttüğü çalışmaların temelinde de işte bu düşmanlığın haksızlığını, ona dayandırılarak gerçekleştirilen işgallere ve saldırılara karşı yürütülen direnişin, müdafaanın ise haklılığını ortaya koyma amacı var. İşgalci Siyonistlerin Gazze’ye yönelik insanlık dışı saldırılarına tepki ve yürütülen direnişe destek amacıyla gerçekleştirilen uluslararası toplantı da prensipte bu amaca yönelikti.
Irak direnişine destek amacıyla düzenlenen uluslararası toplantı özellikle Irak’ın bugün karşı karşıya olduğu durumun ve bu ülkede işgalin sona ermediğinin ortaya konması açısından büyük önem arz ediyordu. Çünkü gerçekleştirilen son seçimlerle bağlantılı olarak gündeme getirilen hususlar, “Irak’ta işgal son buldu ve halkın siyasi tercihini yapabileceği demokratik ortam oluştu mu?” sorusunu akla getirebilir. Biz de yorumlarımızda söz konusu seçimlerin genel bir tahlilini yaptığımız ve seçim sonrası oluşan manzaranın haritasını çizdiğimiz halde bazılarının bu haritada bir yol çizdiğimiz, oluşan siyasi mekanizmadan çıkarılacak siyasi yapılanmayla ilgili tercihte bulunduğumuz anlamı çıkarmaya çalıştıklarını görünce şaşırdık. Oysa gerçekte seçim ve seçimlerden çıkan sonuç bir vakıa, bir realitedir. Ama bu vakıanın, bu manzaranın görülmesi gereken bir tarafı da Irak’ta hâlâ işgalin fiilen devam ettiği, seçimlerden çıkan sonuçların sunabileceği formülün ancak işgalin müsaade edebileceği kadar olacağı, bunun Irak halkına siyasi özgürlük ve tercih imkânı sunmadığı işte bundan dolayı Irak’ta işgale karşı direnişin de bir şekilde devam ettiği gerçeğidir.
Nazarı dikkate alınması gereken önemli bir husus da hangi mezhebe veya etnik unsura mensup olursa olsun, Irak toplumunun bir parçası durumundaki savunmasız insanların hedef alındığı ya da bir şekilde zarar gördüğü şiddet olaylarını işgale karşı sürdürülen meşru ve haklı direnişle aynı kategoriye sokmanın mümkün olmadığıdır. Söz konusu şiddet olayları gayrimeşru işgale karşı sürdürülen meşru ve haklı direnişi kirletmek, bu direnişe çamur atmak için sürekli kullanılmıştır ve kullanılmaktadır. Ama gerek söz konusu şiddet eylemleri ve gerekse bu eylemleri karalama kampanyalarında kullananların çabaları haksız işgale karşı kararlılıkla sürdürülen direnişin meşruiyetini ortadan kaldırmaz. Hem işgal gerçeğinin hem de ona karşı kararlılıkla sürdürülen direnişin haklılığının ve meşruiyetinin ortaya konması açısından da İstanbul’da düzenlenen destek konferansı ayrı bir ehemmiyet taşıyordu.
Tahmin ediyorum yeterince tanıtım yapılmadığı için Türkiye’den katılım arzulananın epey altındaydı. Ümit ediyorum bizim yazılarımız verilmek istenen mesajın katılamayanlara da ulaşmasını sağlar.
Bununla birlikte organizasyon ve yürütmenin başarılı olduğunu söyleyebiliriz.
VAKİT