Yunus Önsever’in yorumu:
İrade nedir?
İrade, sözlükte “istek, arzu, dilek, emir, sevk ve güç” gibi manalara gelmektedir. Buna göre irade; bir şeyin yapılmasına da yapılmamasına da muktedir olan hayat sahibinin bu iki şıktan birini kendi isteğiyle seçmesidir.
Sözlükte "irade" ne demek?
1. Davranışlarını, eylemlerini akla uygun gerçekleşebilme yetisi, istenç; buyruk.
2. Bir şeyi yapıp yapmamaya karar verme gücü; istek, dilek.
3. İstenç
Felsefe Açısından İrade;
İnsanın, eylemini ve düşüncesini, bilinçli ve amaçlı bir şekilde, belirli hedeflere ulaşma doğrultusunda yönlendirme yeteneğine verilen ad.
Özgür irade veya erkin irade, kişinin eylemlerini, arzu, niyet ve amaçlarına göre kontrol altında tutabilme ve belirleme gücüdür. Kişinin belli eylem ya da eylemleri gerçekleştirmede sergilediği kararlılık; belli bir durum karşısında, gerçekleştirilecek olan eylemi, herhangi bir dış zorlama ya da zorunluluk olmaksızın, kararlaştırma ve uygulama gücü; eyleme neden olan eylemi başlatabilen yetidir. İnsanın erkin iradeye sahip olup olmadığı halen bir tartışma konusudur.
İrade;
1. Külli irade
2. Cüz’i irade olmak üzere ikiye ayrılır.
Yüce Allah Kur’an’da, insanın irade sahibi bir varlık olduğundan söz etmektedir. Söz gelimi, “Ey peygamber! De ki: Rabbinizden hak ve hidayet gelmiştir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen de inkar etsin!” (Kehf suresi, 29. ayet.) ayeti bunu açıkça ortaya koymaktadır. O halde hiç kimse, kendisini kaderin mahkûmu olarak düşünüp yaptığı kötülük ve yanlışları kadere fatura etmemelidir.
Allah adaletiyle mahlûkatı kuşatır. “Yüce Allah kimseye zulmedici değildir. Bilakis kendilerine ve toplumlarına kötülüğü insanlar yaparlar.” (Yunus, 10/44)
İlahi İlkeler değişimin kaderini-ölçüsünü çizmiştir.
“Bir toplum nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” (Rad, 13/11)
SORUMLULUK
Sözlükte "sorumluluk" ne demek?
Kişinin kendi eylemlerini ya da kendi yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenmesi, mesuliyettir.
Sorumluluk, kişinin kendine ve başkalarına karşı yerine getirilmesi gereken yükümlülüklerini zamanında yerine getirmesi zorunluluğudur.
Sorumluluk, karakterin en önemli öğelerinden biridir. Sorumlu olan kişi kendi üzerine düşen görevleri ve işlevleri zamanında ve istenilen şekilde istenilen biçimde yerine getirmek zorundadır. Sorumluluk duygusu ya küçük yaşta doğal olarak var olan çevre dolayısıyla insanın içinde yer eder veya daha sonra dışarıdan verilen eğitimle yaratılır. Sorumsuz insan sürekli başkaları tarafından güdülen insandır. Sorumlu insan ise, yapılması gereken bir işi zamanında yapabilmek için inisiyatifi ele alıp kendiliğinden harekete geçebilen insandır. Sorumluluk, varoluşçu felsefe anlayışının en önemli öğesi halindedir.
Felsefe Açısından Sorumluluk nedir?
Kişilik kazanmış bireyin, toplum, sınıf, gurup ve diğer bireyler karşısındaki özel politik-ahlaksak hukuksal durumunu dile getiren hukuk ve ahlak kategorisi.
Söz konusu ilişki, daha çok görevlerin ve ödevlerin düzenlenmesinde kendini gösterir. Sorumluluk, insanların bilinçli olarak karar alma, toplumsal gerekleri karşılama, toplumsal ve bireysel yaşamın çeşitli sorunlarına çözüm getirme ve insanların hem kendilerinin, hem de başkalarının davranış tarzını değerlendirme yeteneklerinde dile gelir.
