Abdülkerim Kırca’nın ölümü, Türkiye’de ne kadar yoğun bir “muamma olaylar” silsilesi olduğunu, bir defa daha gözler önüne serdi. Bakın; Kırca’nın ölümünde, kafaları karıştıran sorular ne kadar çok!
İlk haber şöyle idi: “Emekli binbaşı evinde ölü bulundu!”
Sonra bu bilgi değiştirildi: “Evinde yalnızken intihar etti!”
Daha sonra bu bilgi de değiştirildi; “Abdestini aldı, dinlenmeye çekildi. Eşi yan odada iken intihar etti!”
Bunların hangisi doğru acaba?
Evde kimse var mıydı?
Hele hele, askeri lojman içindeki nöbetçi askerlerin, kendisine gazete alıp getirdikleri iddia edildiğine göre, yanında başka birisi kalmış olabilir miydi?
Muamma!
Bir başka kafa karıştıran durum da şu: Ölüm haberinden hemen sonra, cinayet bürosundan polisler, askeri lojmanlara geliyorlar.. Ama kapıdaki nöbetçi asker, olaya askeri savcının el koyduğunu ve polisi ilgilendiren bir konu olmadığını iddia edip, kimseyi içeri almıyor!
Bir anlamda, askeri lojman, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde, başka bir devlet statüsü uygulamasına tabi tutuluyor. Sivil bir kişinin, askeri lojmandaki ölümünü, sivil yargı değil, askeri yargı soruşturmak istiyor..
Ama bu durum da uzun sürmüyor.. Ne oluyorsa oluyor; bir süre sonra, askeri savcı soruşturmadan vazgeçiyor.. Bu sefer de sivil savcı gelip, olay yerinde inceleme yapıyor. Ama bu arada, polislerin içeri alınıp alınmadığı da muamma.. Ve olayın üzerinden kaç saat geçmiştir, neler, ne şekilde değişmiştir/değişmemiştir, bilinmiyor!
Bitti mi?
Hayır.. Kırca’nın her şeyi bir muamma..
Geçmişi ile ilgili bir araştırma yapayım dedim.. Kimi kaynaklarda “Kerim Kırca” diye geçiyor, kimisinde ise “Abdülkerim Kırca”
Hadi bunu da normal sayalım, isim uzun olduğu için, kısaltılmış hali ile de kullanılmış diyelim..
Ama bakıyorsunuz, kimi haberlerde sürekli “emekli binbaşı” deniliyor.. Kimi haberlerde ise, “emekli albay”..
Tamam, binbaşı olduğu tarihlerde kendisine isnat edilen olayların yoğunluğu yüzünden, “binbaşı” rütbesi ile meşhur olduğu için, “emekli binbaşı” deniliyor olabilir.
Ama biraz daha araştırınca, “emekli albay” rütbesi de biraz kafa karıştırıyor.
2003 yılında Necdet Sezer’in elinden devlet övünç madalyası alırken, emekli albay sıfatı ile takdim ediliyor.
Demek ki, “emekli binbaşı” değil, “emekli albay” olduğu kesin..
Ama, ne zaman albay olduğunu araştırınca, 2000 yılı karşınıza çıkıyor.
O sırada nerede görevli Kırca?
Aslında hiçbir yerde görevli değil. Hastanede tedavi görüyor..
1998 Nisan ayında Antalya’da PKK’lılarla girdiği çatışmada yaralanıyor ve omuriliği zedelendiği için, o tarihten sonra sürekli felçli..
1998’de yarbay rütbesinde olan Kırca, tedavi görürken albaylığa terfi ediyor..
Hem de, Aytaç Yalman’ın elinden!
Garip!
Gariplikler devam ediyor..
Albay Kırca’nın yaralandığı olay hakkında bazı gizemli iddialar okuyunca, ajansların, olayın yaşandığı gün geçtiği haberleri taradım..
Antalya’da, dağlık bölgede, PKK’lılarla çatışma yaşanmış.. 10 PKK’lı öldürülmüş. Askerlerimizden ise sadece Yarbay Kırca yaralanmış!
Bu da ilginç.
Cesareti sebebi ile, en önde çarpışmıştır, bu sebeble de yaralanmıştır diyebilirsiniz..
Ama, ajansların o tarihte geçtiği haberlerde, yaralanmanın hafif olduğu bilgisi de var.. Sonradan yaralanma, kalıcı bir felç haline dönüşmüş!
Ve benim dikkatimi çeken bir başka husus, Antalya’da 10 PKK’lının bir çatışmada öldürülmüş olması.. Böyle bir olay, tarihte hiç görülmemiş bir şey..
Antalya nire, PKK nire?
Sadece benim tahminim değil bu.. Bugünden geriye, tüm olaylara baktım.. Antalya’da, 2’nin üzerinde PKK’lının, askerle çatıştığı bir başka haber hiç yok!
Kırca hakkında, Güneydoğu’da görevli iken karıştığı iddia edilen olayları, zaten daha önce okudunuz.
Bu bilgilerle birlikte, hepsini değerlendirdiğinizde, Kırca’nın ölümünün, hiç de basit bir intihar olmadığı ortaya çıkıyor.. Kim bilir, arkasında neler vardır?
Öğrenebilmemiz için, önce şuradan başlamak lazım: “Cinayet bürosu polislerini, ölümden hemen sonra, lojmandan içeri almayan nöbetçi askerler, kimden emir almışlardır?” Bir başlansın, gerisi gelir!
VAKİT