Allah’ın gücü ve iradesi gereği değişimin aktörü kişinin kendisidir, kişi tercihleri konusunda çevresini ikna edebilirse ortak bir iradeye yakalamış olur. Değişimin olgusal öznesi kişinin kendisi oluyor. Sorumlu, şahit, müsebbip, muharrik kendisi oluyor. Bu olgu sosyal şahitliğe dönüşme yolunda, doğru şartlar ve muhataplarla buluşabilirse “değişimin yasaları” yakalanmış oluyor.
Allah Teâlâ insanı tutsaklık ve tutsaklaşma saiklarının zıddında özgür, kendi başına, hesabının sorumlusu olarak yaratmıştır. İnsanlar bidayette hür, tercih yapabilecek kabiliyette, yalnız Allah’a hesap verebilecekleri umdesiyle, Allah’ın kendilerine emanet ettikleri hayatlarının içerisinde doğup yaşıyorlar.
Allah kullarını bir şeye mecbur etmişse o şeyden mesul tutmaz. Yok, eğer mesul tutmuşsa, onları o şeye mecbur kılmaz. Bu ikisi de Allah için caiz olmayan, güç yetirilemeyeni teklif cümlesindendir.
Allah’ın “dilediğinizi yapın” demesi, insanın irade etmesinin Allah’ın kaderi olduğunu gösterir. Allah insana dilemesini emretmektedir.
Kur’an birçok ayetinde “dileme “ fiilini insana nispet eder. “içinizden öne geçmeyi ve arkada kalmayı dileyen herkes için” (Müdessir/37)
İnsana akıbetinin kendi tercihlerinin sonucu olacağını söylüyor. “Kim kendini geliştirip arındırırsa o kesinlikle ebedi mutluluğa ulaşacaktır; kimde kendisini geliştirmeyip (fıtrat tohumunu) çürütürse, o kesinlikle kaybedecektir.” (Şems/9-10)
Şu ayette, Allah’ın kuluna tavrının sebebi olarak, kulun Allah’a tavrı gösterilir. “Onlar Allah’ı unuttular, bu yüzden Allah da onları unuttu/hatırlanmaya değer bulmadı.” (Tevbe/67)
Allah hidayet ederek doğru yol rehberliği yapar. Fakat muhataplar saparsa, Allah saptırdığı için değil, kendi tercihleri olarak sapmış olurlar: “ Semud kavmine gelince….Nitekim Biz onlara da yol göstermiştik, fakat onlar doğru yolu görmektense körlüğü tercih ettiler.” (Fussilet/17)
İnsan iradesine ipotek koyacak bir anlayış, insanı tercihlerinden muaf tutmak anlamına gelir. Böyle yapmak ise, Hesap gününün varlık sebebi olan ilahi imtihan hakikatini inkâr etmektir. Bunu yapan, iyi ile kötüyü bir tutmuş olur. Allah bundan münezzehtir.
“Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu reddedip Allah'a inanırsa, o, asla kopmayan sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, işitendir, bilendir.” (Bakara, 2/256) “Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; şu halde, benim kesin tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver.” (Kaf, 50/45)
“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse onlar mümin oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın?” (Yunus, 10/99)
Doğru yolu göstermek de O’na aittir. Çünkü birçok yanlış yol vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi. ( ama O herkesi doğru yola iletmeyi dilemedi. Bilakis insanoğlunun bu konuda özgür irade ve tercih sahibi olmasını istedi)” (Nahl/9)
“(Ey Peygamber) O müşrikler Allah’ın bunca lütuf ve nimetine rağmen iman ve itaatten yüz çevirmeye devam ederlerse bil ki sen onları ille de imana getirmekle mükellef değilsin. Sana düşen, Allah’ın ayetlerini açıkça tebliğ etmektir.” (Nahl / 82)
“Allah dileseydi kesinlikle hepinizi tevhid inancına bağlı bir tek toplum/ümmet yapardı. Fakat O dilediğini /müstehak gördüğünü dalalette bırakır, dilediğini/ layık gördüğünü hidayete ulaştırır. Hepiniz yapıp ettiklerinizden mutlaka hesaba çekileceksiniz.” (Nahl / 93)
“(Ey Peygamber) İşte bu kullarımı cennetle müjdele! Çünkü onlar çeşitli sözler duyar, farklı görüşler dinler; ama onların en güzeline, Allah’ın sözüne uyarlar. Allah’ın doğru yolu gösterdiği kimseler işte onlardır. Şüphesiz onlar aklıselim ve sağduyu sahibi kimselerdir.” (Zümer / 18)
“İşte (O tek yaratıcı olduğu için), yolun istikamet tayini de O'na düşer; zira bazı yollar saptırıcıdır. Eğer Allah dileseydi, hepinizi doğru yola yöneltirdi.” (Nahl /9)
“Mü'min olmuyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin.”(Şuara / 3)
“O hakikatin ta kendisi olduğu halde, senin hitap ettiğin toplum bunu yalanlıyor. De ki: "Ben size korumalık yapmakla yükümlü değilim." (En’am / 66)
“İmdi sen (ey peygamber) hatırlat! Çünkü sen sadece bir hatırlatıcısın;” (Ğaşiye /21)
Seçmenin olmadığı yerde iradeden, iradenin olmadığı yerde dinden söz etmek abestir.
Allah iradesiz varlıkların davranışlarından hesap sormazken, iradeli varlıkları, davranışlarından dolayı hesaba çekeceğini vahiyleri ve peygamberleri aracılığıyla bildirmiştir. O’nun sorumlu tuttuğu iradeli varlıklar kendilerini iradesiz varlıklarla kıyaslarlarsa, bu onları Allah nezdinde sorumluluktan kurtaramaz. Yalnızca onları sorumsuz yapar. Sorumlu bir varlığın sorumsuzluğu kendi tercihidir. Fakat bu tercihin bir bedeli vardır. Zira insana irade verip de onu tercihlerinden sorumlu tutmamak, taşa irade vermeyip de onu sorumlu tutmak kadar abestir. Allah abesle iştigalden beridir. Allah, iradesiz ve şuursuz varlıkları tabi kıldığı yasaya, iradeli ve şuurlu varlıkları tabi kılmamıştır. Bu ikisi için ayrı yasalar koymuştur. İradesiz ve şuursuz varlıkları emr dediği ilahi yazılıma tabi kılmışken, iradeli ve şuurlu varlıkları emanet ettiği irade’ye tabi kılmıştır.
Özgür irade meselesi İslam düşüncesinin üzerinde en çok kafa yorulan sorunlarından biridir. İnsanın özgür bir özne olduğunu söyleyen kaderiyeye karşın, cebriye; insanı, eylemini gerçekleştirme özgürlüğü olmayan bir varlık olarak varsaymıştır. Cebriyeciler de kaderiyeciler de kendi görüşlerini destekleyen Kur'an ayetlerine dayandılar ve uzlaşma için hiçbir açık kapı bırakmadılar. Politik alanda bu tartışma daha da önem kazandı. "Emeviler, özgür iradeyi reddeden ve böylece halifelerin otoritesini ilahi iradenin bir tecellisi gibi gören cebriye taraftarlarına destek vermiştir. Bu durumda her şeyde olduğu gibi insanların eylemleri de doğrudan Mutlak İrade'nin arzularına göre yaratılıyordu" diyorlar. Kaderiye, Müslümanları "yöneticilerinin" pençesinden kurtarırken, cebriyenin görüşleri "resmi İslam" haline geldi
İnsan yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Diğer bütün varlıkların kendi emrine verildiği, irade sahibi olan, Allah’ın seçtiği yegâne varlıktır. Yani yeryüzünde mutlak irade sahibi olan istediği her şeyi yapan Allah, insana ruhundan üflemiştir. Hepsinden önemlisi de insanın balçık ve Allah arasında bulunması ve irade sahibi olduğu için de ikisinden birine meyletme serbestîsinin elinde olmasıdır. Özgürlük ve seçme hakkı insanın sorumlu olma zorunluluğunu da beraberinde getirir. Bundan dolayıdır ki İslam’a göre insan, kendi alın yazısından sorumlu olan tek varlıktır. (A. Şeriati)
Kader’miş, öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru
Belanı istedin, Allah da verdi, doğrusu bu
Kur’an şairi Akif, Kur’an’ın oğlu olduğunu asıl burada gösteriyor. Bu ümmetin kader anlayışının Kur’ani çığırından çıkarak cahiliye çığırına geri döndüğünü fena halde fark etmiş olmalı. Zira müşrikler öyle diyordu: “Eğer Allah dileseydi, ne biz ne de atalarımız şirk koşmazdık.” (En’am 6:148) Şeytan Rabbine asi olurken “Madem Sen beni saptırdın, ben de..” (7:16; 15:39) diyerek Allah’a iftira etmişti.
Akif işte bunun için kendi sorumluluğunu yerine getirmeyip, bunun sonucunda başına gelene “kader” demeyi Şeytan’ın ve cahiliyye müşriklerinin yaptığını yapmak gibi görüyor ve “Haşa, bu söz değil doğru” diyordu. Sonraki mısrada doğrusunu da söylüyor: “Belanı istedin, Allah da verdi, doğrusu bu”. Akif bununla, Kur’an’ın şu ayetlerde dile getirdiği hakikate atıf yapıyor olsa gerek:
“Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık.” (İsrâ’ 17:13)
“Bir toplumu oluşturan bireyler kendilerini değiştirmeden, Allah o toplumu değiştirmez.” (Ra’d 13:11)
“Başınıza gelen her musibet ellerinizle yaptıklarınızın sonucudur.” (Şûrâ 42:30)
“(Ey peygamber) Eğer o müşrikler/kâfirler yüz çevirirlerse bil ki biz seni onların başına bekçi olarak göndermedik. Senin vazifen, (onları zorla iman ettirmek değil) Allah’ın ayetlerini tebliğ etmektir. Biz kâfir insana (mal, mülk, bolluk gibi) nimet verdiğimizde şımarır; ama eğer yaptığı yanlışlar, işlediği günahlar yüzünden başına bir dert ve sıkıntı gelirse hemen nankör kesilir.(Şura/48)
“Ama onlara zulmeden Biz değildik, lakin onlar kendi kendilerine zulmettiler.” (Hûd 11:101)
“Bu, kendi ellerinizle yaptıklarınızın karşılığıdır. Unutma ki Allah’ın kullarına zulmetme ihtimali bulunmamaktadır!” (Âl-i İmran 3:182)
“Fakat kim kötülük yapar ya da kendine zulmeder sonra Allah’tan af dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı ve merhametli olarak bulacaktır.” (Nisâ 4:110)
“Kötülük işleyen herkes cezalandırılacaktır. Allah’tan başka dost ve yardımcı da bulamayacaktır.” (Nisâ 4:123)
“İnsanların elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde bozulma meydana geldi. Neticede (Allah), yaptıklarının (kötü sonuçlarından) bir kısmını kendilerine tattıracaktır; umulur ki (yol yakınken) dönerler.” (Rum 30: 41)
Elbette Allah dilemiş olsaydı insanların hepsini Müslüman kılardı, fakat dilemedi. İnsanları seçme konusunda serbest bıraktı ki insanlar iradeleri doğrultusunda yapıp ettiklerinden sorumlu olsunlar, Ahiret’ te bu anlamda hesap versinler, iyiler cennet’le mükâfatlandırılsınlar, kötüler de cehennemle azaba duçar kılınsınlar.
Allah İnsanları farklı surette, renkte, kavim de yarattığı gibi iradelerinin tecellilerini de farklı olmalarını diledi. Bunu yeryüzünün farklı kılınması, her yerinin farklı bitki örtüsü, farklı meyve ve sebzelerin yetişmesi ve farklı iklimlerin ve farklı coğrafik özelliklerinin oluşmasında da görebiliriz. Bununla insanlar çatışsın diye değil, birbirleri ile tanışsınlar, alışveriş yapsınlar hayatlarını o şekilde ikame etsinler diyedir, Allah’ u âlem. Yoksa fikirleri, düşünceleri, dinleri farklıdır diye birbirlerine baskı oluştursunlar, iradelerini yok etsinler birbirlerini katletsinler, sömürsünler, yurtlarından çıkarıp perişan etsinler diye değil.
“Ve sizin için yeryüzüne serpiştirdiği her biri farklı tonlarda rengarenk (güzellikler)…. Kuşkusuz bütün bunlarda da hafızası olup hatırda tutan bir toplum için mutlaka çıkarılacak bir ders vardır.” (Nahl/13)
İnsanların iman etmeleri de tamamen özgür bir şekilde herhangi bir zorlama, baskı olmadan olmalı ki iman olabilsin, yoksa baskıyla zorlamayla tercih etmek zorunda bırakılacakları bir iman da iman olmaktan çıkar. Çünkü iman kendi iradeleri sonucunda yapacakları bir tercih ile ancak teslimiyet, inanma ve güven duyma ölçeğinde bir iman olur. Buradan peygamberlerin getirmiş olduğu söylenen mucizelerin (ayetlerin) de amacının toplulukların iman etmelerini sağlamak değil (Onları zorla iman ettirmek değil), toplumsal bozulmalara karşı hak ettikleri cezalardır. Allah’ u Alem.
Peygamberler bu anlamda insanları hiçbir şekilde imana gelmeleri için zorlamamışlar, baskı kurmamışlar şiddet uygulamamışlar. Davetlerini yapmışlar, davetlerine engel olan şeylerle mücadele etmişler, insanlarla kendi aralarındaki engelleri (maddi, manevi) kaldırmaya çalışmışlardır. İman ettikten sonra da imanlarından dönenler (Mürtedler) için de bir cezai müeyyide uygulamamışlardır. Zira böylelerinin cezasının Ahirette verileceğini söyler Allah. (Nahl/106) vb. ayetler
“(Ey peygamber) Eğer o müşrikler/kâfirler yüz çevirirlerse bil ki biz seni onların başına bekçi olarak göndermedik. Senin vazifen, (onları zorla iman ettirmek değil) Allah’ın ayetlerini tebliğ etmektir.(Şura / 48)
“Ve eğer Rabbin dileseydi yeryüzünde bulunan herkes topyekûn iman ederdi, (fakat bunu dilemedi). Şimdi kalkıp da, sen mi onları iman edinceye kadar zorlayacaksın?” (Yunus /99)
Kişinin kendi iradesi dokunulmaz diğerlerin ki ise değersiz kılınamaz. Her şeyden önce kendi iradesini dokunulmaz gören insan, diğer insanların iradelerine başta saygı duymalı, iradelerini yok sayacak baskı, zorbalık ve şiddetten uzak durmalı. İradeleri sonucunda tercihleri hangi yönden olursa olsun saygı duymalıdır.
“Kesinlikle, hiç kimse bir başkasının sorumluluğunu taşımaz. Ve insan başkasının değil, sadece kendi çabasının karşılığını görecektir.” (Necm/ 38-39)
İnsanlar irade sahibi kılınmışlar ve istediklerini seçme hürriyetine sahipler ve bu manada yapıp etmelerinin karşılığını da mutlaka göreceklerdir.
Kaynakça: Allah’ ın Ayetleri, Esma-i Hüsna, Kader Risalesi(Mustafa İSLAMOĞLU), İnsan (Ali ŞERİATI)